Dr.Müjgan DENİZ

Size 1989 Ayaklanmamızı uzun uzun anlattım. Ayaklanmalardan sonra toplumda ekonomik ve politik değişiklikler olur. Bizde de oldu, Todor Jivkov rejimi devrildi. Totaliter rejim büyük bir çıbanbaşı olduğundan 25 yıldan beri akmaya devam etti. Pislikler hala damlıyor.  Kısmetse 2014’ün 5 Ekim parlamenter seçimleriyle artık tüm izleri kapanmaya başlar.

Politik olarak Komünizmin içinden Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile Türk ve Pomakların, Müslümanların hareketi olan (HÖH / DPS)  partisi çıktı. Bilirsiniz irinli yara kapanıp savmaz, biz de 25 sene yerimizde saydık, ne acımız bitti ne de yüzümüz güldü. Komünizm totalitarizme dönüşmemiş ve halka eziyet etmemiş olsaydı yani Marksist klasiklerin yazdığı kurallara göre gelişseydi, yıkılan düzenin içinde ne BSP ne de HÖH çıkardı. Çünkü toplumsal gelişim yolu ileri doğrudur, 1989 Ayaklanmamız bu ilerleme yolunu durdurdu, çünkü komünist rejimin gözü dönmüş, halk demokrasisi baskı ve terör rejimine dönüşmüş ve yok olmasının kaçınılmaz olduğu ortaya çıkmıştı. 1989’da Bulgaristan’daki durum bacaklarından ve kollarından kangren ve kanser olmuş bir hastanın doktorların elinde yapılacak narkoz olmamasına rağmen cerrahlardan kesin,  beni ameliyat edin çağırışını andırıyordu. Kangrenli bir hastadan çok sağlıklı bir şey beklenemeyeceğini, BSP-HÖH kardeşliğinin 25 yıllık acizliği herkesçe görüldü ve kanıtlandı. Kabaktan kavun doğurmasını beklemek yanlış olur. Ne Ahmet, ne Lütfü ne etrafındakiler bu arabada yalnız yolcu olduklarını defalarca doğruladılar.

Ekonomik olarak, sosyalist toplum endüstride üretim araçları üzerinde devlet mülkiyetine, tarımsal alanda da kooperatif mülkiyete dayandı. Ormanlar ve yer altı ve yer üstü zenginlikleri ve sular da devlet mülküydü. Devlet ve kooperatif mülkiyet özel mülkiyetin kamulaştırılması ve kooperatifleştirilmesi üzerinde geliştirildi. 1990’na kadar bizde tam 45 yıl işçi sınıfı ve kooperatifçi köylüler ücretli emekçiydi. Bu yasal bir durumdu. Öz ve biçim olarak yarım asır devam eden ve bazı alanlarda iyi sonuçlar da veren bu sosyal düzen, Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) nin devlet mülkiyetini devlet tekel kapitalizmi şeklinde çalıştırmaya başlamasından, kooperatifçiliği de Tarım Sanayi Kompleksleri (APK) şeklinde hantallaştırmasından, köylüleri tarım işçisi statüsüne geçmesinden sonra çöküşe geçti.  Nefes alamaz duruma gelen ekonomi kendini yenileyemeyince, kesin terimlerle ifade edildiğinde, ekstanziv ekonomi intanziv (yoğun) ekonomiye geçemeyince çöküş başladı. İntanziv ekonomi 1980’lerde dünya çapında bilimsel teknik devrim ürünü olarak yeni teknolojileri üretime kazandırdı. Hele elektronik sıçrama, kendisine ayak uyduramayanları ise “ölümle, yok olmakla” tehdit etmekten çekinmedi. Bu tehdidi hissettik ki, elektronikleşme alanında önemli yatırımlar yapmıştık, ama Moskova’nın değneği uzundu ve “sen misin benden öne geçmek isteyen” diyen o oldu.

Etnik bunalım: Tüm bunlara rağmen BKP, Bulgar devleti, yasama yürütme ve yargıyı tek yumrukta toplayıp “soya dönüş” ve “Bulgarlaştırma” çılgınlığına siyaseti başlatılmasaydı, belki de bunalımlar bu denli derinleşmezdi. Çökerten yanlış bir de, etnik halk toplulukları kimlik olarak yok etmeye kalkışması oldu. Önce Romları, ardından 1970’larde Pomakları, 1980’lerde de Bulgaristan Türklerini total baskı yöntemleriyle ve en şiddetli terör araçlarıyla tehdit edip ezmeye kalkışılmasaydı,  bazı ekonomik ve politik nedenlerin önlenilmez total toplumsal çöküşe neden olması önlenebilirdi. . Örneğin 1989 Türk Ayaklanması patlak vermezdi. Bulgaristan iş gücünün bel kemiğini oluşturan kalifiye endüstri ve tarım işçisi olan Türkler Vatanları dev bir kitle halinde terk etmezdi. Üstelik daha sonraki yıllarda, 2.5oo ooo (iki buçuk milyon) Bulgaristan Vatandaşı Batı Avrupa ülkelerine, Kanada’ya, ABD’ne vs. dağılmaz ve ülke nüfus olarak da tamamen çökmezdi. Nüfusun azalması ve dağılmasıyla kültür ve eğitim sistemi de çöktü. Doğum olmayan bir ülkede umutlar da kırılır ve insanların geleceği kararmaya başlar. Bizde de öyle oldu.

Çöküş dönemi: Yukarıda anlattığımız gelişmeler, aslında özel girişime dayanan kapitalist üretim biçimiyle devlet ve kooperatif üretim biçimine dayanan sosyalist üretim biçimi arasındaki çelişki keskinleşti. İki sistem arasındaki yarışta sosyalizm yenildi. Başka bir bakış açısı da değişik bir tablo çizdi.  XX. Yüzyılda toplum düzenleri değişse de devletlerin sömürgen ve saldırgan, hegemonyacı iç yüzleri, özü değişmedi. Son hesapta XIX yy boyunca saldırı savaşları yürüten Çarlık Rusya’yi 1917’de gömenler, 1970’lerde sosyalist bir devlet olarak Afganistana girince, bakış açısı, yargı değerleri değişti, güven kırıldı. Sosyalimi çökerten bir de insanların sömürüsüz toplum düzenine güveni kırıldı. Moskova’nın Afganistan saldırısından, 1974’te Prag işgalinden vs. sonra güven iyice yitirildi.  İki büyük dünya savaşı yaşayan geçen yüzyılda, bir de Avrupa, Asya ve Amerika halkları daha fazla kırılmak, savaşmak, yakılmak ve yanmak istemiyordu. Aya füze gönderen bir medeniyetinin çocuklara süt, yaşlılara ayakkabı verememesi tuhaftı ve adalet açısından inandırıcılığını git gide yitirdi.

Devrimler ve dönüşümler: Tarih büyük ve küçük devrimler bilir. Devrimler tarihin motorudur. Devrim olmadan inkişaf olmaz. Büyük Fransız Devrimi (BFD) dünyayı en fazla etkileyen inkılâplardan biridir. İkiyiz yıldan fazla bir zamandır BFD’nin  ardıl dalgaları devam etmektedir. Devrimle toplumsal düzen (formasyon – biçimlenim) değişir. Örneklersek, Fransız Devrimi feodal (toprak ağalığı) üretim biçimini kapitalist üretim biçimiyle değiştirdi. Toprak kölesi olan ve karın tokluğuna , İmparator, Çar, Kral, Kilise, ağa topraklarını işleyen köylülerden iş gücünü satanlar ordusu yani işçi sınıfı oluştu. Toplumun ana sosyal güçleri sermaye sahibi olan kapitalistler ve emeğini satan işçiler oldu. 1917 Rusya Sosyalist devrimi kapitalist üretim biçimini ret edip sosyalist üretim biçimine geçerken, kapitalist sınıfı yok etti. Üretim araçları devletin eline geçti. 1944’ten sonra Bulgaristan’da da öyle oldu. Ne ki, 1989 Ayaklanmamız, ne de 1989 ‘un 10 Kasım günü BKP’nin iktidardan düşmesi sonucunda, hatta 1990’na Sofya Büyük Millet Meclisi’nin kabul ettiği yeni demokratik Anayasa üretim araçlarının sahibi olan yozlaşmış devleti yıkmadı, son 25 yılda yok edilen üretim araçlarının ve üretim nesnelerinin kendisi oldu. BSP döneminde Jan Videnov Başbakanlığında işçi sınıfına dağıtılan bir takım özelleştirme bonoları, bir yalandı, halk avutuldu ve aldatıldı. 25 yıl geçmesine karşın bonolardan gelir sağlamış kimse yoktur. Bono dediğimiz kâğıt parçaları senet rolü görmeliydi, fakat hukuksal geçerlilikleri yoktu. Onlar yalnız BSP ve HÖH gibi komünizm uzantısı politik subyelerin bazı işletmeleri ele geçirmelerinde işe yaradı ki, örneğin Multi Grup Burgas Şeker Fabrikasını, kablo fabrikasını Türklerden toplanan bonolarla ele geçirdi. Fakat birkaç yıl sonra yeni zenginler arasında başlayan hesaplaşmada bu işin tadı kaçtı.

Stratejik Hedefler: Dünya tarihinde daha önce (1990) sosyalist üretim biçiminden kapitalist üretim biçimine geçiş (yani geri dönüş) yaşamadığından, bu alanda insanlık hiçbir teori ve deney birikimine sahip olmadığından stratejik hedef de belirlenemedi. Dikkatinizi çekmiştir, Sofya’da son hükümet olan, (iki gün sonra istifasını sunacağını açıkladı) Plamen Oreşarski kabinesi de Haziran 2013 ile Temmuz 2014 arasında ülkeyi plansız programsız idare etti. Bu 25 yıldan beri böyle devam ediyor. Ülke çeyrek asır çöküş, gerileme, bunalım içinde derinlere batma süreci yaşadığından çöküşü durduramadı. “Dur!”  Dese çöküşü durduracak sosyal güce sahip değildi. Balıkların suda yaşadığı, kurbağaların bataklığı sevdiği gibi son iktidarı istediği şekilde kurduran finans oligarşi de bunalım ortamında kendini en güvenli hisseder. Fabrikaların kapanmasından sonra işçi sınıfı, işsiz, boş gezen, lümpenler (sefil) durumuna düştü. Köylü kitle özel mülkiyet düzeyinde tarımsal üretimde yeni boyutlar göremedi. Yeni durumda dünkü Bulgaristan’ın şeref duyduğu şanlı işçi sınıfı ve kooperatifçi köylüler iş güçlerini önce Yunanistan’da, bu arada Türkiye’de ve ardından hele 2007’de ülkenin AB üyeliğine alınmasından sonra Batı Avrupa’da pazara çıkardı. Trajik bir gerçeklik!. Devrimleri, stratejileri, planları hep insanlar yaptığından, insan olmadığı, işçi sınıfı ve kooperatifçi köylülerin ülkeyi terk ettiği bir ortamda devrimci dönüşümden, yenilenmeden, dönüşümden vs. söz etmek anlamsızlaştı. Buna rağmen yapılacak işler var…

Bir Doğuya bir Batıya bakmak iş değil: Bulgaristan yüz ölçümü olarak küçük bir ülkedir. Politik olarak 1878’den sonra Osmanlı İmparatorluğundan kopmuş ve 1908’de egemenliğini ilan etmiştir. 1978/1908 dönemi içinde hem 500 yıl birlikte yaşadığı Osmanlıyla, hem ülkeyi 93 harbiyle Osmanlı’dan koparan Rusya ile hem de ulusal uyanışını borçlu olduğu aydınlarının yetiştiği Batı Avrupa ile dengeli ilişkiler kurup geliştirmeyi heves etti. 1908’de III. Bulgar Çarlığını ilan eden Avusturya’dan getirilen Çar Ferdinand,  Batı yönünde hiza durmayı emretti. İstanbula bakan vatandaş, kafasını Almanya’ya çevirdi.1944’ten sonra ise bakışlar Kremlin yıldızına döndü. Ne var ki, 1990’da Bulgarlar yine Batı istikameti almaya çalışırken, bu defa Rusya Bulgar boynunun serbest dönmesini engellemek için elinden geleni yaptı. 1989’dan sonra Bulgaristan Türk ve Müslüman nüfusu ile Ankara arasındaki ilişkiler ve güven de yeni boyutlara geçti, güçlendi.  Bu Bulgaristan’ın  XX yüzyıl genel politik tablosudur. XXI. Yüzyılın başlında bu tablo birçok bakıma kısırdır. Gelişerek boyatan ilişkiler arasında Bulgar-Türk bağları ön plana çıktı. 25 yıldan beri Bulgar’da Türkiye’nin çalıştırdığı “Şişe Cam” ve “Aluminyum” tesisleri ve Kana’da sermayeli “Pirdop” bakır ve altın üretiminden başka yeni üretime geçilememişti. Burgas Petrol Kimya Tesisi % 50 Rus sermayesiyle çalışıyor. AB üyelik şartlarına uyulurken kapatılan 4 AES reaktörü enerji sanayine darbe oldu.  Yerli sermaye tekelleşme ve holdingleşme hamlelerinde birikimlerini tüketti. Hafif sanayide değirmenler ve ayçiçeği fabrikaları dışında salam sucuk yapan üretimlerle şarap mahzenleri dışında yenileri  yok gibidir. Hem Batıya hem de Doğuya bakarak ilerleme zor gerçekleştirilebilir. Onun için üçüncü bir yol deneme iyi olur görüşü ağırlık kazanıyor.

Küçük İşler: Bu arada, biz Bulgaristan’da yaşayan Türklerin büyük hamlelere küçük işlerle başlamamız iyi olur fikri benim de aklıma yattı. 280 bin ton tütün üreten bir ülkenin bugün 20-25 bin ton için göz kızartması, “Bulgartabak” gibi devlet holdinglerinin ömründe tütün tarlarına girmemiş olan Delyan Peevski gibi suni iş adamlarının, besleme politikacıların, kalın enseli kodamanlarının, mafyanın emrine verilmesi vs. gelişmeler hepimizi üzdü desem azdır. Bu bakıma HÖH politikası, stratejisi, hedefi olmayan bir partidir. Yalnız çalmak kapmakla yalandırıp dolandırmakla iş olmaz.  Ben bugün artık eminim ki,  Bulgaristan emekçi köylülüğü, Türkler ve Pomaklar kendi başlarına ağır ekonomik ve mali bunalımdan çıkamayacaklar. Üzerlerine karayılan gibi çökmüş olan HÖH /DPS ağırlığı da bir yandan bellerini kırıyor, aynı zamanda herkes korku içinde yaşıyor. Evimi barkımı, tarlamı çayırımı elimden alırlar korkusuyla bankalardan kredi çeken yok. Veresiye çalışanlar da endişeli. Bir de kimsede yarına güven yok. Memleket insanı her yıl Batıya işe gidenlerin Western Union ile gönderdiği 2 milyar Euro ile nefes alıyor desem, sanırım yanılmam. Bu para ilaç, okul masrafı, elektrik, ekmek süt gibi ihtiyaçları karşılamaya yetiyor. Sermaye olmayınca küçük işleri büyütmek zor. Pazardaki domatesler gibi domates yetiştirmek artık imkânsız. Tohumu ya Hollanda ya da İsrail’den geldiğinden çok pahallı. Teknoloji değişmiş, fiyatı el yakıyor.

Bu durumda ne yapmalı?

Bu durumda, bizim için bir devrim olan 1989 Ayaklanmasından sonra yapamadığımızı yapmalıyız. Tütün yerine dut ağıcı ekip kozacılık ve ipek elyaf ve kumaşı üretimine geçmeyi kabul edelim. Dedelerimiz de kozacı, ipekçiydi. Evlerimiz dut pekmezine kokuyordu. Kendimizi değiştirip rahatımızı bozmak istemesek de, yeni üretime geçmeyi kabul etmek zorundayız.

Avrupa Birliği Bulgaristan’a 5 milyon dut fidanı dikmesi için kota verdi. Teşvik programı onayladı. Her kutuya 136 Euro özendirme primi ödenecekler. Programın küçük aydınlıklarına girildiğinde fidanlar, ekilen arazinin sarılıp korunması, damlama ya da yapraklara nem püskürme sistemine göre sulanmasına gerekli pompa, su, damla borusu vs. bedava sağlanacak. Eski göletler temizlenecek,  sulanacak arazilere su verilecek. Bu işle uğraşmak isteyenlere, ipek böceğine bakacakları odaları temizlemelerinde, dezenfekte etmelerinde ve ilaçlamalarında, boyama işlerinde parasal ya da materyalle yardım edilecek. Yaklaşık 30-40 yıldan beri bizde bu iş yapılmadığından, dedelerimiz zamanında aile geleneği olmasına rağmen, neredeyse unutulduğundan gençlere kurslar açılacak. Koza alım merkezleri açılacak. Ödemeler garanti altına alınacak. Dut fidanları yetişirken 10 dönüm üstünde dut dikilmiş arazisi olan genç ailelere asgari ücret, sağlık ve emeklilik sigortaları da üç yıl boyunca devamlı ödenecek.

Biz Bulgaristan’ın daha doğrusu orada yaşayan yakınlarımızın ekonomik bunalımdan çıkışını, mali problemlerin aşılabilmesini ancak bu gibi yeni atılımlarda, yeni üretimlerde görüyoruz. Ülkede 2 iplik 2 de ipekli dokuma fabrikası, moda, biçme, boyama vs. dikiş atölyeleri kurulması, yeni üretim ufkunu açacak niteliktedir.

Bilirsiniz, Bursa dünya ipek merkeziydi. Osmanlı başkentini Bursa’dan Edirne’ye taşırken kozacılık da Edirne ovasına kaymıştı. 1908-1980 döneminde Bulgaristan koza üretim merkezi Svilengrad (Mustafapaşa) idi. Orada ipek elyaf fabrikası, Karlovo’da ipekli dokuma fabrikası kurulmuştu. Kuzey Bulgaristan’ın Tuna vadisinde yaklaşık 2 milyon adet dut ağacı dikilmişti. İpekli dokuma işi Rusçuk şehrinde yoğunlaşmıştı. Sofya ipekli dokuma fabrikası Köstendil ve Blagoevgrad yani “Struma” ırmağı boyunda Makedonya kesimin kozalarını çekiyor, boyuyor ve dokuyordu. Arap pazarları başta olmak üzere, tüm dünyaya hitap ediyorduk. Tüm pazarlar yeniden açılabilir, alış verişler gelişir, insanımızın yüzü güler. . Biz bu işi HÖH partisi kodamanları dışında yapmaya niyetliyiz. Türkiye deneyimlerinden yararlanmak istiyoruz, “Koza Birlik”le temas halindeyiz. Şimdi dünya ipek elyafı bazında onlarca yeni teknoloji gelişti. İnsanlarımızın umutları köz gibi kızarıyor. Hele Dobruca’da, hele Deliorman’da, hele Rodoplar’da, hele Mesta (Karasu) boylarında vs.…

Stratejik hedefleri, küçük işler olarak başlatma zamanı geliyor.

Reklamlar