Başka bir ülkeye gitmedik ki, orada kalmak için belki de sonsuza dek./ Hayır, biz kaçtık. Kovulduk biz, sürgün edildik.”
Edward Said de ülkesini terk etmek zorunda kalanların iki ülke arasında kalma durumunu dile getirir bir çalışmasında: “Sürgünlerin çoğu için güçlük sadece yuvadan uzakta yaşamak zorunda bırakılmaktan kaynaklanmaz,…günlük hayatın size eski yerinizle sürekli ona ulaşacak gibi olduğunuz ama bir türlü ulaşamadığınız bir temas halinde tutulmasından kaynaklanır. Bu yüzden sürgünler… ne yerli ortamla tamamen birleşebilir, ne de eskisinden tamamen kopabilir, ne bağlanmışlıkları tamdır ne de kopmuşlukları.”
Said’in düşünceleri tam olarak 1989 Bulgaristan göçmenlerinin duygularını yansıtırken Brecht’ in şiiri yetersiz kalıyor çünkü yeni ülke onların durumunda herhangi bir yer değil, Anavatan Türkiye’dir. Türkiye’ye gelme nedeni olarak Parti Sekreteri Todor Jivkov’un uyguladığı asimilasyon politikasını gösterirken bir taraftan Bulgaristan’dan kovulduklarını ifade etseler de, 1989 göçmenleri diğer taraftan kovuldukları yere karşı derin bir özlemin de etkin olduğunu vurguluyor. 1989’un yaz aylarında gerçekleşen göçün, göç ve sürgün kavramlarının ortasında bir yerde kaldığını göstermek için hemen göç öncesi cereyan eden, yakın Bulgar tarihinde “Mayıs olayları” olarak yer alan olayların incelenmesi son derece yararlı olacaktır.
1985 yılında, Bulgaristan Türklerinin isimlerinin değiştirilmesi ve temel haklarının ellerinden alınmasıyla ifade edilen ve Parti yöneticileri tarafından “Soya Dönüş” olarak isimlendirilen sürece tepki olarak Bulgaristan Türklerinin Milli Kurtuluş Hareketi adı altında illegal bir örgüt kuruldu. Bu örgütün rejim aleyhtarı çalışmaları 1989 yılının Mayıs ayında, Mayıs Barış Yürüyüşleri ‘nin düzenlenmesiyle doruk noktasına ulaştı. Mayıs hareketleri ülkenin farklı yerlerinde yapılan açlık grevleriyle başladı. Türklerin yaşadığı bölgelerde 25 Mayıs 1989’da toplu barış yürüyüşlerinin yapılması kararlaştırıldı ancak yürüyüşleri düzenleyenlerin tutuklanıp Avusturya ve başka Avrupa ülkelerine sınır dışı edilmeleri sonucunda halk gösterileri daha erken başladı. Ülkenin birçok yerinde “Biz Türküz” ve “İsimlerimizi İstiyoruz” gibi sloganlar atılarak yürüyüşler yapıldı. Bu yürüyüşlerde ilk defa “Yaşasın Demokrasi,” “Yaşasın Gorbaçov,” “Kahrolsun Jivkov” türünden sloganların atılması, demokratikleşme sürecine geçme talebinin ilk işaretleri olarak okunabilir. Göç talebi hiçbir mitingin konusu değildir. Bu yürüyüşlerin amacı dünya demokratik örgütlerinin dikkatini çekmektir, tarih olarak 25 Mayısın seçilmesi de tesadüf değildir, çünkü bu tarihte Paris’te Uluslararası İnsan Hakları Konferansı başlayacaktır ve İllegal örgüt lideri Ahmet Doğan bulunduğu Pazarcık hapishanesinden bu konferansa bir mesaj ulaştırmayı başarmıştır.
Resmi devlet propagandasına göre ise göstericiler otonomi ve Türkiye’ye göç etmek istemektedir, böylece kamuoyu yanıltılmakta ve göstericilere karşı düşmanlık hissi uyandırılmaktadır (Yalımov 462). Mayıs olayları boyunca (20-30 Mayıs 1989) 2000 kişi sınır dışı edilmiştir. Bu kişilere 24 saat içinde ülkeyi terk etme emri verilmiştir. Bu şekilde Bulgaristan’ı terk etmek zorunda kalan Bulgaristan Türkleri önce Avusturya ve Macaristan’a, daha sonda da Türkiye’ye gönderilmiştir. Medya açıklamaları ve bu “sınır dışı etme” olayları yoğun bir göç psikozunu yaratmakta gecikmez ve kısa bir süre sonra Kapıkule yolları umut yolculuğuna çıkan Bulgaristan Türkleriyle dolup taşmaya başlar.
Göç psikozunun nasıl yaratıldığını anlatan kaynaklar arasında 2003’ün Mayıs ayında yayınlanan Soya Dönüş Süreci’nin Gerçeği: Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Politbüro Arşivi Belgeleri başlıklı kitap, Merkez Komite’ nin o günlerde aldığı kararları, isim değiştirme sürecini nasıl hazırladığını, 1989 yılında meydana gelen göç olayının nasıl planlandığını parti üyelerinin arasında geçen konuşmaları ve tartışmaları gün ışığına çıkarması açısından son derece önemlidir. Bu kaynak tarihi gerçekleri çarpıtarak suni bir tarihin nasıl yazıldığını, kısmen de olsa ortaya koyuyor (sürecin sorumlularını gösteren asıl belgeler yok olmuştur arşivden), ve her şeyden önce “Soya Dönüş” sürecinin başarısızlığa doğru gittiğini görünce yeni bir asimilasyon yöntemi olarak Bulgaristan Türkleri’ni göçe nasıl ittiğini gösteriyor.
Sadece 1989 yılındaki gelişmelerin perde arkasını yansıtacak bazı kararlar üzerinde duracağım. 6 Haziran 1989 tarihinde Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Toplantısının raporundan alınan aşağıdaki kesitler 1989 göç hareketinin Parti kararıyla başlatıldığını açıkça ortaya koyuyor: