Dr.Nedim BİRİNCİ
Daha önceki iki yazımda da anlatmaya çalıştığım siyasi olay Bulgaristan’da hükümet düşmesine neden olan ve tekrarlayan bunalım darbeleri dinmiyor. Geçici hükümet 5 Ekim 2014 parlamento seçimlerini örgütlemek ve yasalara uygun şekilde gerçekleştirmek için kuruldu. Başbakan ve bakanlar kuruluna giren kadrolar için sözümüzü artık söylemiş de olsak, özetleme şeklinde yineliyorum. Ortada bozuk ve yürümeyen bir araba var. Bunun gerçek adı Bulgar hükümetidir. Yolun ortasında durmuş, ne nereye gideceği belli, ne de şoförü şoför. Yapılan şudur, karbüratörü çalışmıyordu komşunun karbüratör aldık, lastikler patlamıştı öteki komşudan lastik alıp taktik, aksesuarları dökülmüştü onları da ithal mal satan yedek parçacıdan aldık ve üzerine parlak bir boya çekerek arabamızı trafiğe bıraktık.
Başka bir anlatımla, Başbakan solcuydu, sol saflardan atıldı, sağdaki boşluğu doldurdu ve Başbakan oldu, bakanların politik geçmişleri ve gelecekleri belli değil, kimilerini de Brüksel, Amerika ve Japon kurumlarından topladık. Hepsinin ilk işlerini analiz etmek istemesem de Başbakan yardımcısı Zaharieva’nın Ekonomi ve Enerji Bakanı sıfatıyla ilk açıklamasında, kış aylarında elektrik enerjisi kısıtlama programı ve rejim uygulanacağını, elektriğe % 10 oranında zam yapılacağını açıklamasına şaşmadım. Bu bakan bizim 50 yıl dış ülkelere, komşulara elektrik enerjisi dış satımı yapan, Balkanlarda ve Avrupa’da en ucuz elektrik enerjisi kullandığımızı duymuş mudur acaba!? Sofya’da ağustos sıcakları 39 derece olunca, trafolar patladı. 6 saatte bir sigorta yenileme işi zar zor yapıldı. Herkes kışa odun almayı düşünüyor da, apartmanlarda bacalar tıkalı, bacaları yıkmışlar, ne olacak bilmem…
Unutmayalım 2013 Şubatında isyan elektrik faturalarından patladı. O zaman GERB B.Borisov hükümeti istifa etmek zorunda kaldı. Şimdi devlet her ay elektrik dağıtım şirketlerine 50 milyon leva “yardım” ediyormuş ki, onlardan ikisi yabancı ve toplamı üç olup halkımızın ensesine kene gibi yapışmıştır. Ahmet Doğan’ın yasal ve saya dışı eş ve metreslerinin ve onlarda olan “evlatlarının” analarının hemen hepsi bu şirketlerde çalışıyor. Uzatmayayım, hava değişirken romatizma hep aynı yerden sızlar. Bizde ince tel besbelli ki, enerji kablolarıdır.
Anlaşılan, parlamento etrafındaki demir parmaklıkların kaldırılması özgür ve adil düşünmek için yeterli olmadı. Kendi kendime sorduğum bir soru var. İnsan uyurken düşünür mü? Kuşkusuz bu işlerin kitapları var, yazanlar yazmış çizmiş. Benim kesinleşmiş kanıma göre, insanlar iki çeşittir: çok çeşittirler de, iki büyük gruba ve bazı istisnalara ayrılıyorlar. Düşünenler ve düşünmeyenler grubu iri olanlar. Kanımca düşünmeyenler grubu uyurken yalnız uyuyor. Düşünenlerin kafası ise devamlı bilgi süzüyor, farkındalıklar geliştiriyor, iyi kötüden ayırıp, işe yaramayana “sen çöpsün” deyip atıyor. Demek istediğim, yeni başbakan Prof. Bliznaşki’nin Sofya Üniversitesi’nde kışkırttığı ve yönlendirdiği öğrenci protestoları ve boykotlar esnasında, gençler her yönlü alabildiğine çalışmış olacak ki, Sağlık Bakanlığı’nın son açıklamasına göre, boykottan 9 ay sonra, Sofya’da doğum oranı % 5.5 gibi sıçramalı bir artık kaydetti. Devrim mi yapıyoruz, çocuk mu?! Düşünenler arasında bir de fırsat kollayanlar var. Örneğin HÖH milletvekili Nikolay Tsonev çok fırsatçı. Milletvekili olmak için Varna’nın “Asparuhovo” mahallesine Cami diktirdi. Şimdi semt su altında kaldı, evleri sel götürdü ortalıkta yok. İnsanlara hemen şehir dışında furgon evcikler göstermişler. Besbelli yağmur tanrısıyla araları iyi ki, fakir fukaranın evlerini telef etme ve arsaları boşaltma yollarını buldular. Yüzde yüz baraj duvarlarını yıkmışlar ya da savakları açmışlardır. Mezdra’da da öyle olmadı mı, şehir sazan balığı gölüne döndü. Yağmuru sel edip mahalleri selle yok edip arsa hırsızlı yaparak Karadeniz incisinin en gözde bellerine el atma işi, uyuyan kafada akla gelmez. Fırsatçıları düşünen soyguncular – mafya grubuna dahildir. Bazılarının hakikatten başına gelecek var, çünkü en sonunda “eden kendine eder.”
Anlaşılan, seçim hükümeti bakanlarının henüz Bakanlar Kurulu ofislerinin pencerelerinden sokağa bakmaya vakit bulamadıklarından bazı yeniliklerin farkına varmamış olabilirler. Ülkemize çok ağır ve nemli bir siyasi sis çöktü. Bizim kendi dilimizde biz şu duruma “dumandan göz gözü görmüyor” deriz. Bu siyasi havanın başka bir ismi ise, korku ve güvensizlik havasıdır.
Bulgaristan’daki korkunun esasında halkın perspektif duygusunu kaybetmiş olması var. Bulgar halkı, bu arada Türkler, Pomaklar, Çingeneler ve diğer azınlıklar geleceği olmadığını fark etti. Hakim olan geleceksizlik duygusudur. Korkutan bir duyumsamadır. Yaşamayan bilmez. İnsanı büzer, sıkar, sıkıntı yaşatır ve hem kör hem de pes eder.
Başka bir değişle, 2008’den beri aralıksız devam eden ve derinleştikçe derinleşen çok yönlü yani ekonomik ve sosyal bunalımın boyutları halkın psikolojisini çok fazla etkiledi. Ruhları değiştirdi. Aktif durumda olan halkın ruhsal hali pasif ve karamsar oldu. Çocuğunu okula göndermeyenler artıyor. Neden mi? “Okuyup da ne olacak!?” zihniyeti yerleşti. Okula gidenlerin ailelerine parasal yardım yapılan yerlerde ise, daha önce de yazmıştım, 3 kuşak yani çocuk, anası, babası ve sağsa nenesi veya dedesi de okulun aynı sınıfına yazılmışlar. Sınıf defterinde 50 kayıtlı öğrenci var, sınıftakilerin sayısı beş altı. Okumanın yaşı yok, devleti aldatarak dolandırma ile yeminli yalan söylemenin de yaşı yok. İsteyen istediği yaşta okula kaydını yaptırıp sosyal yardım alabilme kapısını açmaya çalışıyor. Anlaşılması ve anlatılması zor bir psikolojik durumdayız. Aç kalma korkusunun doğurduğu yeni ortam. “Korku dağları deler” deyenler hafiften geçmiş, bizde korku yılana kap değiştirtiyor.
Korkunun önüne bir de güvensizliği koyalım. Genel bir güvensizlik ortamı var. Köylü tarlasını ekse, mahsulü toplayabilir miyim acaba endişesi içinde eğrilip bükülüyor. Hiçbir şeyi sigorta ettirecek parası yok. BTK bankasının kapısına anahtar vuruldu. Binlerce memur işçi Temmuz maaşını alamadı. Emekliler ağustos güneşinde kapıda kaldı.. Bir günde 118 yaşlı sıcağa dayanamayıp kaymış gitmiş. Beklenmedik kötü sürprizler günlerimizi zehir ediyor. Su, elektrik, doğal gaz, çöp hesapları BTK bankasının içinin boşaltıldığına inanmak istemiyor, “ver parayı” deyen tahsildar kapıdan gitmiyor. Mestanlar, Peebskiler, Doğanlar dillerini yuttu. Belki de hükümet düştü ve kurtulduk diye bayram ediyorlardır. Ama nereye kadar???? Yalancının mumu yassıya kadar deyenler hoşgörülü insanlar, oysa hırsızların köyü hapishane kapısıdır.
Güvensizlik ve korku duygusu ibresi, 2014 ağustosunda duvarda tavan yapmış termometre ibresi ile kıyaslandığında, birincisi yıldırımdan hızlı yükseliyor. Devletin en önemli kurumu olan Merkez Bankası (Bulgar Halk Bankası) gibi en usta uzman maliyecilerin görev yaptığı bir kurumun, burnun dibindeki BTK bankasından 4 milyar levanın ve bu arada 149 milyon AB yardım parası ile program fonu ödeneğinin çalındığını fark edememeleri, düdüklü tencereyi patlama durumuna getirdi. Çalan sirenler neyi haberdar ediyor bilen yok. Mezdra su seline yenik düştü. Siren 3 günden sonra çaldı. BTK bankasının içi kitaba uygun dalaverelerle 4 milyon leva çalınarak boşaltıldı. İlk haberden bugüne 20 gün geçti. Siren henüz çalmadı! Hükümet düştü, yenisi kuruldu. Beklenen nedir?. Tüm hırsızlar ülkeden kaçsa, insan kalmayacak. Bunu anlamak için hangi akademiden mezun olmak gerek!
Ben bu yüzden yazımda sis öyle koyu ki, göz gözü görmüyor, diyorum. Sanki memurların hepsi karınca ordusundan, devletten bir şey çalıp bilinmeyen, görünmeyen inlerine taşıyorlar. Kimse kimseye “Hey ne yapıyorsun” demiyor. “Devletin malı deniz yemeyen domuz!, Hadisene, ne duruyorsun sen de sırtla!” atasözü, sessizce söylenen bir hit şarkı olmuş gibi…
Güvensizlik ve korku ortamında devamlı bunalımda yaşamak, sorunların hiç birine çözüm bulamadan var olmaya çalışmak, durumu takviye eden tek umudun ara sıra kapıya gelen bir iki koli gıda yardımını beklemek, gerçekten bireyi ve aileleri, küçük toplulukları içine kapayan bir koyu karanlık oldu. Çaresizlik ortamında var olma, bekleyerek yaşama, en kötünün ne zaman geleceğini sayıklama yaşam normuna dönüştü. Kendilerine verilen emekli maaşlarıyla iki ucunu bağlayamayan Bulgar köylüler ki, tüm azınlık yaşlıları da aynı durumdadır, emekliler nüfusun % 24’ünü oluşturuyor, bu tünelin ucunda ışık göremiyor. Şu olaya bir bakalım: Daha önce de yazmıştım, Kuzey Bulgaristan’da Tuna vadisinde bulunan Mezdra şehrini ağustos başında su bastı. Şehir 2-3 metre su altında kaldı. Evler, ahırlar çöktü. 350 ev yıkılacak. Hayvanlar boğuldu. Devlet seferber oldu, halkı felaketten kurtarmak için her şey yapıldı. Neyse, herkese geçmiş olsun. Bu örneğe yeniden dönmemin nedeni, Felaket bölgesini ziyaret eden Avrupa Birliği doğal afetler komiseri Bulgar vekil Kristalina Georgieva’nın demecidir. Komiser diyor ki, bu perişan olmuş insanlara Avrupa Birliği ancak toplam zarar 42 milyon Euro’dan daha fazlaysa, büyükse yardım edebilir. Yani az suda boğulana yardım yok. Yardım almak için 42 milyonluk telef olmak lazımmış. Anlamakta zorluk çektiğim şöyle bir durum var, biz TEXAS ‘mıyız, Mezdra’da yaşlılar kalmış, birisinin 10 tavuğu ve 15 yumurtası, komşusunun 5 koyunu ve 3 kuzusu, ötekinin eşek ya da katırı, avlusundaki fasulye ve maydanozu, domates biberi toptan mahıv olmuş, avlu duvarı, evi, samanlığı çökmüş, adamın başka bir şeyi yok ki, her şeyi gitmiş, çeşmesinden su akmıyor, elektriği kesilmiş, telefonu yok…daha ne gibi kötülük olsun ki, kala kala bir tek çıkmadık canı kalmış. Şimdi hesaplıyorlar. Zarar 42 milyon Euro’dan az ise avuç yalayacaklar. Yüzde yüz emininm, bu yardım gelse bile sokakta kalmışları bulmaz, baraj duvarı patlayan ve bu felakete neden olan, serbestçe dolaşanların kasaları dolar. Ama bizden her sene 860 milyon Euro AB üyelik parası alırken, “her zaman yanınızdayız” diyorlar. Felaket başa geldiğinde ortaya bin bir şart curt çıkıyor. Anlaşılır gibi değil. Sonunda bu konuda bir de sorum var: Mezdra’da çok insan öldü. AB standartlarına göre bir canın fiyatı kaçtır? Bir de şu var, su seli öyle basmış ki kasabayı, korku herkesin canını sanki söküp almış ve yerine aşılmaz, derman bulmaz bir korku ve herkeste ve her şeyde güvensizlik. İnsanlar korkuya boğulmuş bir ruhla yaşıyor. Şehre dönmek istemiyorlar. Bunun bir başka anlamı daha var. Sel Mezdralıları korku ve güvensizlik dünyasına hapsetmiş, çıkış yok, alışıp oracıkta büzülüp yaşamaya zorluyor onları. Böyle işlerde öncülere ihtiyaç var. Lider olmakla liderlik yapmak arasında fark var. HÖH/DPS milletvekilleri Mezdra’yı ziyaret etmediler. Komşu, kötü gün için vardır. Biz birlikte yaşıyoruz ve yaşamak mecburiyetindeyiz. Kanımca, AB komiserleri korku hapsinde yaşamanın ne olduğunu biliyorlar. Ülkedeki genel durum budur, eski bakış açıları yol kesmiş, sis kalkmıyor, kimse önünü göremiyor.
Biz Bulgar halkıyla aynı kapandayız. Geçmişin birikimlerinden gelen bir ruhsal hapisteyiz. Bu, dışarda olduğumuzdan özgürüz anlamına gelmeyen, korku ve güvensizlik tel örgülerinin ruhumuza saran bir durumdur. Bu tel örgüler, Suriyelilerin gelmesini engellemek için Turkiye Bulgaristan sınırına gerilen 3 metre yüksek ve 5 kat dikenli tel örgülerden çok daha dehşetlidir. O tel örgülerden sınırın iki tarafı görünebiliyor. Bizimkisinin üstünde bir de sis çulu var. Bu korku ve güvensizlik sisidir ve koyulaştıkça hepimizi bitirmek istiyor.
Devam edecek.