Raziye ÇAKIR
Sayın okurlar, bir yıldan beri devam eden Bulgaristan Türklüğünü ve Müslümanlığını bir ejderha, bir tedavisiz kanser gibi amansız saldırılarıyla dil, din, bilinç ve kültür olarak boğazlamış ve yok etmeye çalışan totalitarizm hurdası Bulgar yönetimi ve onlara yamaklık eden HÖH – eliti ile Türk kimliğimizi koruyarak halkımızı uyandırma davamız devam ediyor.
Biz, BULTÜRK Derneği ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi ile ortaklaşa bu mücadelemizde haklı olduğumuza ve zafer kazanacağımıza inandığımız için seferber olduk ve saflarımızda hepinize yer olduğunu duyuruyoruz. Kapımız ve gönlümüz insan olanlara açıktır.
Biz her konuyu sözlü ve yazılı, yüz yüze göz göze tartışmaya 365 gün 24 saat hazır olduğumuzu beyan ettik, sizlerde bunu zaten biliyorsunuz. Görüşlerimizi, öncelikle Türkçe ve Bulgarca olarak her dilde ve tüm yayın organlarında savunmaya varız.
Örgüt ve kuruluşlarımızın, yayın organlarımızın hiçbir kimseyle kişisel hesaplaşma niyeti, hedefi ve planı yoktur.
Bulgaristan’da yaşayan halk topluluğumuzun bizim insanlarımızın en ufak sorunu bile bizim de sorunumuzdur. Orada, bu gece doğan bebeğimizin sağlık ve mutluluğundan, mezara yaslanmış son anıt taşımıza kadar her şey bizim özümüzden, canımızdan, bölünmez ve parçalanmaz bütünlüğümüzden kopmaz, ayrılmaz, ayırılamaz bir öz parçadır. Biz, dün, bugün ve yarın olarak biriz, bir bütünüz, ortak Kaderliyiz. Biz bu yola çıkarken bunu böyle bildik, böyle kabullendik ve asla şaşmadan böyle bileceğiz.
BULTÜRK Derneği üyesi ve bghaber yazarı sıfatıyla “SUYUNUN SUYUNU ÇIKARACAĞIZ” BAŞLIKLI SON DERECE İDDİALI BİR YAZI YAZARAK KARŞINIZA ÇIKMAMIN NEDENİ, SON GÜNLERDE FECEBOOK YAYINLARINDA BULTÜRK DERNEĞİNE VE GENEL BAŞKANIMIZ RAFET ULUTÜRK’E, AYRICA BULGARİSTAN STRATEJİK ARAŞTIRMALAR DERNEĞİ YAZARLARINA KARŞI SAVRULAN KİŞİSEL KARALAMA VE TEHDİTLERDİR.
- Biz kimseden korkmuyoruz. Türk doğumuş olmamızdan aldığımız cesaretle, atalarımızın zekâsı; dünü ve bugünü doğru algılayarak yarınlarımızı apaçık görebilmemizle donanmış aydınlıkla ihtiyacı olan insanımıza doğru bilgi, güç ve umut veriyoruz. Karşılığında hiçbir şey istemiyoruz. Oyunuzu bile istemiyoruz. Önemli olan siz sağlıklı olun, iyi yaşayın, mutlulukları paylaşın. Biz en iyi niyetle, en derin alicenaplıkla yaklaşsak da sizlere aramızda derin uçurumlar olduğunun farkındayız. Bu yüzden önce birbirimize el uzatarak, selamlaşarak, yardımlaşarak, davayı birlikte omuzlayarak aynı yolun yolcusu olmak istiyoruz. Şöyle, biz yanılmışsak siz bize doğru yolu gösterin, doğru yolu biz görebilmiş isek gelin hep birlikte yürüyelim. Son hedefimiz iktidar olmak değildir. Allah’ımın nasip eylediği son lokmayı sizinle paylaşma mutluluğunu beraberce yaşamaktır.
- SUYUNUN SUYUNU ÇIKARACAĞIZ! İddiamın ardındaki gerçek şudur. Biz hakkımızı gammazlayanlarla, öz davamıza ihanet edenlerle, sizi demokrasi koşullarında da muhtaç, korku içinde yaşamaya zorlayanlarla er veya geç mutlaka hesaplaşacağız. Bunu bizler ekip olarak dava bildik, gelecekteki zaferler bizim olacaktır.
Biz hainlerin suyunun suyunu çıkarana kadar bu işin peşini bırakmayacağız.
Biz, Bulgaristanlı Türk annelerin bu dava için dudaklarımızı ısırıp en cesur, en yürekli, en gözü pek, çılgın yılmaz gençleri doğuracağına inanıyor ve bundan dolayı yolumuza dinlenme yapmadan devam ediyoruz.
Bugün artık Bulgaristan Türk ve Müslüman gençliğinin mücadele ve cesaret sembolü olan Genç OKTAY’ın ihanetçi hain Ahmet Doğan’ı 3 000 yaltak ve 500 zırhlı yelekli koruma önünde Sofya’nın en titiz korumalı Kültür Sarayı’nda HÖH 8. Kurultay kürsüsünden saman çuvalı gibi savurup attığı gibi hesaplaşılacaktır halkımıza ve hak alma ve özgü-r yaşama davamıza ihanet eden her hainle. Unutulmasın, bize ve mücadele arkadaşlarımıza dil uzatanların da suyunun suyu çıkarılacaktır.
Şimdi gelelim güncel konularımıza: Bulgaristan’da Türklüğü ve Müslümanlığı yaşatma davamızda, orada kalan kardeş ve yakınlarımızla ebedi bütünleşip kenetleşme mücadelemizde asla taviz, ödün verilmeyecektir.
Siz hepiniz HALKIMIZ altın kalpli şerefli insanlarsınız.
Şu dönemde ezilmişlik, gariplik var üzerinizde, boynu bükük olduğunuzu, geçim davasında iki ucunu bağlayamadığınızı biliyoruz, biz sizlerden olduğumuzdan, sizi iyi tanıyoruz. İnanın bize, tüm dertlerinize derman olma yolundayız, size çok yakınız, geliyoruz, dermanla erişeceğiz.
İdeallerimiz ve ülkümüz var bizim:
Ülkümüz sizin özlemlerinizle tamamen örtüşüyor. Ana hedefimiz camileri, dinimizi, ana dilimizi, okullarımızı, kültürümüzü zalimlerin pençesinden kurtarmak ve yaşatmaktır. Yarınlar hepimizin gönlünde bahar açacak, saracak, dallarımıza bol bol meyveler yüklenecek, bolluklar ambarlara ve gönüllere sığmayacak. Bu nimetler özünde ve sözünde Türk olan Türk’e, özde ve imanda Müslüman olan Müslümana, bizimle kardeşliği ve komşuluğu yürekten kabul eden herkese gönderilmiştir, geliyor.
“Ne anadil kalmış, ne baba dil!” feryadına kapılmış olanlaradır sözüm. Biz sizi de çok seviyoruz. Yataktaki ağır hastadan, tutunup tay durmaya çalışan afacana kadar hepimiz bir bütünüz, bütün kalacağız.
Sizin değiminizle, cesur, satılmaz, kaliteli ve güçlü dava erlerine ihtiyaç var.
Biz onları karaçalılıkta aramıyoruz, anlar hepimizin arasında, hepsi bizlerden biridir, hatta aradığımız O siz kendinizsiniz.
Soruyorum size: Eski bir öğretmensiniz Vatan sevginiz ateşli. Şiirleriniz var. Bulgaristan okullarından Türk çocuklar Ege ve Marmara Denizi sayfiyelerinde kamp yapıyor. Gittiniz mi yanlarına. Okudunuz mu şiirlerinizden yüreklendirici seçmeleri? Birçok emekli öğretmenimiz var. Şu “şükür işim iyidir, emekliyim, rahatım!” havasından çıkıp dedenizin ve nenenizin yattığı öz köyünüze gidip, top oynayan, çelik atan, ırmakta balık kovalayan çocuklarımızla Türkçe konuşsanıza. Onlar dede sevgisine, kendilerine Türkçe çıkışılmasına hasret. Bir dede tokatına hasret… Ne dersiniz?
Eleştirinin eleştirisinden çıkacaktır, içilecek şifa suyu…
Yeni önderler yetişecek aralarından. Yarın en yüksek ağaca çıkıp ormanın ötesini görüp bize yol gösterecekler. Biz de omuz omuza yürüyeceğiz arkalarından. Onlar evet işte o sümüklü delişmen afacanlarımız…
Siz de biliyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ının Kırcaali Cami ziyaretinde kendisine bilgi verirken iki sözünden biri “komple” olan cahil müftülerin ne ödevi ne de işi olacak bu dava.
Müftülerimiz ne yazık ki, “komple” ezilmemize hep göz yumdular, “komple” tekmelenmemizi görmezden gelirken hep devletten “komple” maaş aldılar. Olumsuz lamanın olumsuz lanması yani reddin reddi işte buradan başlamalıdır. Bir din adamının vicdanı ve bilinci kirliyse hemen camiden çıkmalıdır. Cami ekmek teknesi değildir…
Son:
Zaten, B. Bozdağ işitmek bile istemese de gerçek şudur: Halkımızın 1929 ile 1953 yılları arlarında Şumnu Nüvvab Üniversitesinde yetiştirdiği Türk ve Pomak din adamlarından % 85 ilk fırsatta okul odalarını, medrese ve camileri bırakıp Vatandan kaçmıştır (kovulmuşlardır). 1968-1978’de olay tekrarlanmış. 1989’da son defa yinelemiştir. Lafı uzatmayayım, Türkiye Cumhuriyeti de bol keseden harcayıp ömür boyu kör cahil din adamı yetiştirmekle yükümlü değildir. Bizim aydın ve bilinçli, halkımızın davasına sevdalı kadrolara ihtiyacımız var. Bunu da yapabilecek dünyada tek devlet var o da Ankara bunu algılayabilmelidir. Menfaatçılarla değil dava adamlarıyla değişimleri gerçekleştirebileceğini artık öğrenmelidirler.
Şu sözlerimden kesin eminim:
B. Bozdağ BULGARİSTAN TÜRKLERİ ÖĞRETMENLER BİRLİĞİ BAŞKANLIĞI İLE GÖRÜŞMELİ VE ONLARI YÜREKLENDİRMELİYDİ. Şahsen ben ne cennette ne de cehennemde Arapça konuşulduğuna inanmıyorum. Türklerin cennet dili anadilimiz Türkçedir. Başbakan Yardımcısının bu noktada ağırlığını koyması çok beklendi. Şimdi, her şey yine eski hamam eski tas.
Bulgarlar bize, Bekir Bozdağ’ı geldi “ana dili falan demedi!” diyorlar.
1989 Ağustosunda o zamanın T.C. Dış İşleri Bakanı Mesut Yılmaz Kuveyt’te “Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının hakları Doruk Toplantısında “yorgan altında Türkçe konuşsunlar, engel olmayın!” demişti.
Evet, değişen bir şey yok. Dava bizim kendi öz davamızdır ve hep yanlış insanlara güven bağlandıkça suyun suyunu çıkarıp, halkımıza şifa suyu içirmek de zor olacak tabii.
Evet dava bizim kendi öz davamızdır.