Tarih: 24 Kasım 2019
Yazan: Nedim AKIN
Konu: Suyu kaynaktan Tutalım
Eskiden köylerde diş çektirmiş biri, nalbant kerpeteni gördüğünde nasıl ürküyorduysa, günümüzde Bulgaristan’da mahkeme binası, demir ve dikenli tel örgülü duvar veya reye elbise giymiş birini görence aynı şekilde tiksinip ürperir. İnsan kerpeten korkusundan mı olgunlaşır yoksa adalet kavgasında mı, söyleyebilmek zor. Ne ki kerpetenler küflendi hurda olurken, mahkeme binaları ise kocaman Adliye Sarayı oldu. Korku büyüdü.
İkinci olayın ülkede adalet diye bir şey olmamasından kaynaklandığını bilsem de, adaletin ne olduğunu birçok kişiye sordum ama hiç birinden cevap alamadım. Askerde içeri düşenler hep adaletsizlikten söz ederdi. Aklımda kalan asker paltoları gece buzlanan nara yapışmış, kış aylarında gelen çorbaların üstü de ince buzlanmış oluyordu.
Fransa’daki yerel seçimlerde muhtar veya Belediye başkanı seçimleri 1 yıl önceden başlar. Sofya’dan 5 mislİ büyük olan bu şehirde 4 aday aralarında yarışır, kampanya masrafı adayı cebinden çıkar. % 5 oy alanın tüm harcadıkları iade edilir. Bizde Sofya Büyük Şehir Belediye başkanlığına 70 aday vardı. Hepsi elini cebine sokmadan para saçtı. Kampanya rüşvet üzerine kurulmuştu. Fransız demokrasisi olgunlaşmış ve gazeteler yazılarında “rüşvet” sözünü kullanmıyor. ABD’nin Sofya yeni Büyükelçisi Bayan Mustafa ikinci demecini verdi. “Bulgaristan’da rüşvetle ve hukukun üstünlüğü için mücadele edeceğim” dedi.
Bulgaristan’da hesap sorma adeti iyice bozuldu.
Bizim demokrasinin doğuşu nasıl olduysa oldu da, sanki biraz gecikti. 2 dişi, vücudu kıllı ve başı da bir kısım saçla dünyaya gelen çocuk gibi doğdu. 30 yaşına girdi hala başparmağını emiyor demokrasimiz. Halkı da parmak emmeye ve tükürük yutarak doymaya alıştırıyorlar. 2019 istatistiklerinde işsiz sayısı azalmış, bir kısmı dış ülkeyi boylarken, ötekiler de çöp tenekesi dolaşıyorlar. “Adları “kloşar” yani toplanmamış çöpten geçinenler. Bizim işsiz istatistiği cetvellerinde “kloşar” hanesi yok ve onlar artık iş bulmuş hanesinde gösteriliyorlar. İşsiz kalma korkusunu yenmişler…
Birinci Dünya Savaşı’nda yenilenler arasında kalan Bulgaristan Çar Ordusu 1919’da Paris’e bağlı Neuilly’de imzalanan Barış Anlaşması kararıyla dağıtılmıştı.
1920’den başlayarak Bulgaristan’da yaşayan Müslüman azınlıklar 1,5 yıldan 3 yıla kadar uzanan bir zaman kesiminde devletin en ağır işlerinde boğaz tokluğuna çalıştırıldı. O yılların istatistiğinde bu bedava çalıştırılan gençler de işsiz hanesinde gösterilmemişler.
Bu sebeple olacak, yılda bir asker elbisesiyle birkaç günlüğüne evine dönenlere hiç kimse “nerde askersin, ne iş yapıyorsın, kaç para alırsın?” gibi soru sormazdı. , herkes teskere “ne zaman” derdi.
Bulgaristan Müslümanları hem monarşi diktatörlüğünde, hem de komünist totaliter diktatörlükte inşaat eri üniforması giydiler de, bu iki rejimde yapılan askerlik arasındaki farkı ortaya koyan bir çizgi çizilemedi. Olay araştırılıp incelenmedi. Askerde ölen kardeşlerimizin sayısı bile bilinmiyor. Hiçbir yerde bir İnşaat Eri anıtı yok. Osmaniye (Botevgrad) yüksek köprüyol inşaatında çalışmış inşaat erlerinin isimleri bir levhaya altın suyuyla azılmış ve sütunlardan birine asılmıştı. Koparıp almışlar ve kırıp atmışlar. Parasız çalıştırdıkları gençlerimizin kurduğu köprüden her gün geçiyorlar ama isimlerini görmeye tahammülleri yok.
Bulgaristan’a son gidişimde öğrendim, İtalyan yazarlarından R. Fabio, “Monarşiler” konulu bir kitap üzerinde çalışmış ve “komünizm monarşinin en ilkel biçimidir, sosyalist entelektüeller ise aristokrasinin en ilkel benzetmesidir” demiş. İşte böyle bir ortamda Bulgaristan gibi bir ülkede “Biz devlet değiştirme” peşindeyiz diyenlere verecek cevap bulamıyorum. Göçle devlet değiştirmek sanki moda oldu da, anlatmak istediğim, Bulgar’ın kendi devleti içinde ve onun enkazı altında ezilmesidir.
Bulgaristan’da, daha fazla Sofya’da nefes alan Sağ Güçlerin Tutucu (Konservatif) Partisi adlı bir siyasi parti var. Parti Başkanı, II. Borisov hükümetinde Sağlık Bakanı görevinde bulunan D-r. Petır Moskov, yerel seçimlerin 2. Turundan tam 20 gün sonra basına yaptığı açıklamada, Başbakan’ın yönettiği GERB partisi son seçimde Sofya’da 500 bin, Reformcu Blok yerini kapan Demokratik Bulgaristan’ın da 175 bin oy kaybettiğini açıkladı.
Onun tezine göre, “sol ve sağ diye bir şey olmayan” Bulgaristan’daki gelişmelerde, seçmenlerin birden bire sola kayması tehlikesi büyüyor. Şu an bu korkuyu gemleyebilecek bir güç yok. Sosyalistlerin BSP partisi bu yükümlülüğü üstlenebilecek durumda değil. Çünkü ülkede yaşayan 1,6 milyon vatandaş yoksulluk çizgisinin altında yaşam kavgası vermeye zorlanıyor. Fakir bu tabakanın da lideri yok. Lider belirse korku daha da büyecek.
Sosyologların Cuma günleri verdiği basın toplantılarında yeni bir bakış açısı ve adalet arayan içgüdüyü ateşleyen kıvılcım parlamıyor. Sorunların saptanması kendiliğinden bir çözüm formülü sunmuyor.
1879’da kurulan Bulgar devleti birdir. Şekli, Osmanlı’ya bağımlı bir anayasal, parlamenter Prensliktir. Büyük devletlerin Bulgaristan’a gönderdiği Batenberg hanedanından Aleksander Batenberg’tir. O bu devlete veraset usûlüyle, yani irsî olarak geldiğinden dolayı da kurulan, devletin şekli monarşidir. Başka bir değişle bir devlette, devlet başkanlığı görevi veraset yoluyla intikal ediyorsa, o devlet bir monarşidir. Bulgar soyunda hükümdar, imparator, Çar ve Kral türünden kimse kalmamış olduğundan dolayı, 1878’de o dış hanedan soylarından gönderilmişti. Bize alışamadı, meclis ve anayasamız olsa da kurulmuş bir devlet yoktu. O anayasada kendisine tanınan hakları sınırlı buldu. Meclisi dağıttı. Askeri hükümet kurdu. Referandum yaptı. Başbakan oldu, 10 başbakan değiştirdi, yine olmadı. Bulgar halkı Rusya Çarlık düzeni tipi bir devlet ve monarşi rejimi istemiyordu. Bulgaristan’ı küçük buldu. Doğu Rumeliye uzandı ve sonunda çekip gitti.
Bu olayda halkın Rusya’ya uyarak olgunlaşmak istememesi vardı ki, bu istek kapitalizmleşme açısından Rusya’dan çok önde olan Osmanlıdan ayrılıp adı toprak köleliği ve diktatörlük olan bir düzene saplanmaya gönlü razı olamazdı. Toplumun nabzını tutan İstanbul Robert Kolejden sonra Batı başkentlerinde yüksek öğrenim görmüş ve uzlaşmış aydınlar hukukun üstünlüğünde birleşmişti.
1896’da Prens Tacını giyen Ferdinand tam bir diktatörlük kurdu. Balkan, Müttefikler arası ve Birinci Dünya Savaşı’nda Bulgaristan’ı tam bir felakete sürükledikten sonra 1918’da yerine oğlu III. Boris’i bırakarak ülkeyi terk etti.
96 yıl önce şimdiki gibi Kasım ayında Bulgar Çarlığında derin faciadan sorumlu olan yetkililerin hepsini yargılamaya başlamak için bir halk oylaması yapıldı. 1911-1913 yılları arasında başbakan olan İvan Geşov; 1913’te başbakan olan Stoyan Danev ve 1918’de başbakan olan Aleksandır Malinov ve başkaları tutuklanıp yargılandılar. 88 dava açıldı. Bu halk oylaması Bulgar Çiftçi Halk Partisi iktidarının isteği üzerine yapılmıştı. Başbakan İvan Geşev ve Aleksandır Malinov yıllarca içerde kaldı. Stoyan Danev Fransaya kaçtı. Döndüğünde tutuklandı ve 1934’e kadar içerde kaldı. Bulgaristan’a zarar veren her kişi yargılanmıştı. Çiftçi Partisi hukukun üstünlüğünü uygulamaya çalışmıştı.
Bugün Bulgaristan’da Geçiş Dönemi suçlularının yargılanması konusunda bir referandum yapılsa halkın % 80’ni “Evet” oyu verir. Fakat bizdeki demokrasi ham olduğundan dolayı böyle bir halk oylaması yapacak irade yok. Bu yapılmadan toplumun değişim sürecine girmesi mümkün değil gibi görünüyor.
Aslında totaliter-komünist katliamları da ortada! Son açıklamalarda “demokrasi” yıllarında 40 milyar leva çalındığı açıklandı. “Olmasa çalınmazdı” deyip kadehe uzananlara şaşıyorum.
1946’da düzenlenen referandumla Bulgaristan’da monarşi rejimi Cumhuriyet biçimiyle değişti. Komünistler, monarşi faşist güçle hesaplaştılar. Yargısız idam edilenlerin 25 bin kişi olduğu açıklandı. Faşist kanunları onaylayan milletvekillerinin hepsi yargılandı. Birkaç yıl önce araştırmacı yazar Borislav Skoçev “1949-1987 ‘Belene’ Toplama Kampı adlı 924 sayfalık bir kitap yayınladı. Bu kamptan 1952-1953 yılları arasında, 11 bini mahkemeye çıkarılmadan ve haklarında hiçbir mahkeme kararı olmadan olmak üzere 15 bin kişi geçmiştir. Bu kişiler rejim değişikliğini kabul etmeyen aydınlardır. 1987’yediye kadar kamp devamlı dolmuş ve boşalmış, asla boş kalmamıştır.
“Belene” kampı Sovyetlerdeki “Gylag” kampları örneğince kurulmuş ve çalıştırılmıştır. Kampın kuruluş hedefinde şunları okuyoruz: “Kampın kurulma amacı düşmanın maneviyatını kırıp yok etmektir.” O zaman Bulgaristan’da
Irkçı-Faşist partilerin hepsi kapatılmıştı.
Tabii bu yazar da Müslüman katillerinin sayısını vermemiş…
Totaliter komünizm yıllarında işlenen suçların hakkı hesabı yok.
Müslüman halka karşı devlet terörü uygulandı, soykırım denemesi yapıldı, yüz binlerce kişi vatanından kovuldu. Halk parçalandı, dağıldı. Katliam yapıldı. Suçlu yok. Neden diye sorulduğunda “suçlulardan hesap soracak yasa yok” cevabı hazır. Ülkede adalet yok.
Aleksandır Stanboliyski (1919-1923) döneminde memleketi felakete sürükleyen başbakan ve bakanlar yargılanabiliyordu. Yargılanmaları için halka başvuruluyordu. Bugün Avrupa’nın en yoksul, en geri kalmış ülkesi durumundayız, suçlu yok!…
Adalet olmadığını gören faşistler iktidara tırmandılar. İşte en yeni örnek:
2019’da Bulgaristan’da tamamen farklı bir politik sembiyos (ortak yaşam) görüyoruz. 25 Kasım 2019’da Başbakan Boyko Borisov Birleşik Amerikaya gitti.
Başkan Trump ile birlikte uçaktan onunla birlikte inenler şunlardır Başbakan Yardımcısı Tomislav Donçev Bulgaristan’a gelen dış paralardan sorumlu. Krasimir Karakaçanov, Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı 1949’da yasaklanan İç Makedon Devrim Hareketi VMRO Başkanı, aşırı milliyetçi, ırkçı ve Avrupa Konseyi tarafından “faşist” olarak nitelenen siyasi hareketi başıdır.
Emil Karanikolov, Ekonomi Bakanı, Rus yanlısı olmakla ünlü “Ataka” partisinin III. Borisov hükümetindeki temsilcisi. Siyasi olarak tamamen karışık olan bu heyette ülke nüfusunun % 40’ını temsil eden azınlıkları temsil eden siyası güç yok.
Devam edecek.
Paylaşınız.
Teşekkür ederim.