Alptekin CEVHERLİ
+++++
Bir suredir Suriye’de yaşanan iç savaşı gerek ülke olarak ve gerekse de dünya olarak izliyoruz. Türkiye son dönemde yeniden yapılandırdığı dış politikasıyla olumlu bir ivme yakalayarak hem bölgede söz sahibi olduğunu dosta düşmana hatırlattı, hem de bölgedeki dost unsurlara (Türkmenlere ve ÖSO’ya güven verdi.
Evet, Suriye gibi çetrefilli bir arazide kara harekâtına girmek elbette çok zor. Ancak Türk Ordusu, ilk bir hafta içerisinde geçekleştirdiği üstün başarı ile birkaç yıldır peş peşe büyük bir darbeler almış haliyle dahi, ABD ve Rusya ordularının cesaret edemediği bir alanda ve elbette kendi hinterlandında büyük bir zafer kazandı. Ancak ardından Batı’nın müdahalesiyle harekât görüldüğü kadarıyla rölantiye alındı ve pazarlık sureci başladı. Zaten kayıplarımız da bundan sonra başladı veya arttı diyelim. IŞİD bırakıp kaçmakta olduğu mevzilerine geri döndü ve El Bab önünde durduk. Türkiye gibi bir süper güç için El Bab bir kaç saatlik bir operasyondur. Ancak kapı önünde bekledikçe bize maliyet artmaktadır ve daha beklersek de artacaktır.
Türkiye’nin bundan sonra yapacağı şey; gerek Rusya ve gerekse de ABD ile ilişkilerde kararlı bir şekilde duruş sergilemesidir.
Bu anlamda Rusya’nın Türk tank birliğinin karargâhını ‘yanlışlıkla’ vurması ve 3 askerimizi şehit edip; 11’ini de yaralaması basit bir hata olarak algılanamaz. Hem de koordinatların sağlamasını yaparak verdiğimiz bir saldırı; ya ABD ile ilişkilerini eskisi gibi tekrar sıcak hale getirme uyarısıdır, ya da Hatay’da vurduğumuz Rus savaş uçağının soğutulmuş intikamıdır. Ve ne yazık ki her ikisi de Türkiye için ciddi bir uyarıdır. Bu durumda Trump liderliğindeki NATO ittifakından destek ne kadar alınabilir ve\veya karşılığında ne istenir, iyi düşünülmelidir.
Bu nedenle Fırat Kalkanı harekâtında El Bab tamamen ele geçirilmeden gecen her gün, Türkiye’nin aleyhine işlemektedir. Son sürat El Bab’ın alınması bu anlamda olmazsa olmaz haline gelmiştir…
Fırat Kalkanı harekâtının bilinen 4 temel nedeni vardır:
1. Türkiye sınırlarının güvenliğini sağlayarak sınırdan gerçeklesen terör sızmalarının önüne geçmektir.
2. Suriye’de siviller için güvenli bölge oluşturarak Türkiye’ye olan yoğun göçü frenlemektir.
3. IŞİD’in elindeki yerleri kurtararak bölge insanına özgürlüğünü geri vermektir.
4. PKK’nin Türkiye’nin güney sınırlarını tamamen kapatarak ülkenin izole hale gelmesinin önüne geçmektir.
Şu an için bunların hangisi birinci önceliklidir derseniz? Aslında hepsi de birbirinden önemlidir. Ama uzun vadede en önemlisi 4. madde olan, Türkiye’nin güney sınırlarının izole edilmesi sorunudur. Ve işin kötü tarafı NATO ile çıkar çatışması yaşadığımız konu da; ne yazık ki budur…
Türkiye, eğer ABD ve diğer Batı ülkeleri ile anlaşabilir ve Rakka operasyonunda ÖSO ile birlikte başı çekerse, hem PKK tehlikesini bertaraf edecek, hem de Batı dünyasında haksız bir şekilde bozulan imajını düzeltebilecektir. Ancak Rakka’ya girdikten sonra (tıpkı Barzani’nin Kerkük’ten çıkmaması gibi) çıkılmaması bunun en önemli şartıdır!
Aksi durumda El Bab’ı alsak dahi PKK bölgesinin oluşumunu engellememiz şu konjonktürde zor görünmektedir.
Bu noktada, Türk dış politikası ile ilgili acı bir saptama yapmak ve ardından konuya devam etmek isterim. Şöyle ki; Türkiye’nin ve dahi duraklama döneminden itibaren Osmanlı Devleti’nin, tarihleri boyunca sürüncemede bırakıp da sonuçta hedefine ulaştığı hiç bir vaka yoktur. Bunun da yegâne nedeni, bunca devlet kurmamıza rağmen “devlette devamlılık esastır” kaidesini hayata geçirmememiz ve her yönetimle ve hatta hatta her bakanla birlikte dış politikada yeni bir maceraya yelken açmamızdır. (Elbette istisna olarak Hatay gibi bir kaç olay vardır. Ancak buna mukabil Musul, Kerkük, Kıbrıs, 12 Ada, Batum vb. yüzlercesini sayabiliriz…)
Hükümet değil, devlet politikası belirlememiz şarttır. Bu da ancak millî bilinç sahibi, koltuğundan önce milletini düşünen, kendini milletine vakfetmiş ve idealist devlet adamlarıyla mümkün olabilir.
El Bab ve Suriye ile ilgili olarak konuya dönersek; Sayın Cumhurbaşkanımızın bir gazetecinin sorusu üzerine bugün söylediği:
“Şu anda El Bab gerek bizim, gerekse ÖSO tarafından dört bir yandan kuşatılmış durumda. Güçlerimiz merkeze inmiş halde. En önemli nokta biliyorsunuz hastahane tepesi. Orası alınmış durumda. Artık DEAŞ güçleri tamamıyla El Bab’ı terk etme sürecine girdi. Öyle sanıyorum ki bundan sonrası an meselesidir. El Bab’dan sonra durmak… Böyle bir şey yok. Orada bir iletişim sıkıntısı olabilir. Ama DEAŞ’ın asıl merkezi El Bab değil Rakka’dır. Nihai hedef de 5 bin km² bir alanı temizlemektir.” Sözleri yüreğimize su serpmiştir.
Rusya ile varılan mutabakat her ne kadar Suriye topraklarına bir miktar girmemizi sağlamış olsa bile devamını getirmekte yetersiz olacaktır. Türkiye’nin daha Obama yönetimi varken teklif ettiği ve Trump yönetimine de tekrarladığı Rakka plânı gerçekleşirse işte o zaman sınır güvenliğimiz sağlanır ve sayıları 5 milyonu geçen Suriye Türkmenleri de rahat bir nefes alabilir. Bunun için Sayın Cumhurbaşkanı’nın; “Bizim buradaki hedefimiz nedir? Biz bu bölgeyi terörden arındırmaya çalışıyoruz. Bundan sonraki süreçte doğuya yönelik Mümbiç ve Rakka olayı vardır. Şu anda ABD yeni yönetimi ve CIA ile düşüncelerimizi paylaştık ve bu düşüncelerimizin takipçisi olacağız. Hedef burada 4-5 bin km²’lik terörden arındırılmış bir bölgedir. Böylece bizim kamplarımızdaki insanları kendi topraklarına döndürmektir.” Sözleri, PKK (PYD) ve IŞİD tehlikesinin bertarafının olmazsa olmaz anahtarıdır.
Reklamlar