Şakir ARSLANTAŞ

 

İstanbul Zeytinburnu’nda 3. Uluslar arası Bulgaristan Sempozyumuna katıldım.

Ankara’dan Bulgaristan Türklerine AK Partinin dışından destek gelmedi. İzmir Milletvekili Rifat SAİT’e bizlere desteklerinden dolayı teşekkür ederiz.

Türkiye’de siyasi güçleri, partiler, belediyeler, göçmen dernekleri hep beraber sorunlarımızı görüştük. İlk kez, (30 yıl gecikmeyle) Bulgar demokratik aydınları, sivil toplum örgütleri, protesto hareketi öncüleri bize geldi. Konuştuk. İsimlerimiz değiştirilirken ve biz sel gibi akarak göç ederken çektikleri filmleri birlikte izledik. Onlar da “büyük bir trajedi” dedi.  Bu trajedide, istediğimiz zaman geri dönme hakkımızı muhafaza edebilmemiz çok iyi oldu. İlk defa Belenede sadece Türkler değil Bulgarların hatta onlar için oraları kurulduğu ortaya kondu. Bulgarlar da Belene’de veya diğer toplama kamplarında neler çektiklerini anlatırken halkın büyük çoğunluğun göz yaşları akıverdi.

Bu buluşmada  Türk-Bulgar “davamız ortak” görüşü ağırlık kazandı. Böyle bir foruma ilk kez geldikleri için endişeliydiler. 5 oturumda beraberdik ve ortak bildiri kabul ettik. 25 yıl sonra da olsa Bulgarca’mızdan etkilendiler. “Bundan sonra her an her yerde birlikte olma ve dayanışma gereği” ana konu olarak sivrildi.Büyük dava – demokratikleşme ve adaletli bir toplumu kurma” değerli bir tespit oldu. Bu olmadan etniklerin eşitliğinden söz edilemeyeceği noktasında birleştik. Onlar da “Bulgar Etnik Modeli” için çok zarar verdi ve artık çöktü fikrini savundu.

Konuşmacılardan biri gizli servis “DS” tarafından Londra’da öldürülen, bilinen ve sevilen Bulgar yazar Georgi Markov ile Türkiye’ye kovularak süründürülen Ömer Osman Erendoruk arasında fark görmüyorum, dedi.  İkisi de Bulgaristan’ın, Bulgaristan demokrasi mücadelesinin ve sonunda Bulgar halkının evladı. Bu sözler çok alkış topladı. “Sevgi Kırıntıları Arıyorum Yollarda” kitabından şu dörtlük okundu:

“Korkma, yürü umudusun milletin.

Her mâni yıkar, ezer himmetin.

Tuttuğun yol terakkinin yoludur.

Kalbin, fikrin emel ile doludur.”

Yoğun katılım, yüzlerce kişi, Türk, Bulgar, Pomak ve Roman!

Esaslı konuşmalarda tokmağı örs üzerindeki aynı noktaya vuruş, siyasi analizlerde çakışma, son hedef bizi mutlaka kaynaştıracak umudu doğdu. Ben ilk kez böyle bir heyecan yaşadım. Birlikte uyanmamız ne güzel olur…

Derelerin, çayların bir ırmakta toplandığı gibi, demokrasi ve özgürlük davasının yeni aşama heyecanı, birlikte olma umudu sanki doğdu. Ve yenilmezliğin irade ve kudretiyle bütünleşti..

  1. bilgi şöleni kendi başına bir olay oldu.

Bir asır tekrarlayan göç gerçeği, etnik temizlik faciası, arasız devam eden ve ucu görülmeyen kültürel soykırım! Çok sevdiğimiz vatanımızda şifa bulamayan totalitarizm hastalığı!

Parçalanmış, bölünmüş olmanın, ezginliğin sızlayan yaraları? Bu dünyadan göçerken kimsenin vatanını beraberinde götüremediği bilincinin uyanması!

Şimdiye kadar geçmişimizin acı gerçekleri Bulgarların önünde ve onlarla birlikte böylesine ince elenip sık dokunmamıştı. Balkanların kültür anakenti İstanbul’da masaya yatırılan etnik temizlik ve kültürel soykırım konusu başlı başına önem arz etti. Olaya bir başka açıdan bakıldığında göçe zorlananlara sanki iyilik yapılmıştı, çok daha iyi koşullarda yaşıyorlardı.  2002’den beri dünyanın belini büken ekonomik, mali, kültürel bunalım ortamında, arasız yükseliş trendi gösteren Türkiye Cumhuriyeti adını sempozyuma büyük harflerle yazarken, olaya farklı anlam kazandırdı. Orda Doğu sınırında yıllar yılı savaş olmasına karşın ve 2 milyon savaş kaçağına ev sahipliği yapan Türkiye’nin olaylara bakış açısı Bulgar konukları etkiledi. İnsanları kovmak memleket sorunlarına çözüm anahtarı olamaz fikri parladı.

Gözler, tamamen Ankara’ya döndü. Türklerin yarattığı mucizeler etkileyici oldu.

Bulgaristanlı göçlerin Bursa’dan sonra en büyük kitle olarak İstanbul’da, Trakya’da olması, forum havasına yansıdı. Yerli ve yabancı sivil toplum örgütleri aralarında temas kurdu.  Hak ve Özgürlük Hareketi HÖH-DPS foruma temsilci göndermedi. İstanbul, Bayrampaşa, Yıldız Merkezli BULTÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği bu girişimde öncü oldu. Ana konuşmayı Bultürk Başkanı Rafet Ulutürk yaptı. Rapor, sanki etnik temizlik ve kültürel soykırım 21. yüzyılda Bulgaristan’da hayat hakkı bulamamalı, çağrısıydı. Hazırlık dönemindeki stratejik çalışmalar, yayınlar, halkla görüşmeler konuları her soydaşa indirdi. İlgi dalgası yükseldi. Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezinin sürekli yayınları ve nitelikli sunumları dikkati çekti.

Şöyle ki, Vatan’da olup biten her şeye, siyasi güç dengesine, iktidar kavgalarına, halkımızı daha da talan etme tuzaklarına yeni bir geniş görüşlülükle ışık tutmak doğal hakkımız olarak yerleşti. Kapılarımız sonuna kadar açıktır. Foruma ilgi pekişen güveni kanıtladı. Artık Bulgaristan’daki kardeşlerimizle Türkiye’deki soydaşlarımızın, Türkiye’de gelişin sivil toplum hareketleriyle Bulgaristan demokratik direniş hareketinin bir bütünde birleşmeleri gereği herkes inandı. Büyük demokrat Edvin Sugarev’in hararetli konuşması bu açıdan yeni bir sayfa açtı. Bu arada bu davada kuşakların da birbirinden koparılamayacağına inancı belirdi. Türkiye’de yaşayan bir Karslı nasıl Vatanıyla gururlanıyorsa, Kubrat’lı bir soydaşımız da aynı gururla yaşama hakkına sahiptir. Kimsenin vatanında gözümüz yok. Bizim olanı da kimseye vermeyiz. Bizim vatanımız bize yeter. Aksini iddia edene aramızda yer yoktur. Öyleyse, suyu aynı kaptan içme ve aynı kaynaklardan bilgilenme, aynı yöne bakma zamanı gelmiştir.

Gel gelelim bu adımları yine planlı ve yine halkla el ele vererek atmamız gerekiyor.

Yanlış adım atma, kibirlenme, birbirimize düşme, tek başımıza karar verip yanlış yapma lüksümüz yok artık.

Yazımı burada noktalamayı düşünürken bir olay oldu.

Olana bakınız!

Duvarındaki TV,  Feytullah Gülen hakkında kırmızı bültenle arama kararını okudu. Yıllardan beri devam eden Türkiye’yi,  Türk milletini bölme, devlette darbe, dini çarpıtma, halkımızı aydınlık ve kardeşlik isteyen öz iradesine rağmen karanlıklara itme çabaları nihayet suya düştü. Sağduyulu olan herkes “yılanın başı ezildi” dedi.

Biz, Bulgaristanlılar, Türkiye halkına, öz vatanımızda yaşayan yakınlarımıza geçmiş olsun diyoruz. Yobazlara karşı alınan tedbirlerin basın özgürlüğü, insan hakları falan filanla ilişkisi yoktur. Türkiye devletini devirmek isteyenin meşru hakkı olamaz. Tümümüz büyük bir dertten kurtulduk.

Yobazlar “okutacağız” vs. bahaneleriyle uyanık ve sağlıklı evlatlarımıza şahin gibi atlıyordu. Kandırıyorlardı, Kime yaklaşsalar hepsinin geleceğini kararttılar. Birçok ana baba kan ağladı. Gözyaşları dinmedi.

Başımız bir yandan Bulgar ırkçı-milliyetçi, şöven mayalanma ile dertteyken, Türklüğümüzü kemirip bizi içten teslim almak isteyen Feytullahçılardan kurtulmamız çok önemli bir zafer sayılır. Gülen giderse onlar da tasını toplar gider. Yaklaşık 10 yıl önce bizim “Drındar“ köyünde İngiliz Şatosu gibi bir “okul ve yerleşke” kuruldu. Köy ortasına da bir cami diken Ahmet sinsisinin aklından geçen “okulu” yobazlara kiralamak oldu konuşuldu. Korkmuştuk. Açılış yapmak nasip olmadı. Dobruca yöresi Türk ve Müslüman çocukların gözlerine karanlıklardan en zifiri karanlık perdesi çekilemedi.

Halka yararı dokunmayan  “Bulgaristan Zaman” gazetesi onlarındır. Bu yayın Türkçe olmasına karşın, içeriği bize yabancıdır. Ana dilimizde çıksa da, bu yayının okunmasında yarar göremedik.

Türkiye devletine zararlı, darbe niyetli yayınlar bize gelmez. El sürmek istemeyiz.  Şu da var. HÖH-DPS-ci zihniyetin Sofya’da çıkan “Zaman”ı yasaklatmak isteyeceğine inanmıyorum. Çünkü bu yayın dişsiz ve ilkesiz yazılarıyla Türklüğümüzü ve Müslümanları uyutma davasına hizmet ediyor. Papazlarla sarmaş dolaş olma, onları ödüllendirme masallarını getiren onlar oldu.

Bu yayınla hükümeti elde etmek için yağcılık yapıldığı iyi biliniyor.

Bizi yalan yanlış haber, asılsız ve tutarsız yorumlarla avutma konserinde onların solist rolü gözden kaçmıyor. Dini fikirleri bizim gerçekliğimize uymuyor. Burası ne Arap çölü ne de dağ başı! Dayatılan görüş bize terstir. Bakış açıları önem ve değer arz etmez. Dinlerin birliği maskesiyle Papazlarla sarmaş dolaş olma, İftar gecelerine paraları sofraya toplama, şu gergin ve sızılı döneme hiç uygun düşmedi. Halkın kendi sorunları başından aşkın! Ucunda umut olmayan bir bakış açısı kabul edilemez. Dertlerimize tuz ekenlere şirin bakamayız. Bu bir çeşit zorlama ve ödüncülük olur. 20.yüzyıl yaralarımız henüz savmadı. Toparlanamadık. Kimliğimiz üzerindeki ince hesaplara tahammül edemeyiz.

Zaman Gazetesinde Bulgaristan Türk köylerinden alınıp eğitilmiş kadrolar da çalışıyor deyip itiraz edenleriniz de olabilir. Evet, F. Gülen zihniyeti kendine kadro eğitmek için bizde de okul açtı. Hain zihniyette hizmetçi eğitti. Onların ödevi, Türk ve Müslüman halka, dinimize ve geleneklerimize hizmet ve katkı sağlamak değil, kendi çıkarlarına hizmet sunmaktır. Bizde yerleşen bu kanıdır. Görüş ve faaliyetleri öz davamıza yararsızdır. Biz artık filizlenip yapraklanmaya çalışırken yeni tuzaklara düşemeyiz. Türkiye’den geldi diye, hepsini başımıza taç edemeyiz. “Kırmızı Bülten” kendi konuşuyor.

HÖH-DPS hain zihniyeti Feytullahçıları destekledi.

Onlar Bulgaristan’a girerken iktidardaydılar. Memleket çapında örgütlendiler. Göz yumuldu. Türklüğe bir damla katkıları olsa idi Volen Siderov ile Valeri Simyonov dünyayı başlarına yıkardı. Çıt diyen de yok. Önce “Bankiya” kasabasında, sonra Sofya’nın “Obelya” semtinde okul açtılar. Sahte Türkçü, sahte Müslüman gençler yetişti. Yapılan bir ankette hepsinin polis olmak istediği anlaşıldı. Bitirince “tercüman” oldular. Dönen dolaplar sayesinde Ankara Türk Edebiyatını dış dünyada tanıtma kaynaklarından kazandıkları paralarla geçinmeye alıştılar. Bulgarlaştırdıkları eserler elektronik çeviri şaheseri, ruhu alınmış yazarlar, özsüz fikirler ve havası olmayan bir çağ. Türk maneviyatı öksüz! Yüreksiz bir Türklük yaratmakta amaç ne olabilir?! Sormak istiyorum da, soracak adam bulamıyorum.

Olaya bir basamak daha derinden bakalım:

Birkaç yıl öncesiydi. “Aktüel” dergisine takıldım. Klasik Rus yazar F.M. Dosytoevski’nin temel eserleri Rus dilinden Türkçemize değişik zamanlarda 9 ayrı çevirmen tarafından tercüme edilmiş. Baskı tarihleri ortada! Türkçeleştirilen metinler yıllar sonra birbiri ve orijinalle karşılaştırılınca yeniden yapılan çevrilerin eski tercümelerin kopyası ve hiç birinin Rusça metne uymadığı saptamıştı. Böylece tercüme işi para basan makine olmuştu.

Şimdi şu F. Gülen’in molla uzantısı tercümanlarının yaptığı iş de akıllara durgunluk veren niteliktedir. Romanları şiirleri bilgisayarla tercüme edip, çevirmenden geçiniyorlar.  Türkçe’mizi, ana dilimizi, Türk edebiyatında yaşayan ruhsal yüceliğimiz i, uygarlığımızı baltalama ödevi benimsemişler sanki. Hem de bunu Ankara Kültür Bakanlığından aldıkları paralarla yapıyorlar.  Ruhumuzu söküp, yerine zehir otu dikip bize şifa niyetiyle içiriyorlar.  Feytullahçı kadroları Ankara’dan besleme yolu bulunmuş. “Eden kendine eder! Bir gün gelir işler yoluna girer!”  Ben demedim.  Bu pirincin taşı ayıklanmazsa yazık olur. “Elektronik çeviri piyasaya çıkalı bu elemanlar Ankara’dan Euro emerken bacak bacak üstünde Türklerin budalalığına gülüyor.”

Bu meyveler çürük. Azerbaycan, Özbekistan, Rusya bu işi yıllar önce noktaladı. Onlara “defolun” dedi.  Amerikan emperyalizminin dünyaya hakim olma amacıyla yarattı bunları.

Türk Dünyasında Halifelik” hayallerine kapılanlar onlar değil mi? Molla bozuntularının bizimle işi yoktur ve olamaz.

Çeviri konusuna biraz daha derin girmek istiyorum.

Bazen tercümanın kırdığı potu yaratan gelse düzeltemez!

Şu Feytullahcı yobazlar değil midir “Türkçe diye bir dil yok!”, “Türklüğün kendi kadım kültürü yoktur!” diye yazıp çizenler? Şimdi biriniz yerinde fırlasa ve “iftira” dese. İnanmam, çünkü bunları kendi kulağımla işitmişim, okumuşum…Bu saçmalıklar hazımlarımızın işine nasıl da yarıyor bir bilseniz! Böyle düşünen bir kişiden doğru dürüst tercüme etmesini beklemek abestir.

Tercümanlara acıyorum:

İktidar memesinden 25 yıldır emebilmek için ana dilimize, dinimize ve geleneksel kültürümüze düşman kesilen HÖH-DPS – kafasızlarından pek farkı yok Gülencilerin. Bizim “lider” bozuntuları Türkçesiz, İslamsız, özgün gelenek ve kültürsüz bir Türklük yaratma kalıbı geliştirdiler yani bizim paralelimizi, sahte modelimizi geliştirdiler. Bu kalıba şimdilik kendilerinden başka giren yok. Kalıptan çıkarlarsa gidecekleri yer hapis koğuşu olduğundan kalıplamış kalmak zorundadırlar. Halk topluluğumuzu da  “taş kadın” durumuna getirdiler. Gülencilerle aralarındaki fark vurgulama ve üsluptadır. Gülen kadrosunun kullandığı terimler Türkçe sözlüklerde yoktur. L. Mestan tayfasının lügatindeki terimler de Bulgarca sözlüklerde yoktur. Halktan o derece uzaklaştılar ki, onları anlamak zorlaştı, çevirmenlere ise acıyorum.

Biz söz daracığımızda olmayan bir şeyin hayatta olacağına ve olur da bize yarar getireceğine asla inanmıyoruz.

Konumuza devam etmezden önce, kısa bir parantez açmak istiyorum:

Lügat demişken, Bulgarcaya tercüme sorunu (elektronik işgüzarlığa eleştirimiz bir yana)  aslında son dönemde aktüel oldu. Gözde kitapçılara girdiğimde Elif Şafak’ın tüm yapıtlarını en göze çarpar raflarda görünce içim içime sığmıyor. Hele sunduğu düşün tarzı kafaların uyuyan hücrelerini Halaç pamuğu gibi atıyor. Hasımlar bize bu konuda nasıl saldırıyor, biliyor musunuz? İngilizce yazıyor. Bu yazı Türkçe olmaz, deyip dikiyorlar burunlarını…

Tercüme olayının bir başka boyutu:

Yine bu cümleden olmakla, T.C.’nin Sofya Büyükelçisi Sayın S. Gökçe çok bilgili, çok ince edalı hem Türkçe hem de İngilizce olmak üzere akıcı bilge aktarımıyla ve somut vurgulamasıyla öne çıktı. Bildiri dilini aşamayan daha önceki Büyükelçilerimizden onu farklı kılan kişiliği Bulgar kamuoyunu kısa sürede güçlü etkiledi. Bulgaristan Türklerinde de sessizce bir gurur kanatlanması yaşandı.

Birkaç gün önce Sofya’nın “On Air” TV yayınında Büyükelçimizi bir söyleşide izleme fırsatım oldu. Çeviriye de özel dikkat ettim. Yüksek öğrenimimi Bulgaristan’da aldığım için tercüme kulağım deliktir. N. Sargın Bey isminde Kırcaali yöresinden olduğu sönük bakışından okunan iyi yetişmiş bir kardeşimiz canlı (anında) çevirideydi. Ana ayrıntıda, Bulgar ırkçı milliyetçilerinin siyasete yeni bulaşan ve söylenen sözün atılmış bir taş olduğunun pek farkında olmayan “PF” lideri V. Simyonov’un meclis kürsüsünden Romanlara (Çingenelere) çok şiddetli ötekileştirici saldırısı ve aynı küstahlıkla T.C. Cumhurbaşkanı Sayın R. Tayyib Erdoğan’a da dil uzatması vardı.

Sayın Büyükelçimiz S.Gökçe, “Sayın Cumhurbaşkanımızın şahsını ilgilendiren bir hakaret var. Çok çok rahatsızım. Nahoş ve kabul edilemez bir durum!” dedi. Tercüman çeviride “çok çok” derecelendirmesini atladı.

Çingenelere uygulanan aşırı ayrımcılık politikasına diplomatik bir vurguyla giren ve sert tepki veren ekselansın “ayrımcılık” değimini tercüman atladı. Bu söyleşi ancak ve özel olarak işbu “ayrımcılığı” kınamak için yapılıyordu. Benim gibi, iki dili de iyi bilen seyirciler şok yaşadı, kanısındayım. Çeviride ana terimleri atlamak ya da düzlemek, futbol maçında golleri saymamak gibidir.

Gel gelelim, ben bu noktada, Bulgar ve Türk dillerinin yapısı ve çeviri tekniği üstüne bazı özelliklerin diplomatik vurgulamadan önde geldiği görüşündeyim. Çünkü ertesi gün rastladığım ilk Bulgar bana “Sayın Gökçe Bulgarları seviyor,” deyiverdi. Bulgarca somut bir dildir. Kavramlı dildir. Türkçemiz ise üslubu ve ifadeleri genel bir dil. Genelin özeli beş olsa, somutu mesela yirmi beş olabilir. Bu yirmi beşten hangisinin konu edildiğini sezinleyip saptamadan çeviri yapıldığında sürekli kayma olasılığı söz konusu olur. Çeviri somuttan genele ve genelden somuta götüren yolu yani çeviri tekniğini bilmeyen bu işi yaparken tökezler ve problem yaşanır. Bu noktayı örneklemek istemiyorum. Sayın ekselansın bu incelikleri çok yakından bildiği, zaten tercümana yardımcı olmayı amaçlayan, her cümlesinde seziliyor. Olasılıklara yaşam hakkı tanımayan ince ayrılıkların kapsamına ve somut içeriğine işaret etmesi dikkati çekti. Konuyu izzeti nefis meselesi yapmamak için burada noktalıyorum.

Çevirmenlerin birbirini dışladığı olur. Bir örnek:

Ankara’da  T. Jivkov ile Sayın S. Demirel arasında bir zirve görüşmesinde, Büyükelçilikten Donço Peev ile Sayın Osman Kılıç tercümendiler. Bir ara Sayın Kılıç yerinde fırladı ve  “yanlış tercüme edildi,” dedi.  Akan sular durdu. Jivkov , Peev’” e dönerek “sen kenara çekil, bundan sonra çeviriyi Sayın Kılıç yapacak!” dedi. Bu anımı, “tercüme işi ince iştir” demek için anlattım.

Konuyu değiştirmeden, şu canlı tercüme kabinden yapıldığında “tümce atlama ya da birkaç cümleyi birden işitmezlikten gelme” (gerekçesi hep teknik arızadır)  olayı var. Bunu da yine Sayın Büyükelçimiz S. Gökçe’nin Sofya “Şereton”da verdiği bir T.C. ekonomik durumu ve kalkınma programı üstüne kapsamlı ve doyurucu bilgilendirme toplantısındaki İngilizce sunumunda yaşadık. İkinci çevirmen üç tümceden yalnız birini çevirirken hiç çekinmedi. Kuşkusuz, iyi hatiplerin, kaliteli çevirmeni olmalı, gerektiğinde kavram ve ince ayrım üstüne ön çalışma yapılması gerekli olabilir. Gerçekçi kulaklar elektronik basmakalıpları ve sözlüklerde olmayan sözleri atlayıp kullanmaktan korkanları yadsıyor.

Rusya Başkanı Putin’in de itiraf ettiği gibi, Türkiye’mizin “yükselen trendi” ortadadır. Öyle ama bunu işiten bazı milliyetçi, ırkçı yada Türklerin iyi olmasını, başarmasını hazmedemeyen, Türk ve Türkiye dendiğinde ufku kapanan ya da doğrudan doğruya geri zekâlı çevirmenlerin dilini sıkça sürçmeye başladığına tanık oluyoruz. Evet, Bulgarca Türkçe eski ve yeni sözlüklerin en kalınlarında bile “diskreminatsıya” (ayırım yapma, fark gözetme) terimi yok, fakat Bulgaristan bu yüzkarası işte 21. yüzyıl başında da başı çekiyor. Ve bu değimlerin sözlüklerde olmamasının nedeni de Türklerin ve Bulgarların ülkede ve dünyada olup biteni anlamakta güçlük çekmeleri olmalı, desem sen de mi kendini yenileyemedin diyeceğinizi biliyorum. Tercümanların bazı sözleri şu ya da bu nedenle bilmemesi ise, kendi esemelerine yazılır.

Eleştirinin yapıcı olanı, dostça yapılanıdır, en samimi selamlarımı kabul ediniz. Kırılmak yok!

  1. Gülen’in Bulgaristan’daki yobazlarını (çakma tercüman olarak) konu ettiğim bölüme dönüyorum. Onlar bizde, cemaatin ayakları kokuyor gerekçesiyle camiye girmeyen takım oluşturdu. (Öncelikli Paralel Müslümanlar) Namazı hep “Zaman” gazetesi lojmanlarında kıldılar. Bizde imtiyazlılar katmanını oluşturan onlardır. Oysa dinimizde imtiyazlı olan yoktur. Zavallıların durumuna düşeriz korkusuna kapıldılar. Bizden iğrendiler. Sahte özgürlükçülerin ve sahte adaletçi elit kadroların yanına sokuldular. Köfte sofralarında onlarla birlikte olmakla kıvanç duyabilirler. Ayranımızı içmeden, yemeğimizi yemeden, bizimle birlikte terlemeden kokumuzu nasıl alsınlar, nabzımızı nasıl tutsunlar ve içimizdeki acıyı, tatlıyı, hüzün ve umudu nasıl yansıtsınlar. Onlar bizden ancak yakınabilirler.

Gazetelerinin birinci sayfalarına hep dönek Ahmet’in ve ihanet zihniyetinin icra müdürü Lütfü’nün boy resimlerini basmakla da böbürlenebilirler.

Halka yararlı iş yaptıkları görülmemiştir. “Biz bir boşluk doldurduk, “Zaman” Bulgaristan’da Türkçe boşluğu doldurdu” diyeceklerini biliyoruz. Onların anlattıklarına göre, biz onlar gelmezden önce bunarlarımızdan suyu katranlı ellerimizle içiyormuşuz da, onlar elimize kepçe vermişlermiş. Bize verdiğiniz bardak camdı ve kırıktı, dudak ve damaklarımızı param parça etti.

Şu bir gerçektir. 25 yıldan buyana sizin suyunuzla dönen değirmenden ekmeklik un çıkmadı.

Kendinizi savunma hakkınızı gizli tutabilirsiniz. Olay ortadadır. Bütün T.C.’yi saran acı koku burunlardadır. T.C. devletini devirmeye el kaldırandan bize yarar gelmez. Olay bitmiştir.

Bu konu üzerinde özellikle durmamın nedenine gelince!

Bulgaristan’da önce aylık, ardından haftalık, sonra da 3 günde bir çıkacak Türkçe bir gazeteye ihtiyaç vardır. Bu gazete Türkçe ve Bulgarca olmak üzere, iki dilde de çıkabilir, çünkü genç kuşağımız çoğunlukla Bulgarcası daha güçlü bir nesil olarak oluştu. Sonra fikirlerimizin Bulgaristan demokratik güçlerine de onların dilinde ulaşması zorunlu oldu.

Bu gazeteye sağlı olarak çocuk edebiyatımızı yansıtan haftalık ilaveler de olmalıdır.

Gazeteyi destekleyecek yazar ve şairlerimizin yazılmış ama değişik nedenlerle basılamamış birçok eseri sıra bekliyor. Bunların sesi halkımıza ulaşmalıdır. Gazetenin bütün annelere ve genç gelinlere hitaben sayfaları olmalıdır.

Sofya’da basılacak olan bu gazete okurlarımıza ilk üç sene bedava dağıtılacak ve her haneye kadar posta ile şahsa ait gönderilecektir.

Bununla birlikte, artık Bulgaristan’da günde en az 2–3 saat yayın yapacak bir Türkçe haber, yorum, kültür, edebiyat, tarih ve müzikli, eğlenceli radyo programı başlatma zamanı da gelmiştir. Biz, yeni palazlanan Bulgar oligarşi burjuvazisi, çalan kapan soyan takımıyla HÖH partisi yöneticileri arasındaki ganimet kavgasına katılmak istemiyoruz. Anlaşıldığı üzere memleketimizde üretim biçimi, üretim ilişkileri vs. yeni baştan değişmelidir. İnkişafın kendi dili olmalıdır.. Bu olmadan ne reform, yeni iş örgütü, ne de yeni kültürel ilişki kuramayız. Bizim kendi radyo yayınlarımızın başlaması davasında ya yardımlaşmalıyız ya da desteklenmeliyiz. Şu durumda bunu Bulgaristan destekli yapmamız olanak dışıdır. Bu işin başını çekecek olan güçlerin sivil toplum örgütlerinde birikim topladığına inanıyoruz.

İstanbul etnik temizlik ve kültürel soykırım 3. ulusla arası bilgi şöleni buna kanıttır. Demokratik dönüşüm ve adaletli bir toplum kurma yolunda düşünce ve çabalarımızı Bulgar sivil örgütleriyle demokratik aydınlarla birleştirmek zorundayız.

Reklamlar