Ertaş ÇAKIR
Konu: Siyaset Sarkacı Dönüyor
Bu konuda birinci yazımı on gün önce 14 Mayısta yazmıştım. Bulgaristan’da Ekim ayında yapılacak Cumhurbaşkanı seçimleri yolunda ilk mayalanmaya işaret ederken aşırı sağ, merkez ve sol cepheden birkaç adayın siyasi görüşleri ve kimliklerine değinmiştim. Son günlerde çok önemli bir olay oldu. Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi için Vatandaşları (GERB) partisinin 2. dönem aday olması beklenen Rosen Plevneliev, şahsi gerekçeler ileri sürerek aday olmayacağını açıkladı. O 2. turda demokratik güçlerin ve Türklerin de oylarını almıştı. Kişisel kararıyla Avrupacı ve Atlantikçi güçleri hayal kırıklığına uğrattı.
2012 seçimlerinde Plevneliev 1 milyon 349 bin 380 oyla seçilmişti. Bu, toplam oyların % 40.11’ine eşitti. Son beş yılda Birleşik Amerika başta olmak üzere, Avrupa Birliği ve NATO’ya bağlılık, Türkiye ile de hem müttefiklik hem de iyi komşuluktan yana siyaset çizgisi izlerken, Rusya yönetiminin Kırım’ın ilhakı, Doğu Ukrayna’yı işgali ve Suriye’yi amansızca bombalama ve Balkanlara karşı siber saldırı siyasetine karşı çıktı. Bulgaristanlı Türkler onun “Seçim Kanunu Değişikliği” kılıfına uydurularak, Türkiye’de açılan seçim sandıkları sayısının 35’e indirip soydaşlarımızın genel seçime katılma hakkının karılması yasasına veto koymasını asla unutmayacaklardır.
Etnik ve din ayrımcılığı getiren bu yasa değişikliği şu an Anayasa Mahkemesi’nde görüşülüyor. Yeni durumda Cumhurbaşkanı ve erken parlamento seçimlerine katılmak isteyen yurttaşlarımızın seçme ve seçilme hakkını kullanmak için 1 000 (bin) – 1 500 (bin beş yüz) otobüsle bir günlüğüne Bulgaristan’da kayıtlarının bulunduğu köy ve kasabalara gitmesi yeniden gündeme gelebilir.
Son seçimde Bulgaristan tarihinde ilk kez bir Bulgaristanlı Türk – Sali Şaban, Ulusal Birlik Hareketi’nin Cumhurbaşkanı adayı oldu. 48 bin 867 oyla (%1.34) dördüncü sırada yer aldı. İşaret ediyorum, BUL TÜRK – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği tarafından yükseltilmişti. Başkanı Korman İsmailov (kurucusu Kasım Dal) olan Özgürlük ve Şeref Partisi adayından 2.5 defa daha fazla oy topladı.
Ekim 2016 seçimleri için Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH); Sorumluluk, Özgürlükler ve Hoşgörü için Demokrasi Partisi (DOST); diğer Türk Müslüman partileri ve BULTÜRK Derneği henüz kendi adayını göstermemiştir.
İktidarda olan GERB partisi ile ana muhalefet rolünü üstlenen Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ve meclisteki toplam sayısı 8 olan diğer siyasi güçler de henüz aday göstermedi.
Bu güne kadar Bulgaristan’da tüm Cumhurbaşkanları TÜRK-MÜSLÜMAN OYLARI ile seçilmiştir. Bu seçimlerde de oyle olacaktır. Son seçimlerde Cumhurbaşkanı Bultürk oyları ile kazanmıştır, artık HÖH oyları geçersizdir.
Siyasi ve ekonomik durum:
Bulgaristan derin bir ekonomik ve mali bunalımın pençesine yakalanmıştır. Artarda dış borç alan B. Borisov hükümeti, 1990’dan sonra en fazla borçlanmış durumda bulunuyor. Ülkenin sosyal devlet imajı tamamen çökmüş durumdadır. En düşük maaşlarla ve en düşük emekli gelirleriyle halkın sefalet çizgisinin altında çilekeş bir yaşam sürmek zorunda bırakıldığı dikkatlerden uzak değildir.
Bir AB ülkesi olan Bulgaristan, 2007’den beri Brüksel Programlarından toplam 17 milyar Euro kullanmış olsa da, devlet ve kooperatifçi kolektif tarımı özel mülkiyet raylarında verimli ve kaliteli işler duruma getirmede zorlanmıştır. 1945’e kadar Nazi Almanya’sına, 1989’a kadar da Sovyetler Birliği pazarı için çalışan Bulgarlar serbest pazar ekonomisi koşullarına ayak uydurmayı pek başaramamıştır.
Ülkenin genç nüfusu dış ülkelere çıkmış, yaşadığı yerde girişimci olma hevesi henüz aşılanamamıştır. Ticarette büyük şehirlere giren Batılı AVM’ler küçük ölçekli ticareti, esnaf tabakasını daha palazlanmadan ezip geçmiştir. Sanayi de büyük ölçekli Avrupa endüstrisine yan üretimler sağlayan ünitelerini yeni yeni kurmaya başlamıştır.
Brüksel’den alınan paralar öncelikle altyapı tesislerinde, Sofya metrosunun 2. hattında, Sofya -Burgas, Sofya – Petriç, Sofya – Pernik gibi çift yollara yatırılmıştır. “Kapı Kule” – Sofya – Kalotino hızla demiryolu; “Şipka Karayolu Tüneli”; Sofya – Pleven – Varna otoyolu hala proje düzeyinde dondurulmuştur. Oysa Türkiye’nin saatte 350 km yol alan hız treni kapımızdadır ve yeşil ışık bekliyor.” Trakya Uçak Alanı” bütün Avrupa’ya hizmet vermeye hazırlanıyor.Biz istesek de istemesek de Büyük Türkiye’nin etki alanındayız ve bu gidiş sınıra çekilen tel duvarlarla durdurulamaz ve engellenemez.
Berlin Duvarı’nın yıkılması, “Todor Jivkov” rejiminin devrilmesi ve “demokrasi” bayrağı yükseltilmesinden bugüne çeyrek asır geçmiş olsa da, Bulgar devlet düzeni özgürlükçü demokrasi, vatandaş eşitliği, adalet, güven ve huzur raylarına geçemedi. 1908’de bir Alman soylusu olan Ferdinant önderliğinde kurulan III. Bulgar Çarlığı, iki büyük savaş arasında Nazi Almanya’sı örneğince yapılandı ve 1945’ten sonra iktidar olan komünistler de özünde ve ideolojisinde etnik ve dini azınlıklara düşmanlık ve kin gizleyen bu otokrat, totaliter rejim omurgasını bozmadı.
1912’de isimleri ve dinleri değiştirilerek Hıristiyanlaştırılan 250 bin Müslüman Pomak’ın başına gelenler, Çingene Müslümanların ve Türklerin de zulüm olarak başına geldi. Bulgar ulusal devlet anlayışı hep baskı ve terörle uygulandı, boyun eğmeyenler dış ülkelere kaçmak, göç etmek zorunda kaldı.
Günümüz Bulgaristan’ında 20. yüzyıllık ağır, zulüm, baskı ve terör izleri hissediliyor. Azınlık hakları, kitle özgürlükleri, ananelere, örf ve adetlere, halk geleneklerine göre yaşama dendiğinde özgürlüklerin rengi değişiyor.
Bu kısıtlamalı uygulamanın özellikle eğitim ve öğretim dallarında açtığı büyük yaralar bugün de sarılmıyor, etnik halk toplulukları devlet ve toplum ilgisi dışında kalıyor.
1939 yılında Kırcaali kentinde pedagoji öğrenimli 50 Türk öğretmen derse girerken, bugün bu kadrolarımızın sayısı sadece birkaçtır. Türk öğretmen yetiştiren pedagoji okulu kapanalı yıllar oldu.
İşte böyle bir ortamda, 1989 Mayıs Ayaklanmasında Müslüman Türklerden yana çıkan Bulgar demokratların sayısı parmakla sayılacak kadar az olduğundan, Türk Bulgar hasımlığı çeyrek asır aşılamadı. Komünist rejimden zulüm gören Türklerin ve diğer Müslümanlar, sosyalist ideolojiyi çarpıtan, dil ve din ayrımcılığı tohumları saçan, öteleştirme siyaseti izleyen, komünistlikten dönmüş yeni sosyalistlere kesin oy vermeyeceği anlaşılınca,daha 1990’da Müslümanlar HÖH partisi çemberinde izole edildi.
Bulgar siyasi polisi tarafından kurulan bu parti, 1989’da sözde hezimete uğratılan “soya dönüş” siyasetini yeni daha ılımlı yöntemlerle uygulama ve Müslüman Türkleri kimliksizleştirme politikasını sürdürmeyi üstlendi. Böylece Türkler için çok daha tehlikeli ve ağır bir dönem başladı. HÖH Müslüman topluluğu sıkıştırarak, mahrum bırakarak, korkutarak idare etme yolunu seçti. Türk seçmenin oyunu alarak, meclise girip eski totaliter rejim uşaklarına “koltuk değnekliği” yaptı. Böylece Bulgar toplumundaki parçalanmışlık aşılamazken daha da derinleşti.
Avrupa Birliği’nin dil ve din azınlıklarının sivil toplum örgütlerinde birleşerek eğitim, kültür, ekonomik haklarından faydalanması projeleri ve önerileri bizde hep suya düştü. Azınlıklarla ilgili hiç bir proje kök salamadı. Bu gelişmenin bir sebebi de, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin kendilerini Türkiye Cumhuriyetine bağlı hissetmesidir. Totaliter devlet siyasetine baş kaldırdığı için, aynı erk güçlerine bir daha el açmaması anlayışında gizlenir.
Türkiye’de 710 bin kişinin ülkeyi göç ederek terk etmesi nedenleri de burada aranmalıdır. Türk kimliği ile yaşamaları ve ana dillerinden ve dinlerinden, özgün kültürlerinden ve öz yaşam tarzlarından asla vazgeçmek istememeleridir.
Onlar dün olduğu gibi bugün de, ülkedeki Osmanlı mirasını, öz Türk kimliklerini oluşturan etkenler arasında esas ve belirleyici olarak kabul etmekte, yüksek mimar ve dinsel mirasımın onarılmasında, özünde hoşgörü ve iyi komşuluk olan eski kültürün yeşermesi için gayret göstermektedirler.
Bugün Bulgaristan’da kültürel alanda başı çeken bir topluluğun olmaması büyük bir eksikliktir. Kültür aşılanabilen bir serum değildir. Binlerce yılda oluşur ve kendi kendini yaşatır.
Bu ortam Bulgar iç siyasetinde sarkacın döndüğüne işaret ediyor.Bulgar devleti objektif gelişmelerden ürkmüş gibi bir ruh halinde bulunuyor. Burada iç etkenden fazla dış etkenin etkisi olduğunu görüyoruz.
1878’de Ruslar tarafından silah gücüyle Osmanlı topraklarından koparılan Bulgaristan’da, 1908’de Çar Ferdinant yüzde yüz batıya bakan, Almanya’ya dört elle bağlanan ve 19334’ten sonra faşizme hayranlığını gizleyemeyen bir Bulgar devleti kurdu.
1945’te sarkaç döndü ve sosyalist Bulgaristan Sovyetler Birliği’ne bağlandı. 1989’da Sovyetler Birliği dağılırken Bulgaristan yine Almanya’nın kucağına ve Brüksel’in kolları arasına düştü. Ne ki, 1850 ile 1950 arasında Avrupa Almanya çağını yaşarken, şimdi artık 28 yörüngeyi etrafına toplasa bile Almanya zamanını yaşadığını gizleyemez oldu.
İki binli yılların başından beri dünya iki başlıdır. Baş güç olan Birleşik Amerika’yı, Çin-Japon çizgisinde buluşan ikinci büyük egemen izliyor. Fakat dünyada hiç bir egemen gücün Orta Doğu’ya, Türkiye ve İslam dünyasına hakim olmadan ayakta duramayacağı gün gibi ortaya çıktı. Ardı arası kesilmeyen bombardımanların, değişik saldırganlıkların, “terör” dalgalarının odağında bu bölgenin bulunması kendiliğinden konuşuyor.
İşte bu yeni ortamda “Büyük Türkiye” etki alanı üçüncü büyük dünya egemen gücü olarak etki alanını oluşturuyor. Sayın Türkiye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de sistem değişikliği ile Orta Doğu ve İslam alemi egemeni dev Türkiye yolunu açması, bu nedenle yeni yeni sorunlar yaratıyor, hasımlarımızı huzursuz ediyor.
Bu önü alınmaz, kaçınılmaz bir süreç olarak yerleşirken, Bulgaristan’ın da bire Balkan devleti olarak Türkiye’nin etki alanına girmesi, Bulgar siyasetinde gün aşırı yeni deprem yaşatıyor. 17 Aralık 2016’da Ahmet Doğan’ın Rusçu bildirisini unutmayalım.
Bu iğrenç belge bugün artık elektronik medyadan çekilmişse nedenleri Türk ve Osmanlı düşmanlığının artık Bulgar ortamında kök salabilecek durumda olmamasıdır. Bulgaristan Türklerinin Ankara’ya baktığına bir kanıttır.
HÖH Genel Başkanı M. Karada’yı, konuştuklarının pek anlam farkında olmasa da, Cebel’den Tuna’ya yaptığı bütün konuşmalarda “Mustafa Kemal Atatürk” demeden cümle kuramadı.
Büyük Türkiye Balkanlara taştıkça, hem Bulgaristan hem de Başkan devletleri politikasında sarkaç yön değiştirecek ve mıknatıs etkisi görmüş gibi çok yerine mıhlanacaktır.
Ahmet Doğan’ın yeni siyaseti okuyamaması ise, yalnız beni değil hepimizi şarttı.
Devam edecek.