Nevzat ÖZTÜRK
İlahiyatçı, Eğitimci Yazar

İnsan eşrefi mahluk olarak yaratılmış, akıl ve vicdan ile donatılmıştır. Akıl vahyi anlamayı, kainat kitabını okumayı sağladığı gibi hayatın rotasını belirlemede en etkin role sahiptir. Vicdan, aklın insani boyunu temsil eder, aklı adaletin terazisinde tartar, merhamet boyutuyla ruhumuzun inceliklerini yansıtır. Bu yüzden, insanlığımızın göstergesi işte vicdanımızın hayata hakimiyeti kadardır denilebilir.

Vicdanı olmayan kişilerin, vicdansızlığın olduğu yerde adalet, hak ve hakkaniyet beklemek, çoğu zaman konuşmak anlamsızdır. İnsan vicdanı kadar insandır. Vicdanını kaybeden ise ne insan ne de hayvandır. İnsanoğlu, sevgi ve merhametini kaybedince insanlık devre dışında kalır. Bugün bizi biz yapan değerlerimizi kaybettiğimizin, değerlerimizin kaybolduğunun farkında bile değiliz. Farkında olmadığımız için de arayış içinde değiliz.

Merhametini kaybetmiş kişi insanlığını kaybetmiş demektir. Merhamet tek kurtuluşumuz tek çıkış noktamızdır. Büyük bir merhamet dalgası başlatmak zorundayız. Aksi durumda merhametimizle birlikte geleceğimizi de yok edeceğiz. Merhametimiz bizi insan yapan, bizi ayrı kılan vasfımız. Bir merhamet mücadelesi başlatmak zorundayız. Ötekisi olmayan bir merhamet sevdası başlatmak zorundayız.

Merhametimizi kaybetmeye başladığımızdan beridir toplumumuz çöküyor. Kendi değerlerimizden neşet eden, ahlakı yeniden inşa etmeye mecburuz. Giderek değerlerimizden uzaklaşırken, insanlığımızdan da uzaklaşıyoruz. Bütün dinlerde olduğu gibi İslam’ın da en büyük gayesi erdemli, ahlaklı, insan-ı kâmil yetiştirmektir. İbadetlerin de nihai hedefi, güzel ahlak sahibi kılmaktır. “Güzel ahlakı tamamlamak üzere, alemlere rahmet olarak gönderilen” bir peygamberin ümmeti olarak O’nun yolundan gitmektir kurtuluşumuz. O nedenle önce ahlakı dert edinmeliyiz. Allah’la, varlıkla, insanla ve kendimizle olan irtibatımızı yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. İnsanca yaşayabilmemiz için bütün sistemin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor.

Ahlaki değerlerimizin hayata geçirilebilmesi, vicdan ve merhametten söz edilebilmesi ancak sorumluluk bilincine sahip olmakla mümkündür. Abdullah b. Ömer (ra)’in naklettiği bir hadiste Allah Rasûlu şöyle buyurdular: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz.  Yönetici bir çobandır. Erkek, aile halkının çobanıdır. Kadın, kocasının evi ve çocukları için çobandır.  Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlık yaptıklarınızdan sorumlusunuz.” (Buharî, Nikah, 91)

Çoban/sürü benzetmesiyle sorumluluk bilincinin önemine vurgu yapılan bu hadiste, bir yandan akıllı ve ergen bütün bireylerin sorumluluğuna atıfta bulunulurken, diğer yandan idarecilik ve aile yönetimi gibi başkalarına karşı yükümlülük içeren görevleri üstlenenlerin daha ağır bir mesuliyet taşıdıklarına işaret edilmektedir. Yerlerin ve göklerin taşımayı kabul etmediği emaneti yüklenen insanoğlu (Müddesir Suresi 38.Ayet)) âyeti gereğince, herkes söz ve eylemlerinin, tutum ve davranışlarının hesabını büyük mahkemede Yüce Yaratıcıya verecektir.

Hayatımızın her alanında bu ilahi çerçeveye uymaya mecburuz. Hayatımız, vahiyle anlamlandırılmış ve belirlenmiştir. Vahyin ışığında bakıldığında, görülecektir ki bugün insanlık yeni bir dirilişe, yeni bir düşünce, ahlak ve ruh devrimine muhtaçtır. İnsanı, toplumu, ülkeyi velhasıl tüm dünyayı yepyeni bir iklime taşıyacak bir değişim!

İyiyi, güzeli, doğruyu salih ameli yeşerterek, topyekûn insanlığı aydınlığın kaynağına yönlendirmek gerekir. İnsanlığı çürüten tüm şeytanî tuzakları alaşağı edip, insanlık adına insanı kurtarmamız lazım. Bu değişimi yapmak ve başlatmak için, sorumluluk bilincine sahip olmak gerekir. Yaratıklar içinde en büyük imkân insana bağışlanmış olduğu için en sorumlusu da insandır. Tüm yaratıkların bir görevi vardır ve hepsi görevlerini yerine getirmekteler. Sadece gafil, zalim, cahil, nankör, aciz insan görevinden kaçar.

Kaderin üstünde bir kader hayatın üstünde bir hayat olduğuna inanan, hayatın anlamının vahiyle oluştuğuna iman eden insan görevden kaçmaz. Gerçekten iman eden kişi; bilincin, şuurun, görev üstlenmenin, sorumluluk üstlenmenin en yüksek derecesine ermiş kişidir. Sahabeler bunun en ideal örneğini vermişlerdir. İlk Kur’an neslinin müntesipleri, kendilerini sürekli Allah’ın gözetiminde görüyorlardı; onun için düşüncede, ahlakta, müthiş bir devrim yapmışlardı.Kur’an bizden bir avuç da kalsak emr-i bil maruf ve nehyi anil münker(iyilikleri emretmek, kötülüklerden sakındırmak) görevini ifa etmemizi istiyor.

Allah’a karşı sorumluluk bilinci, insanın vahiyle ilişkisini canlı tutmasını sağlar. Müslümanların yeniden diriliş ve yeniden insanca yaşanılır bir dünya için vahyin ne denli sarsıcı ve muhteşem bir imkân olduğunu kavramaları; evrensel sorumluluklarını hakkıyla yerine getirerek ufuk açıcı kapsamlı ve kuşatıcı bir entelektüel, kültürel, siyasi performans ortaya koyabilmelerini getirecektir.

Topyekûn insanlığın vahiy ruhuyla canlanmasına ihtiyacı var. İnsanlığa çok pahalıya patlayan, Allahsızlığın, ahlaksızlığın ürettiği mikrop olan barbarlık, vahşet, zulüm, şiddet ve zorbalık ortamından kurtaracak yeni bir düşünceye, sağlam ipe, gerçeğin ta kendisine ihtiyacı vardır. Sorumluluk sahibi müminler, hayatlarını ve hayatı temizleme operasyonunu gereği gibi yerine getirip insanlığın kirletilmiş zihin ve hayal dünyalarını da pak bir şekle büründürmenin mücadelesini vermek durumundadırlar.

Bugün Müslümanlar olarak, hangi görevi ifa edersek edelim sorumluluk bilinci içinde, bulunduğumuz makama katma değer katarak vazife yapabiliyor muyuz? Bu sorunun cevabını herkes kendi açısından vermelidir. Son dönemde makam odalarında “Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır” ibaresi yazan makam arkalıklarına sıkça rastlıyorum. Bu söz, son derece güzel ve bir hakikati ifade etmekle birlikte makam sahiplerinin buna uymadığını görmek ikiyüzlülüğün ve ahlak probleminin boyutlarını göstermektedir.

Bulundukları makama gelebilmek için takla atanların makama geldikten sonra sorumsuzca davranmaları ahlak problemine işaret ediyor. Müslüman, her şeyden önce sorumluluk bilincine sahip, hesap vereceğini bilen, aldığı ücreti hak etme gayreti içinde olan, mefkuresi ve ideali olan bireydir. İmanımız bizi denetler, büyük hesap gününü hatırlatır, bizi zinde tutar. O nedenle bizler, sorumluk bilinci içinde vazifemizi en güzel şekilde ve hakkını vererek yapmak durumundayız.

Bir işi sorumluluk hissetmeden sadece görev kaygısıyla yapmak ne o işi yapanı ne de işvereni tatmin edebilir. Herkes, işinin, görevinin, yetkisinin, sorumluluğunun uzmanı olsa, doğruyu, güzeli, iyiyi, temizi saptırmadan uygulayabilse “bana ne” demese, esastan ödün vermeden çalışıp hizmet etse, bilgi, bilim, kültür, sanat ortamından ayrılmaz ve onu rehber edinse, işler çok düzgün, yaşamak kolay olacaktır. İnsana değer verdiğimiz oranda, görev ve sorumluluklarımız o çapta önem kazanır. Akıl ve düşünce yoluyla, sevgi ve saygı ortamı içinde bunlardan yararlanmak, elbette güzeldir, mutluluk vericidir. Canlı ve cansız varlıklara, özellikle insan ve doğaya, zarar vermeden, hürriyet ve özgürlüklerine, haklarına engel olmadan, adaletten, hoşgörüden, doğruluktan, yasalardan ayrılmadan, görev ve sorumluluklarımızı bilerek yaşamı daha da kolaylaştırmak elimizdedir. Öyle değil mi?

Paylaşınız

Reklamlar