osman bulbul Osman BÜLBÜL 

Konu:  Risk Alma Riskli Bir İştir.                           

Viyana’dayım. Kazanlık Baharı, Güller Bayramı burnumda buram buram koksa da dönemedim. Ihlamurlar açtı koklayamadım derken, dostum Menderesin kirazlarını ve bayıldığım kara dutları da kaçıracağım bu gidişle.

Vatanımı elektronik İnternet’ten izliyorum. Büyük bir suskunluk. Doğada yaprak kımıldıyor. Politikada içine çekilmiş. Sanki herkes herkesten korkmuş, korkuyor. Pusuya yatmış, saldırıya hazırlanıyor gibi.

Zaman, sanki her şeyi inceden inceye hesaplayıp, her türlü tedbiri alıp riske girenler kaybederse, talihlerine yenilmiş sayılmayı öğrensinler dersi veriyor. Risk alıp yenik düşenler, risk hesabını doğru yapamamış olanlardır.

İşte böyle bir zamandayız.

***

Geçmişten bir örnek; Bütün çarpışmaları kazanan ama büyük savaşı kaybeden Napolyon Atlantik Okyanusu  dalgalarında beşik gibi sallanan Corsika Akası’na sürgün edildiğinde ziyaretine gelen Generalleri:

Aman bir meydan savaşı eseri yaz, tüm deneyimlerini paylaş, askeri akademilerde çok yararlı olur” diye yalvardıkça yalvarıyorlarmış. O da defalarca “Bakarız”  demesine karşın “hayır yazmayacağım” deyip kestirip atmış. “Neden?”, Lütfen!” diyenlere cevabı şu olmuş:

Ben böyle bir eser yaratırsam, harp akademisi öğrencileri onu ezberler ve girdikleri çarpışmaları kaybettiklerinde, Napolyon suçlu, ben onun önerilerine göre savaştım! deyip risk almaktan korktuklarını gizlemek için, suçu bana yüklemeye çalışırlar!”

***

Benzer durumda İkinci Dünya Savaşı istihkamlarında Stalin Rus askerlere birer kutu “Mahorka”  ve üçer kadeh votka dağıtılmasını emretmiş. “Mahorka” filtre kısmı tütün, tütün sarılmış kısmı boş olan, ucu ezilip dudağa yapıştırılarak içilen geniz yakan bir sigara. Öyle sert ki, acısı ancak bir bardak votka bir defada yudumlanarak hafifletebilir. Birinci kadehi acısı söndürmek, ikincisini kendine gelmek,  üçüncüsünü de hücuma geçmek için çeken Rus askerinin savaş psikolojisini pek yazan olmadı.

Çünkü birisi kalemi eline alsa “biz fazla bir şey hatırlamıyoruz, çünkü hep sarhoştuk” cümlesine yer vermesi gerekecektir.

Ruslar bayramlardan da pek bir şey hatırlamazlar, çünkü gün boyu içerler.

***

Bizim memleketimizdeki durum da bu iki misale çok benziyor oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimleri kapı çalmaya hazırlanıyor, tarihi beli ayı, günü belli, ama ortada ciddi aday yok. Biz eğitim alırken, takdir ve ödüllendirme sistemi yoktu. İnanca göre “Takdir gelirse akıl giderdi.” Bizde korkaklarla akıllılar ülkeden kaçtılar. Etrafta dolaşanlar kendilerini akılı hissedenlerdir. Fakat hiç kimsenin ben aday olacağım diye ortaya çıkmaması, toplumun akıllandığı-na işaret değil midir.

Öyleyse, akılı olarak kabul etmek istediğimiz Bulgaristan toplumu, “Çar II. Semeon’a bile” güvenerek bir kaç defa riske girdiğinden olacak, çok kez kaybettim, bir daha aynı hataya düşmek istemem, havasında gururlu bir tavır almış bulunuyor. Bu arada Cumhurbaşkanı seçiminde kaybetmeyi göze alanların fazla düşünmesine gerek yok, işlere hemen dalarlarsa muratlarına ererler.

İnsan için en tehlikeli iş gözünde en çok büyüttüğüdür.

Hata yapma korkusu ise, tehlikeli işlere atılmada en büyük tehlikedir. Şu da var, parti başkanı ya da başbakan olsun, hiç riske girmeyen kişi Liderlik yaptığını zannetmemelidir. Anlaşılan toplumun gözü tehlikeyi yemiyor. Anlaşılan bu konularda “üstün akıl” dediğimiz görülmeyen güç ve her gün kravatlılar sofrasına oturan ve siyaset geveleyenler de bir noktada ve yeni bir Cumhurbaşkanı adayı gösterme konusunda görüş birliğine varamadılar.

***

En akıllılarına bile “şaşırdık kaldık” dedikleri şu günlerde meydana gelen olayların derin analizinde yenir yutulur tarafı olmayan şu 17 Aralık 2015 Saray Darbesi ve HÖH – DPS partisinin parçalanması olayında akıl ermeyen eksik noktalar var.

Yine Napolyon’a dönersek onun şöyle bir örneği, adeta akıl dersidir:

Başkente gelen İmparator, intikamına şahit olsunlar diye tüm bakanlarından ve birkaç senatörden oluşan bir devlet konseyi toplar. En yakın adamları olan iki suçlu da buradadır. Napolyon, Özel Kalem Müdürü Talleyrand‘a hücum etmek için hiç vakit geçirmez:

– Sen hiç bir şeyi mukaddes saymayan bir hırsız ve hainsin. Babanı bile satardın! Sana her türlü ihsanı yağdırdım, fakat buna rağmen bana karşı yapmayı reddedeceğin  hiçbir şey yok. İspanya’daki delice riskli girişim için bana tavsiyede bulunan sendin ama şimdi bunu baştan sona tenkit ediyorsun. Senin gözetimine verilmiş olan taçsız kalmış İspanyol pisliğiyle entrika yaptın. Bugün, İspanya işini bir hata olarak kabul ettiğin için beni her zaman bu kadar uyarmış olduğunu  beyan edecek kadar ikiyüzlülük ediyorsun…

Özel Kalem Müdürü görevinle ilgili olarak, anahtarları derhal bana iade edeceksin…  İstersem seni cam gibi ezerim; bu gücüm var! Fakat senden bununla uğraşmayacak kadar nefret ediyorum!…

Napolyon yarım saat kadar bu minvalde devam eder. Dinleyicileri taş kesilmiş halde oturmaktadırlar. Talleyrod sessizce eğilir ve çekilir:

– Ne kadar yazık der dışarıda rastladığı bir arkadaşına, “Bu kadar büyük bir adamın bu kadar terbiyesiz olması!

Konsey odasında İmparator şimdi Fouche‘ye hücumla meşguldür,  ve onu kamuoyu taratmakla başarısız kılmak ve düşmanlarına destek vermekle suçlar. Dinleyicileri taş kesilmiş vaziyette otururlar. Sessizce, Fouche eğilir ve orada kalır! İmparator yüksek görevlilerin  ikisinin de tüm itirazlarından feragat etmelerini  emreder; onlar sadece Onun görüşlerini yerine getiren birer araç olacaklardır. Tehditkar bir şekilde şunu söyler:

– Şüphe ihanete giden yolda ilk adımdır ve bu da muhalefet şeklini alır almaz fiiliyata geçecektir.

Bu arada tüm Paris, sadakatsiz “hizmetkarların” her ikisinin de ya sürgüne  gönderilecekleri ya da hapsedileceklerine inanmaktadır. Ama her ikisi de  görevlerinde kalır.”

Bu örneği seçmemin sebebi şu son cümledir: Ama her ikisi de  görevlerinde kalırlar.

İçimi kemiren ve beni huzursuz eden soru:  HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan  ilk yumruğu yer yemez neden HÖH-DPS partisinden çıktı? Neden partiden kaçtı?

Bunu burada Viyana’da Tuna’ya baka baka ağız dolusu küfür savurarak yakın arkadaşlarımla tartışmak istiyorum. Neden kaçtı?

Bu soruya kendi kendi verdiğim cevaplar arasında 3 tanesi adeta nefesimi kesiyor:

  1. a) HÖH lideri olarak başarısız olduğu için. Parti çöküyor, dağılıyor, toparlanamıyor, yeni formül bulunamıyor, halka aşılanmak istenen aşılar tutmuyor!…
  2. b) HÖH patisini parçalayarak Müslüman Türkleri meclis dışı bırakıp, bizi siyasetten ve devlet makamlarından kazımak isteyenlere bayrak ettirip, yalnız hainlere verilen “Kiril ve Metyodiy” ödülü almak için.
  3. c) “DOST” partisi kurarak, Müslüman Türkleri gerçek davalarından, Türk kimliği ve azınlık hakları, özgün kültürel haklar direnişlerinden caydırmak ve davamızı söndürmek için. Mestan risk mi aldı dersiniz?!
  4. d) Yoksa KORMAN’dan kalan mualifleri bitirmek için mi?

Bu kördüğümü çözemiyorum, amma çözmeliyiz!

Ben böyle düşünüyorum. Doğru olmaması için de her gün dua ediyorum. Büyük planların 40-50 yıl önceden düşünüldüğünü düşündükçe ve Bulgarların Rusya’nın itelemesiyle bizi “kara kan” gibi Bulgar vücudundan akıtmak ve memleketimizi Türksüz bırakmaya çalıştığını bildiğimden, olup bitene pek inanasım gelmiyor. L. Mestan’ın evrakları neden kayboldu, onun 35 yıllık ajanlığı var. Tam da bir önemli hainlik vazifesi yerine getirecek zamanı ve Türklerin politik arenadan atılıp cam gibi ezilmesi işi, bir “ödev” olarak ona verilmiş olabilir mi? Beni düşündüren mesele budur kardeşlerim, yine 20 yıl sonra ah hata yapmışız demeyelim?

Hani o Lüleburgaz’da, Çorlu’da, Bursa’da ve Deliorman’da “yağmur duası”, “Büyük Göçün Başladığı Acı Gün” vb vesilesiyle dinlenen davullar, yenen çevirmeler, kıvrılan göbeklerin pek anlamı yok. İşin acı tarafı bir de şudur:

DOST Parti Genel Başkan Yardımcısı görevine yükselmiş Mehmet Hoca gibi bir arkadaşın halk önünde yaptığı konuşmalarda ve TV söyleşilerinde “politik vurgulama“, “günün ödevlerine parmak basma” özellikli ortaya çıkmamasıdır.

Bu etkinliklerden birinin “Ergenekon Irmağı” boyunda yapılması ise bende şu çağrışımları uyandırdı. Uzak geçmişte balık oynaşan, sonra kirlenen ve kokan bu ırmak bizim Bulgaristan’daki durumumuza ayna tutuyor.

Biz de berraktık, 50’li yıllarda Türklüğümüz kükremişti, sonra zehirlenip bulandık, sonra ipe çekildik, zindanda çürütülürken koktuk, pis pis koktuk ve koptuk. Birbirimizden koptuk. İşte bu olay ideolojik yaklaşım bekliyor. Siyasetin kuru temizliği ideolojidir. Ama neo-liberalizm ya da faşizm değil.

Biz parçalandık ve dağıldık ve durula-bilmemiz için yeni ideallerin denizinde yıkanmamız, aklanmamız yeni inançlarla yüreklenmemiz ve zaferden zafere yürümemiz gerekiyor.

Bu seçimde köylerimizde buluşalım. Kuzuları orada yiyelim!

Eski ağaçların dostum Menderes’in kirazları tatlıdır. Bahçıvanların vazifesi onların çubuklarını genç fidanlara aşılamaktır. Şimdi kiraz zamanıdır. Etrafımıza bakınalım ve sorunlarımıza yeni çözüm arayalım ve siyasette sular neden durulmuyor. Acaba gene mi tuzağa düştük diye derin derin düşünelim. İnsanların gözlerine bakmaya, yüzlerini okumaya alışalım. Fidanlara en tatlı kirazlardan kalem aşılayalım.

Bu işi yapmak için ne “Mahorka” ne de votka içmeye gerek var.

Hayatı okumamız yeterlidir. En iyi günler sizin olsun!

Viyana’dan selamlarla,

Reklamlar