Filiz SOYTÜRK
Bir ağacın hangi ormanda yetiştiği önemli değildir. Kederi odun olmaksa, yanacağı ateş de önem arz etmez. Önemli olan yanmasıdır. Yanarken dünyayı aydınlatmasıdır. Bir de sıcaklığıdır, önemli olan. Sıcaklık, ateşin insanlara verdiği sevgi ve daha doğrusu aşktır. Sıcaklık olmayan yerde aşk olmaz. Aşk olmayan yerde ise üretim olmaz, üretim olmayınca da hayat devam etmez.
Babamla annemin bazen yüksek sesli homurdanmalara varan didişmelerinden biri bizim avludaki incir ağıcı üstüneydi. Bizim inciri kimse dikmemişti. Olabilir ya balkondan, yine bir ihtimal sofralık silktiğimiz mutfak camından düşmüş çekirdekten ya da birinin kötülük olsun diye komşumuz Hacı Mehmetlerle olan taş duvarımızın kenarına gömdüğü bir çekirdekten fışkıran yeşillik yerini sevmiş yeşerdikçe yeşerince beğenmediği gölgeyi delip güneşi tutmak için uzanırken komşu duvarını yerinden oynatması ve komşu avlusunda da boy atması gözlerimin hep önündedir. Beliklerim elimde naif çocuk gözleriyle bakarken bu iri yapraklı ağıcın nasıl olur da bu kadar büyük taşlarla örülmüş duvarımızı yerinden oynatıp kaldırmaya çalışırken kamburlaştırdığı ve bu haksızlığa dayanamayan kiremitlerin birer ikişer yere düşmesine şaşıyordum. Yıllar sonra, yine bizim incirin gölgesini seven tavuklarımızdan birkaçının ne sebeptense kaybolduğunu öğrendiğimde anneannem “ ocağına incir ağıcı dikilsin’” gibi lanet sözleri kullanmıştı. Oysa “ocağına incir ağacı dikilsin!” soyun sofun kurusun anlamındaymış.
Bizim Yuvamıza ise incir ağacını Bulgar dikti. Evimizi, bahçemizi, kamburlaşan komşu duvarını, yere düşen kiremitleri yerli yerinde bırakıp göç etmek zorunda kaldık. Öyle olsa da “bizim incirin duvarı delmesi” aklımdan çıkmadı.
Türkiye üniversitelerinde ders görürken, bir gün edebiyat hocam antik çağda doğa düşüncesinin temellerinin kadim zamanların yaban incirlerinin orman krallığı olan İzmir Aydın (İonia) yöresinde filizlendiğini söyledi.Yaratanın ezene bezene biçimlendirdiği doğa üstüne beyin fırtınası yapmanın sıra dışı etkileşimler sonucu olabileceği aklımın ucundan geçerken, insan zekasını delip uyandıran ve onu düşünmeye zorlayanın incir ağacı olduğunu düşünmekten kendimi alamadım.
Bu düşünceler tarih ve felsefe eserlerinde sayfalar doldurmazdan önce dervişlerin öykülerinde ve aşıkların sazlarında nakışlanmıştır.
17 yıl hapis karanlığı soluyan Büyük Nazım, nedense aydınlık insanın içindedir, ya da sıcaklık arayanlara hitabında “ben yanmazsam, sen yanmazsan…..” demezden önce, “senin elmayı sevmen, elmanın senin sevmesini gerektirmez” demesine neden olmadı mı? Burada çift olmanın tek yanlılığı var. Üstat haklı, çünkü ateşten gelen sıcaklığa bir yalnız bağrımızı açıyoruz, ona sıcak yuva sunmuyoruz. İncir ağacı bile duvarlar delip, büyük taşlar sökerken bizden su istemezdi, ancak büyük yapraklarıyla güneşten sıcaklık toplamakla yetindi. Güzel olan yeni olan hep bir çelişkinin sonucudur, çelişki ateşinden doğar ve dünyayı ısıtır.
Türk mizahının XX. yüzyıl ustası Aziz NESİN konuya “Boşuna” diyerek yanaşıyor.
Şiirin felsefesinde sıra dışı işlerin olması için en az iki şeyin yan yana olması zorunlu gibi.
BOŞUNA
Sen yoksun………
Boşuna yağıyor yağmur…
Birlikte ıslanmayacağız ki…..
Boşuna bu nehir……
Çırpınıp pırpırlanması…..
Kıyısında oturup göremeyeceğiz ki…
Uzar uzar gider..
Boşuna yorulur yollar..
Birlikte yürüyemiyeceğizki..
Özlemlerde ayrılıklar da boşuna
Öyle uzaklardayız..
Birlikte ağlayamayacağız ki
Seviyorum seni boşuna..
Boşuna yaşıyorum
Yaşamı Bölüşemiyeceğiz ki …
Aziz NESİN
Bu felsefi anı yaşamak isteyenlerin duyguları güzel şiirlere hep konu olmuştur. Birini aramak, çünkü o biri olmadan sanki hayat bütün değildir.
BİRİSİ
bir şey var aramızda
senin bakışından belli
benim yanan yüzümden
dalıveriyoruz arada bir
ikimiz de aynı şeyi düşünüyoruz belki
gülüşerek başlıyoruz söze
bir şey var aramızda
onu buldukça kaybediyoruz isteyerek
fakat ne kadar saklasak nafile
bir şey var aramızda
senin gözlerinde ışıldıyor
benim dilimin ucunda
Nahit Ulvi AKGÜN
Aşkta hep iki taraf aranır. Ümit Yaşar bu konuyu en iyi işlemiştir.
BEN EYLÜL SEN HAZİRAN
Bir eylüldü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar gidiyordu kuşlar uzaklara
Deli deli esiyordu rüzgar
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar
Neydi o bir zamanlar
Sevmişliğim, sevilmişliğim
O heyheyler, o delişmenlikler neydi
Ne bu kadere boyun eğmişliğim
Ne bu acıdan korlaşan yürek
Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım
Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne
Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım
Beni kötü yakaladın haziran
Gamlı, yıkık eylül sonuma
Bir ilk yaz tazeliği getirdin
Masmavi göğünle
Cana can katan güneşinle
Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime
Çiçekler açtı dokunduğun
Çimler büyüdü yürüdüğün
Ve güller katmer oldu güldüğün yerde
Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi
Oldurduğun yemişlerin ağırlığından
Dallarım yere değiyor
Güneşi batmadan saçlarının
Bir dolunay doğuyor bakışlarından
Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma
Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık
Başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan
Ölebilirim artık
Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma
Baksana; parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden
Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu, benimle uyan
Birlikte varalım on üçüncü aylara.
Ümit Yaşar Oğuzcan
Olaya felsefi yaklaşımı Necati Cumalı!da da buluyoruz:
GÖLGE
Ben senin gün ışığında
Saçlarını buğdaylar gibi uzar gördüm.
Gökler, denizler gibi bakardım
Gülen ağlayan gözlerine.
Ben senin ellerinin
Sıcaklığını duydum avuçlarımda
Yazlar, kışlar geçti unutamadım
Bilirdim, küçük kalbin
Nasıl iyilikle sevgiyle çarpar
Bilirdim neler düşünürsün susunca…
Ah, bir gün bir bulut üstümüze gölge edecek
Güzel yüzün, kaybolacak aynalarda sularda
Öyle sönen lambalar gibi alaca karanlıkta
Gelecek ölüme razı değilim.
Adını yazıyorum, saçlarını çiziyorum
Eğilip düşünüyorum boş kağıtlara
Sensin işte, yalnız sensin sevdiğim
Her haline ayrı bir şiir söylemeliyim.
Necati CUMALI
Şairlerimizden Edip CENAVER de mutluluğun insanın kendi duyulmamasında olduğuna inananlardan biridir.
BİTMEYEN
Ve ağzım ağzını öptü ise
Çünkü için sözle doludur
Elim eline değdi ise
Çünkü elin yaratılmış işler doğurur
Gözlerine baktım ise
Ki bakmışımdır
Onlar bir denizi sezme derinliğindedir
Ve saçlarına
Ve boynuna
Ve omuzlarına
Baktım ise
Ki bakmışımdır
Onlar bir kuşun uçuşunu
Sezme derinliğindedir
Ey sözlerim benim
Onlar ki bana her zaman
Bir diriliş verenedir
Meselim bitmeyendedir.
Edip Cansever
Sevginin hangi çağrışımla doğacağını öngörebilmek çok zordur. İşte bir örnek daha.
AY KARANLIK
Maviye
Maviye çalar gözlerin,
Yangın mavisine
Rüzgarda asi,
Körsem,
Senden gayrısına yoksam,
Bozuksam,
Can benim, düş benim,
Ellere nesi?
Hadi gel,
Ay karanlık…
İtten aç,
Yılandan çıplak,
Vurgun ve bela
Gelip durmuşsam kapına
Var mı ki doymazlığım?
İlle de ille
Sevmelerim,
Sevmelerim gibisi?
Oturmuş yazıcılar
Fermanım yazar
N’olur gel,
Ay karanlık…
Dört yanım puşt zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cıgaramdan yanar.
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş,
Etme gel,
Ay karanlık…
Ahmed ARİF