Rafet ULUTURK
2014’e çok kötü girdik. Kökünde dil ve kültür ayrılığı olan Ukrayna trajedisinden ders alan yok. Yarısı Rusça konuşun Ortodoks Hıristiyan öteki yarısı da Lehçe konuşan Katolik olan Ukraynalılar 46 milyonluk devleti karpuz gibi ikiye yardılar. Ukrayna parçalandı.
Dil deyip de geçme, din deyip de geçme demişler.
Toplumda birikmiş kirli kanı, dertler, kin ve öfke “Maydan”a döküldü, “Dnepır” ırmağına aktı. Çeçen’den, Gürcü’den, Suriye’den ve Ukrayna’dan sonra sıra kime geldi dersiniz!? Bilsem de, asla söylemek istemiyorum. Vicdanlarını kiraya verenler aramızda…
Şimdiki devrimler, Amerika Devrimi gibi, Fransız ihtilali gibi, Osmanlıdaki Meşrutiyet gibi yasal süreçler sonucu olarak hareket değil, emperyalizm açmış kara para çuvalını top, tüfek, gemi, uçak göndermeden “devrim” yaptırıyor. Ölüler yaralılar, arkada dul ve öksüz kalanlar kimsenin umurunda değil. Hazine tam takır, tarlalar ekilmemiş, sanayi tesisleri durmuş, hastaneler hasta almıyor, bütün Avrupa’yı besleyecek kadar buğday, mısır, ayçiçeği, şeker pancarı, süt tozu, sığır eti ile inşaat demiri ve saç üreten bir ülkenin çocukları yılbaşından beri adına “solyanka” denen lahana çorbasından başka bir şey tatmamışlar.
Avrupa ve Amerika sanki zafer kutluyor. Avrupa Birliği pansuman için 23 milyar Euro gönderecekmiş. Kuşkusuz, kimse bir deri bir kemik olan bir pilici kesmez. Şimdi biraz kendilerine gelmeleri, semizlenmeleri beklenecek. Sonra, bizde olduğu gibi onları onlara yedirecekler, onlar birbirlerini yerken kendileri de seyredecekler. Onlar, onları son kemeciğinde bir zırnık et kalana kadar birbirine kemirecekler, erkekler sevmekten, gelinler sevilmekten gına getirecek, doğum yapmaktan vazgeçecek, çocuklar anaokuluna ve okula gidecekler ve lise diplomasını alırken bu kadar “okumalarına” rağmen, hiçbir konuda hiçbir şey öğrenmedikleri ortaya çıkacak. Dünya gittikçe giderken onlar yerinde sayacak ve gerilenmeyi ilerleme olarak kabul ederek istemeseler de bitecekler. Bu her yerde böyle oldu. Burada neden olmasın ki? Bizim tekstil mühendislerimizden hademe, doktorlarımızdan temizlikçi, ressamlarımızdan boyacı, manken kızlarımızdan fahişe yapmanın tek denenmiş yoludur bu. Kaç yerde şaşmadan uygulanana oldu! En iyi örneklerini birini bizde verdi. Balkanların İsviçremsiydik, dilenciler diyarı olduk…Profesörler çöp kofası karıştırıyor, sanat akademisi mezunlarından bazılar hala çekinseler ve hatta utansalar da, bu ancak bizde böyle, Amerika’ya gidip notasız ses çıkaran tabak kaşık gıcırtısından aldıkları ilhamla senfoniler yazıyorlar.
Sen Ukrayna’ya gitmiş misin? Yüzlerce kilometre engin buğday ovalarındaki yelişliğin gelincik kırmızısından taç örerken denizlerce dalgalanışını seyretmiş misin? Maden ve kömürle beslenen ve alev ve demir kusan Dnepropetrovsk, Dneprodjerjinsk, Novoçerkask devlerini görebilmiş misin? İsimleri Osmanlıdan kalma liman koylarından çıkan teknelerde balık şarap takasına şahit olmuş musun? Odesa, Reni, İzmail limanlarında mıknatısla demir, kepçeyle tahıl, şeritle gübre, tomruk, kalas vb. yüklemiş misin? Şu da var ya, oraların lehçesi cilveli güzel kızlarından Rusça öğrenmiş misin! Ukrayna, doludizgin akan Dnepır öykülerini dinlemiş misin? Karpat Dağlarında avlanmış mısın? Kabı ballı kabarırken taşmış, taştıkça çatlamış has ekmekten yemiş misin? Kara kavsın tadını, doğal suyu gazlı olan bir ülkede çeşme suyu içmeden yaşamış mısın? Bunların hepsini yapmış olabilirsin, orada bunların hepsi istediğiniz kadar, demek demet var ama maddi olan her şeyin boldan bol olmasına rağmen ateşi, yakan dil, kültür, din farkı olunca, düşünmeyenlerin de düşünmesi gerekir.
Aslında, ben bugün, Kırcaali’ye Sofya, Plovdiv ve Burgas’dan gelen ve kendilerini Bulgar milliyetçiliğinin yeni ayarı durumuna koyan ve dört bir yanda el kol sallayarak tarihsel adalet hakemi olmaya çalışan futbol serserilerini yazacaktım. Oradaki ve bizdeki olaylar birbirlerine o denli benziyor ki, hukukun yerini hukuksuzluk, mahkeme başkanın yerini futbol holiganı aldığında işler tamamen karışıyor. Bulgar çapulcularının işi gücü yok mahkemelerin çalışmalarını engellemek için eşek arıları gibi sürü oluyor ve Adalet Saraylarını basıyorlar. AB ve dünya adaletine yüz karası olduk. Avrupa’nın hiçbir ülkesinde görülmemiş bir serserilik. Osmanlı ve İslam kültür, mimari ve din eserlerini bizden kıskanıyor ve yasadışı yollardan gasp ettikleri yetmezmiş gibi, ebediyen mal mülk olarak ellerinde kalması için çalışıyorlar. Verdikleri mücadele onlar için onur ve Bulgarlık sorunu oldu. Ölüm kalım davası haline geldi. Gerçeği ne işitmek, ne anlamak, ne de uygulamak istiyorlar, taş atıyorlar, sopalıyorlar, cam pencere indiriyorlar. Sanki her şey ters yüz oldu. Sanki eline para verenlerin iplerini çekenler var. Perde arkasında “seyirci babalar” oturuyor.
Bu defa Kırcaali Belediye Başkanı Hasan Aziz’i de korkutuldu. Telefonla tehdit etmişler ya da yolunu kesmişler olacak ki, 25 Şubat 2014 Salı günü Kırcaali İl Mahkemesi Eski Türk Medrese Binası’nın Tük ve Müslüman topluluğuna geri verilmesi isteğiyle açılan davanın yapıldığı semtte, şehirde protesto mitingi ve gösteri yapılmasını yasaklayan bir karar çıkaramadı Aynı gün Sofya, Plovdiv ve Burgas holiganlarının şehre istedikleri gibi girmesini engellemedi. Plovdiv’te yaşanan trajik olayları görmezlikten, bilmezlikten geldi. Ürktü, korktu ve pısırık olduğunu kanıtladı. İkircimli, hain Ahmetçi, sinsi ve kararsız olduğunu gösterdi ve ispat etti. Oysa bir hak uğruna mücadele kale ve özgürlükler şehri olan Kırcaali’yi zehir kusan, külhan bey kesilen, faşist adalet dayatmaya çalışan, milliyetçi hortlamayla halkımızı korkutmaya çalışan aşırı ırkçıların önü Kırcaali’de kesilmeli, burunları kırılmalı ve götlerine baka baka geri dönmeliydiler.
Bizim analarımızı, babalarımızı an yurdumuzdan, evimizden, yerimizden kovan, ekmek teknemizi kıran, ana dilimizde konuşacaklarmış diye bize karşı bugün de isyan eden bu faşist – totaliter kaz kafalıların babaları, dayıları, amcaları ve ağabeyleridir. Onların babalarından farklı olan bir yeri vardır ve biz bundan istifade etmeliyiz. Onların dedeleri, babaları, ağabeyleri bize karşı devletin silahlarıyla silahlanmış, yasasızlığıyla donanmış gelmişlerken, bugünkülerin ağızlarındaki küfürken, yüreklerini kemiren kıskançlıktan, kafalarındaki boşluktan başka silahları yoktur.
Hiçbir okul binası olmayan sayıları milyonları aşan Bulgaristan Türk ahalisinin son aydınlık kalesi olan Kırcaali Medresesini nasıl olur da zorla, mahkemeye baskı yaparak, tüm demokratik hakları çiğneyerek, Türklerin doğal ve yasal haklarının tümünü ve Bulgar devletinin altında imzası olan uluslar arası insan hakları sözleşmelerini, her insanın okuma ve aydınlanma hakkını ayaklar altına alarak ele geçirmek, vermemek isteyebilirsiniz.
Siz hangi medeniyetten geldiniz? Ne aç gözlülerisiniz? Tarihi, medeniyeti, kültürü olduğunu iddia eden bir halk bunu yapar mı? 1990’dan sonra herkesin her malı verildi de Türklerin ve İslam kurumlarının taşınmazları neden verilmiyor? Türk aydınlık ocaklarının lambaları neden söndürülüyor? Bulgar halkının % 48’i ne okuyabiliyor, ne yazabiliyor ne de okunanı anlaya biliyor, bu oranın ne kadar yükseltilmesi gerek! Gözünüzün doyması için istediğiniz nedir?
Kırcaali İl Mahkemesi MEDRESE’mizin geri verilmesi davasını 8 Nisan 2014’e erteledi. Mahkemelerin davalarımıza bakmasının engellenmesinden daha büyük adaletsizlik olur mu!
Yediden yetmişe birlik olmamız, hepimizin tek yumrukta birleşmemiz, aynı bilinçle ve iradeyle hareket etmemiz günleri yeniden geldi, kapı çalıyor. Biz birleştikçe ve birliğimizden güç aldıkça kararsızlar, ödlekler, hainler saflarımızdan kendileri kaçacaktır.