Muazzez YURDAKUL

Bulgaristan’da yeni tip bir vatandaş oluştu.

Beş kişiden biri çeşmeden su içmiyor. Beş kişiden bir bira ya da rakıyla yaşıyor. Beş kişiden biri işe gitmiyor. Beş kişiden biri sadece yalan söylüyor. Beş kişiden biri seçimlerde oy kullanmıyor. Beş kişiden birinin cebinde deli raporu var vs.

Bu yeni tip insanları etki altında tutup hareketlerini yönlendirmek pek zor bir iş sayılmaz. Hepe iktidarın araçlarını kontrol altında bulundurup istedikleri şekilde yapanlar, bu işin ustası olmuştur. Şunu da belirtelim, bu insanlara ana dillerinde bilgi vermemek, gazete, kitap, radyo, televizyon izleme özgürlüklerini kapmak da aynı ustalığın bir başka eseridir.

Bu bilinç yıkama makinesinin çalıştırılmasında açları, yoksulları, sefilleri, birden bire çok zor durumlara itmek önemli bir yöntemdir. Ömür boyu çalışmış bir kişiyi, yaşlanınca çaresiz bırakıp sosyal yardımlarla, evlere yemek dağıtarak durumu aklamak da başka bir uygulamadır. Hıdrellez için emekli maaşlarına 20 leva eklemek de aynı cümledendir.  Süre giden dolandırıcılığın esas temellinde olan gerçekleri görmemiz gerekir. Bu insanların kafasındaki korku, aman daha kötü olmasında, nasılsa dayanacağız, endişesidir.

Olgun çağda olan insanlarımızın hafızasında bir defa totalitarizmin son 20 yılından kalmış devlet teröründen derin izler var. Onlar bu izleri ömür boyu taşımak zorundadır. Hafızamızı, beynimizi kuru temizlikçiye vermemeyiz. İnsanın ruhuna sinen korku psikolojisinden kurtulması zor iştir. “Belene” kampında yatmış her mahkûm, “sürgün”, “Belene”, “milis” , “DC” gibi sözleri işittiğinde ruhen birden değişir, hafızası canınca ya çöker ya ürperir,  eskiden başına gelenlerin etkisi onu esir alır.  Değişim, ancak yer, vatan, ortam, iş, arkadaş grubu v.b değiştirmekle, güvenli bir yeni ortamın etkisiyle olur. Bu açıdan Türkiye Cumhuriyeti’nin 1989’da sınır kapısını açması, sakat bir topluluk olmamıza engel oldu. Ruhumuzu korku esaretinden kurtardı. Şimdi soydaş çocukları hayata ve geleceğe başka bir açıdan bakıyor.

Bu, hepimizi çok yakından ilgilendiren bir konudur.

Korku faktörünü çalıştırmanın çok değişik biçimleri vardır. Kendimizden değil de, Almanya’dan bir örnekleme getirelim: İkinci Dünya Savaşından önce ve savaş esnasında Almanların en fazla korktuğu “Hitlerin insanları canlı yaktığı ve yağlarından sabun yaptığı toplama kamplarına düşmekti.” Bu esir kamplarında Yahudi ve Çingenelerle birlikte büyük sayıda Alman komünist, sosyal demokrat, yurtsever de öldürüldü.

1950’li yıllarda Almanların korku kâbusundan kurtulmasına engel olmak isteyen Amerikalılar, “Holkost” adlı bir dizi çekerek,  Almanya’da toplama kampı döneminin geri geleceği korkusunu topluma aşılamayı başardı. 30 yıl devam eden Hitler faşizmi korkusu yeni nesil de dahil, herkesi çok sarsmıştır.

Bulgaristan’da Türklere, Pomaklara ve İslam dinine karşı, Tük diline ve Türk gibi yaşamaya karşı uygulanan devlet baskı ve teröründen 1990’dan sonra demokratikleşmeye yelken açan bir toplumsal ortamda tüm vatandaşların kurtulması yolları süreli aralarla tıkandı. Dehşet saçan korku ejderhası ininden çıkarılıp işe koşuldu. Hep “isimleriniz yine değiştirilecek”, “yine İslam yasaklanacak, “”yine zorla göç olacak” saçmalıklarıyla oy toplandı. Korku salanlar, bir de kendilerini koruyucu, kurtarıcı, garantör gösterdi. 25 yıl çifte standart içinde geçti. Totalitarizm döneminde rafa kaldırılan insan sevgisi (hümanizm) ilkesi, demokrasi ortamında yaşam hakkı isterken zorlanıyor. Gördüğünüz üzere, son haftalarda Türk ve İslam düşmanlığı yeniden gemiz aza aldı.

Bizde, olumlu (pozitif) gelişmelerle toplumdaki etniklerin kaynaşması yolu her seçimden önce kesildi ve düşmanlıklar körüklendi. Bu gelişmeler, toplumun içinde bulunduğu genel ağır bunalımlı durumla ilintilidir. Totalitarizm döneminin mirasçıları olan Bulgar sosyalistleri ile “DC” ajanlarının, Ahmet Doğan ekibinin tolumun demokratikleşmesinden, halkın huzura kavuşmasından menfaati yoktur. Onlar şimdi, totaliter düzeni çökmüş bir yapı olarak olsa da yaşatmak isterken, esin olarak Rus örneğini buldular. Rus örneğinde önemli olan, tek partili totaliter baskı rejiminin yerine tek partili ve bir iki destekleyici minikle birlikte (HÖH / DPS gibi) çok uzun süre ayakta kalmayı sağlayabilmesidir. Putin bütün küçük politik partilerin mukavemetini kırdı ve onları dağıtarak, kendi partisinin egemenliğini güçlendirdi.

Bulgaristan’da totaliter miras özellikle 2007’den sonra aynı ağıcın iki dalı şeklinde, yani bugün iktidarda bulunan Sergey Stanışev’ın BSP partisi ve geçen yılın Şubat ayında iktidardan düşen, ama meclis grubu en büyük olan,  Boyko Borisov’un GERP partisi şeklinde gelişti. Bu iki partinin 2014 yılında seçim yapması çok zor oldu. Bir defa, Ukrayna olayları, Kırım Adasındaki gelişmeler, Suriye krizi, Avrupa Birliği’nin bu gelişmelere bakışı Sofya hükümetine nefes alacak alan bırakmıyor. Yalnız, AB Başkanlığı’nın Rusya’ya ambargo uygulama tehdidi, Bulgaristan’ı dondurdu. Biz hem AB üyesiyiz, aynı zamanda dış ticaretimizin ana bölümü Rusya iledir. AB ambargosu, enerjimizin % 90’nını da Rusya’dan aldığımız dikkate alındığında, yarın bitebiliriz anlamına gelir. Böyle bir ortamda Bulgar siyaseti’nde V. Putin’in politik yapılanma örneğini uygulamak pek kolay iş sayılmaz. BSP’nın GERB partisini tek başına bitirmesi olanaksız gibi.

Bunun için, ne olur ne olmaz, Türklerin istekleri bitmez hesaplarıyla HÖH / DPS partisine yedek olarak,  politik sahneye medya tekelinden Nikolay Barekov’un “Sansürsüz Bulgaristan” hareketi çıkarıldı. Bu parti, iki önemli ödevle kendine yaşam alanı arıyor. Bir, sosyalist ideyi daha önce de benimsememiş olan tutucu köylülük tabakasının, Makedon milliyetçilerinin, koyu komünist kaskatılıktan kurtulamayan yaşlı kadroların ve havada bulut gibi soldan sağ dolaşan yeşiller ve çevreciler hareketinin oylarını orta sağında birleştirmeye çalışıyor. İki, GERP partisine ve Boyko Borisov’a arasız ve şiddetli saldırılarla, “seçimi kazansan bile sizin iktidar yolunuzu tıkayacağız” işareti veriyor. Ve halen üçüncü politik güç olarak biçimleniyor.

Henüz devlet yardımı almayan bu partinin (Bulgaristan’da politik partilere her ay 50 milyon leva  karşılıksız yardım veriliyor) paralarını saymakta güçlük çektiği de gündem oldu. Parti lideri Barekov’a milyonluk villalar, ofisler, lüksün lüksü arabalar, pırlantalı saatler, kalemler, ipek elbiseler vb. karizmatik sima yaratma masraflarının Moskova tarafından karşılandığı gizlenmiyor.

Yine böyle bir politik mayalanma ortamında, hem Moskova’ya göz kırpan, hem AB üyesi olarak kalmak isteyen, hem de Washington’u pohpohlayan Stanişev önderliğindeki BSP politikasından pek memnun olmayan Putin, gelişen durumu pek güvenli bulmuyor. BSP  içinden olup, eskiden iki dönem Cumhurbaşkanlığı görevinde bulunan ve daha önce de Sosyalist Partinin başkanı olan Georgi Pırvanov’un “ABV” adından büyükçe bir grup partili ile BSP’den çıktı ve Rus yanlısı mayalanmaya çalışıyor. Daha yakından bakıldığında bu adımların Bulgaristan’da  Moskova’ya ters bakan GERB ve Reformcu Grup gibi politik oluşumlar yaşam hakkı bulmakta git gide daha da zorlayacaktır. Hele şu, 2014 Kiev “Maydan” Ayaklanmasından sonra gelişen olayların politik dengeleri değiştirmesiyle Bulgaristan’ın Rusya etki alanına düşmesi, Bulgar siyaset alanında don havası estirdi.

Politik havanın sertleşmesine başka bir delil de, Sofya yakınlarında bulunan “Borovets” sayfiye köyünde kapalı kapılar ardında yapılan Başbakan Oreşarski hükümetiyle ikinci görüşmeye, BSP partisinin HÖH – DPS ortaklarını davet etmemesidir. Birinci toplantıda, BSP – HÖH ortaklığının meclise sunulacağı bütün yasa önerilerinde önceden uyum sağlayacağı konusunda anlaşılmıştı. Fakat hiçbir şey rakı masasında konuşulduğu gibi olmadı. Sosyalist parti seçim kanunu değişikliklerini HÖH partisiyle uyulmayıp anlaşmadan Genel Kuruldan geçirerek “Türkler arasında seçim propagandasının Türk dilince yapılmasını yasakladı” ve çifte vatandaş olup zamanının daha fazlasını Türkiye’de geçiren seçmenin yaşadığı yerde “en az 3 ay yaşamış olması” kısıtlamasını getirerek, ortağına kesin bir şiddet yumruğu daha indirdi.

Yine iki gizli toplantı arasındaki dönemde, HÖH milletvekili grubu “komünizm suçlularının affı” yasasına “hayır” oyu kullanarak cevap verdi ve ortaklar arası hava iyice sertleşti. Unutmamak gerekir ki, 12 Mayıs 2013’te yapılan son parlamento seçimlerinde Hak ve Özgürlükler Partisi izlediği çok karışık ve netlik kazandırılamayan politikasına tepki olarak Türk, Pomak ve soydaş kesiminden, yani temel seçmen kitlesinden  220 bin oy kaybetti.

Netlik kazanamayan ve çok karışık politika, şu günlerde Oktay Yeni Mehmedov’un Sofya hapishanesinden salıverilmesiyle daha da karıştı. Çünkü 19 Ocak 2013’te HÖH 8. Kurultayı’nda HÖH Genel Başkanı Ahmet Doğan’a tabanca çıkarak ve onun parti başkanlığından düşmesine neden olan Oktay’ın Sofya mahkemesinde aklanması politikaya  “ak ile karayı” birbirinden ayıran yeni bir çizgi çekti. Mahkeme Mestan’a işime karışamazsın” restinde bulundu. Oktay’ın salıverilmesine tepki bu defa HÖH Genel Başkanı Lütfi Mestan’dan parti adına yayınlanan bir bildiri şeklinde geldi. Yazmak zorundayım,  Mestan haksızdır. Çünkü o, iki çok önemli olayı birbirine karıştırmaya devam ediyor. Oktay HÖH / DPS partisine, 8. Kurultaya, delegelere değil, bu hareketiyle gizli polis ajanlığı ve hak ve özgürlükler davamıza ihanet etmesiyle ünlü Ahmet Doğan’a şahsen saldırdı ve bir sahte lider olarak onu kürsüden indirdi, kendisine en direk yoldan “partiden ayrıl”, mesajını verdi. Bu mesajı da yanlış anlayan Genel Başkan L. Mestan yine hata yapmaktadır. Onun politik hatası, bugün tüm Bulgaristan’da “onlar ve biz” politikasında ifade bulmakta, partiyi izole etmekte, hükümet ortağı olmasına rağmen, hükümet kadrosuyla görüşmelere bile katılması yollarını tıkamakta,  “biz” dediği, Türkler ve Müslümanları, “onlar” olarak tarif ettiği Bulgarları birbirine karşı kışkırtıyor. “Ayır buyur” politikasını vakıf ve Baş Müftülük taşınmaz – mülklerinin geri verilmesi için açılan mahkeme davalarında da izliyoruz. Bulgarları Türklere saldırıya kışkırtıp, tüm Müslümanların oyunu elde etme stratejisi artık bir taktik olarak bile geçersizdir.

Bulgaristan’da bugün gelişen bir anti- Doğan havası, hareketi, kükremesi var.

Bu hareket 2013 yazında “Doğan Mafya” protesto eylemlerinde, “Hayır” hareketi gelişti.

Bu direnme HÖH partisine karşı değildi. Şahsen anti-Doğan eylemi olarak biçimlendi. Nedenini ise,  Bulgaristan’da yaşayan herkes iyi bilir. Temelinde Bulgar mafyasının oluşması gerçeği vardır. Bulgar mafyası ise, Yugoslavya krizinin birinci aşamasında ve Yugoslavya savaşı sırasında oluştu ve palazlandı. Bosna-Hırvat- Kosovo cephelerinde NATO güçlerine karşı savaşan Mıloşeviç hükümetine yakıt ve mühimmat sevkıyatını Bulgar mafyası yaparken, sınır kapılarını aralayan Başbakan Lüben Berov hükümetiydi, bu hükümet ise, HÖH / DPS görev süresinde iktidar oldu.

Bulgaristan’da yaşayan herkes A. Doğan’ın L. Berov hükümetini baskı altında tuttuğunu ve Yugoslavya ambargo ihlal edilirken Bulgar mafyasının milyonlar yığdığını bilir. Bu yüzden, bizde anti-mafya özlü her direniş, şahsen Ahmet Doğan’a karşı olan bir başkaldırıdır. Doğan’ın kurnazlığı ise, kendisini politikadan atmak için örgütlenen protesto eylemlerini Türk ve Müslümanlara karşı hareketler olarak göstermesidir. Kendini Türklerle ve Müslümanlarla aynılık içinde göstermesi, tamamen yanlıştır. Bu olay 1990’da böyle başlamış olsa da bugün durum yüzde yüz değişmiştir. Bu politik çarpıtmaya L. Mestan’ın HÖH Genel Başkanı olarak yorum getirerek destek vermesi de hem hareket hem de öz davamız açısından son derece zarar vericidir. HÖH tabanı kurtuluş yolunu Ahmet Doğan’dan kurtulmada görüyor.

Yeni ortamda anti-Doğan hareketi, Bulgaristan’da HÖH-DPS yönetimi kulisinde olan, ama siyaset iplerini çeken iletişim ortamı mafyası, mali mafya, ihale mafyası, AB paraları mafyası ve başka gruplaşma ve güçlerin ortaklarının Saraya girip çıktığına aracılarına karşı güç almaktadır. Bu hareket Bulgaristan oligarşisine uşaklık etmekten kurtulma yolunu açmaya çalışıyor ki, bu daha hem Bulgarların ve hem de Türklerin ortak öz davası şeklinde biçimlenmeye başlıyor.

Bugünkü ortamda, HÖH –DPS partisi yönetimi ana saldırı yönünü aydınlara ve özellikle de okul müdürlerine, öğretmenlere, tarım mühendislerine karşı yöneltirken, halkın uyanmasını engellemeye çalışıyor. Bu işleri bazılarımızı hapislere attırmakla halledebileceğini zannedenlerin yanıldığı görülmeye başladı. Oktay Yenimehmedov’un serbest bırakılması Bulgar adalet sisteminin bağımsızlığını koruma kavgasında yenik düşmediğine bir büyük kanıttır. Belki bu ülkede her beş kişiden biri şöyle ya da böyledir, ama eminiz ki, raporlu deli olanların biri Ahmet Doğan’ın kendisidir ve öteki dört kişi ona karşıdır ve idaredeki delilerin yaşam alanını sınırlamada kararlıdır.

Reklamlar