Tarih: 14 Ocak 2019
Yazan: Hamiyet ÇAKIR
Konu: Kardeşlerim; anadil konumuzu bu yıl gayet ciddiye almalıyız.
Veliko Tırnova Üniversitesinden (felsefe ve tarih) Prof. Milko Pandurski’nin Bulgar Milli Radyosu’na söyleşisi kamuoyunda güçlü etki yaptı. Eğitim ve öğretim konusunda söylediği şu sözler memleketimizin bekasıyla ilgili çok önemli bir gerçeği gün ışığına çıkardı.
Bizi daha mutlu günlere götürecek aydınlığın, bilgi olduğunu söyleyen Profesör şöyle dedi:
“Neden çıkmazdayız? Sosyal ilişkilerimiz kesilmiş durumda, eğitim öğretim düzeyimiz dibe vurmuş durumda, seçim listelerindeki insanların büyük bir kısmı okuryazar değil, bu kişilerin cahilliği fonksiyonel körlüktür.. Yani; okuyanlar, okuduklarını anlayamıyor, bu tehlikeli bir durum. Vatandaşlarımız anayasal haklarını ve yükümlülüklerini bilmiyorlar. Biz bu seçmenlerden ne bekleyebiliriz?
XIX yüzyılda Bulgar aydınlar öğrenimliydi. O zaman sosyal ve hukuksal durum ve kurallar okulda öğretiliyordu. Vatandaş olmanın anlamı, şehirli olmanın anlamı okulda öğretiliyor, hukuk öğretiliyordu. Totaliter Bulgaristan’da bile 8. Sınıfta Anayasa dersi vardı. Demokraside din cahilliği var. Din bilmeyen, moral, ahlak, namus öğretilemez….”
Bu satırları radyodan işiten ya da okuyan Bulgar şairlerin “Zavallı kalbim ne kadar harap” şiiri yazmasını beklerdim. Fakat durumun gerçekten çok üzücü ve dermansız olduğuna inanmaya başladım. Çünkü biz Bulgaristanlı Müslüman Türkler, orada yaşayan kardeşlerimiz bu bunalımı yaşamak zorundadır. Bulgar Devletinin bunalım yükü, onların da sırtındadır.
Bu yükü azınlıklara taşıtmak, yalnız etnik toplulukların ezilmesini sağlamak belki de modern politikanın ödevlerinden biridir.
Tarihte köle sahiplerini, imparatorları koruyanlar, köleleri birbirlerine kırdırırken, gladyatör dövüşlerinde yalnız eylenmemişler, aynı zamanda iktidarlarının ömrünü uzatmışlardır.
İnsanlık tarihinin en uzun savaşları kölelerin özgürlük kavgalarıdır.
Kabaran Bulgar faşizminin kabadayısı Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı, (VMRO-şefi) K. Karakacanov işsiz, gelirsiz, sosyal yardım ve çocuk parasıyla zar zor geçinenlerin sosyal yardım paralarını kırpmaya, durdurmaya göz dikmiş.
Hatırlatma yapılıyor. 1876’da Bulgaristan’ı Osmanlı’dan koparmak için bir asi çetesiyle Tuna’yı geçen ve Vratsa Balkanında çetecilerden biri tarafından tek kurşunla öldürülen Hristo Botev’in 7 çocuklu anası İvanka Boteva’ya 1886’da 8.Bulgar Milet Meclisi’nin yaşlılık emeklisi ödeyemediği anımsatılıyor.
Lise karnesi olmayan çingene kadınların 3. Çocuk için çocuk parası ve sosyal yardımların kesilmesi isteniyor.
Bunlar, Bulgaristan’daki durumun, bunalımın, karanlık çıkmazın daha da kötüleşip kararacağına sinyalidir.Bu nedenle biz Türkler birbirimize sarılmak ve var olan olanaklardan azami ölçüde yararlanma yollarını açmak zorundayız. Birbirimize her konuda destek olmalıyız. İlk adım 2019-20 ders yılında öğrencilerimizi Türkçe derslerine mutlaka yazdırmamız olmalıdır.
Bizim aydınlığımız Türk diliyle gelecektir.
Bu konuda büyük devlet adamı ve aydınımız Yahya Kemal Beyatlı şöyle demiştir:
“Lisan bahsi açıldıkça “Hala mı o bahis?” diyerek bezginlik gösterenler bana, acınmaya layık, gözlerini gaflet bürümüş en zavallı kayıtsızlar gibi görünüyorlar. Vatan bahsi asıldığı bir yerde “Hala mı o bahis?” diyecek bir Türk, iğrenç bir kayıtsızlık göstermiş sayılır. Bu telaki, lisan bahsine olan kayıtsızlığa karşı da bu derece doğru ve yerindedir.
Vatan fikri bizde daima vardı;
fakat Namık Kemal’in bu fikri, kalbimizi de yeni bir nefesle uyandırdığından beri, daha uyanığız. Onun, Vatan fikrini uyandırdığı gibi, bir diğer Türk şairi çıkıp da lisan fikrinin kutsallığını uyandırsaydı, bize öğretseydi ki, bizi ezelden ebede kadar bir millet halinde koruyan, birbirimize bağlayan sadece ve sadece bu Türkçe’dir. Bu bağ, öyle metin bir bağdır ki, Vatanın hudutları koptuğu zaman bile kopmaz. Hudut aşırı bu bağ, bizi yine birbirimize bağlı tutmaya devam eder.
Türkçe’nin çekilmediği yerler vatandır.
Ancak çekildiği yerler, vatandan çıkar. Vatanın kendi gövde ve ruhu Türkçe’dir. Bu bağ, bugün milyonlarca Türk’ü birbirinden ayırmıyor, fakat dimağdan dimağa, kalpten kalbe geçen bir telkindir ki, yarın Türk edebiyatının ateşli, feyizli, saf bir devresi açılırsa, milli ruhu bir elektrik cereyanı gibi, bütün o dimağlar ve kalplerden geçirerek, bu kütleyi yek pare bir halde ayağa kaldırır.
Heyhat, bir kimse zuhur edip de lisan fikrini kafalarımızda kutsileştiremedi.
Türkçey’i sevmiyor değil, seviyoruz. Fakat tıpkı, Vatan’ı Namık Kemal’den evvel sevdiğimiz gibi. Bu kâfi değil. Lisan fikri bizim kafamızda henüz ikinci derecede yer tutmuş bir fikirdir. Zannediyorum ki, bu bahisle ancak lisan meraklıları edipler, muallimler, alakalıdırlar.
Ah, bu gaflet, gafletlerimizin en büyüdür.”
Hepimiz biliyoruz ki Türkçemiz’in içinde bulunduğu sorunlar bilgisizlik, bilinçsizlik ve vurdumduymazlıktan kaynaklanıyor. “Evde öğrendiği yeter” sözlerini artık işitmek istemiyoruz. Yetmez evde öğrendiği.. okula gitmesi, derse girmesi, evde de kitap okuması şarttır. Bulgar’ın çocuklarımızı kulağımızdan tutup zorla ders odasına toplama ödev ve gücü yoktur. Bu ödev bizim irademizindir. Dilimizle ilgili yaşadığımız sıkıntıların geçen asır bilinçli olarak başımıza sarıldığını biliyoruz. Fakat 21. Yüzyılda anadilimizi unutturma ve filizlenmesini engelleme çabaları devam etmektedir. 1950’lı yıllarda biz toplum olarak diş bilincine varmıştık.
Türkçe’miz bizim ses bayrağımız olmuştu.
Türk isimlerimiz, Türkçe’miz için ayaklandık, hapis yattık, sürgünde süründük, beş kalpliymiş gibi dayandık, dilimizi gönlümüzde yaşattık. Türk dili sevgimiz, Türk ruhumuz, Türkçe düşünme tarzımız, Türk dili hissimiz, dil bilinci duyarlılığımız mücadele yıllarında pekişti.
Fakat özellikle 120 bin çocuğumuzun Türkçe derslerine yazıldığı 1994’ten sonra Bulgaristan Türk topluluğu bir gerileme ve durgunluk dönemi yaşadık ve bugün yeterli Türk dili bilincine sahip olduğumuzu söyleyemem.
Başımızın üstünde akbaba gibi dönüp dolaşan çok büyük bir tehlike var.
Bu tehlike önce yazı dilimizi kaybetmemiz yolunda güç topluyor. Bizi dilsiz bırakmak düşmanlarımızın ana hedefi haline geldi. Dilimiz zayıfladıkça milli Türk hislerimiz zayıflıyor ve Türk kimliğimizden ödün veriyoruz.
Anadilimizi devlet okullarında öğrenme konusunda ödün veremeyiz.
Çocuklarımız Türkçe dersi sınıf odalarına dolmalıdır. Türkçe öğrenmeli, Türk olma gururunu yaşamalı ve dünyanın en zengin dillerinden birini öğrenme şerefini yaşamalıdırlar.
Türkçe bilmeyen: “Ne mutlu Türküm diyene!” diyemez.
Devam edecek.
Lütfen paylaşınız.