Tarih: 06 Ocak 2019
Hazırlayan: Sevilcan YÜCE
Konu: Modern Türk Şiirinin Kilometre taşları
Bulgaristan Türkleri arasında pek bilinmeyen, eserleri ülkemizde basılmamış, okunmamış ve açılması gereken birçok perde kapalı kalmış derken, 20- asrın Büyük şairi Sezai Karakoç’un gündeme taşıdığı, düşünenlere ilham kaynağı konularını biz de ilk kez ele alıyoruz. Şairin dünyayı anlama ve anlatma ustalığı Namık Kemal ve Ziya Gökalp akımına dayanır.
İki medeniyet arasında kalmış bir azınlık olarak biz Bulgaristan Müslüman Türklerinin medeniyet taşıyıcısı ve yayıcısı rolü şair Sezai Karakoç’u tanıdıkça çok daha iyi anlaşılacağına inanıyorum. Çünkü hayatın her an bize işaret ettiği gibi, medeniyet bir bakıma ruhun her an dışa yansımasıdır. Şaire göre, iki medeniyet vardır ve bunlar her an her yerde birbiriyle devamlı mücadele halindedirler. Şaire göre medeniyetler de iyi ve kötüdür. Kötü de iyiye karşı örgütlenmiş ve düzen kurmuştur ve kendinden olmayanı kabul etmez. Bu, ruh ile felsefe arasındaki mücadele gibidir. Huzura karşı sıkıntı, ahenge karşı kaos işte bu yansımanın tablosudur. Batı Doğu medeniyetindeki din ve millet örgüsünü asla kabul edemez, ama yerine de yaşam hakkı kazanmış bir şey koyamayınca kendisi de Doğu’ya yönelmiştir. Biz bunu Bulgaristan’da son 140 yılda yalın bir şekilde yaşadık, mücadelesi verilmiş ama bitmemiştir.
Şairin yorumunda millet inançla örülerek doğar. Bunun için biz bu kıstasa sadık kalan Bulgaristan Müslümanlarının milli Türk kimliğini devlet terörüne rağmen çözülmeden koruyabildiklerine tanık oluyoruz. Doğuda baba bir otoriteyi, devleti temsil eder. Ve bu bakıma Batıya ilk giden Doğu’dur ve Batılılar Doğuya sonradan gelmişlerdir. Olaya değişik pencerelerden bakılabilir.
Sezai Karakoç, Plevne Savaşına katılmış, Gazisi Osman Paşa’nın takdirini kazanmış Diyarbakırlı Hüseyin Beyin 1933’lü torunudur. Ankara Siyasal Bilgilerde okumuştur. En fazla okunan eseri “Ruhun Dirilişidir”.
Kendisini “Masal” şiiriyle tanıyalım.
MASAL
Doğuda bir baba vardı
Batı gelmeden önce
Onun oğulları batıya vardı
Birinci oğul batı kapılarında
Büyük törenlerle karşılandı
Sonra onuruna büyük şölen verdiler
Söylevler söylediler babanın onuruna
Gece olup kuştüyü yastıklar arasında
Oğul masmavi şafağın rüyasında
Bir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeri
Öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere
Baba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı
Öcünü alsın diye kardeşini yolladı
İkinci oğul Batı ülkesinde
Gezerken bir ırmak kıyısında
Bir kıza rastladı dağların tazeliğinde
Bal arılarının taşıdığı tozlardan
Ayna hamurundan ay yankısından
Samanyolu aydınlığından inci korkusundan
Gül tütününden doğmuş sanki
Anne doğurmamış da gök doğurmuş onu
Saçlarını güneş destelemiş
Yıllarca peşinden koştu onun
Kavuşamadı ama ona
Batı bir uçurum gibi girdi aralarına
Sonra bir kış günü soğuk bir rüzgâr
Alıp götürdü onu
Ve ikinci oğlu
Sivri uçurumların ucunda
Buldular onulmaz çılgınlıkların avucunda
Baba yağmurlardan anladı bunu
Yağmur suları aci ve buruktu
İşin künhüne varsın diye
Yolladı üçüncü oğlunu
Üçüncü oğul Batıda
Çok aç kaldı ezildi yıkıldı
Ama bir iş buldu bir gün bir mağazada
Açlığı gidince kardeşlerini arayacaktı
Fakat batinin büyüsü ağır bastı
İş çoktu kardeşlerini aramaya vakit bulamadı
Sonra büsbütün unuttu onları
Şef oldu buyruğunda birçok kişi
Kravat bağlamasını öğrendi geceleri
Gün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdiler
Patron oldu ama hala uşaktı
Ruhunda uşaklık yuva yapmıştı çünkü
Bir gün bir hemşerisi onu tanıdı bir gazinoda
Ondan hesap sordu o da
Sırf utançtan babasına
Bir çek gönderdi onunla
Baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemedi
Yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı
Bu yüklü çeki
İyice yaşlanmıştı ama
Vazgeçmedi koyduğundan kafasına
Dördüncü oğlunu gönderdi Batıya
Dördüncü oğul okudu bilgin oldu
Kendi oymak ve ülkesini
Kendi görenek ve ülküsünü
Günü geçmiş bir uygarlığa yordu
Kendisi bulmuştu gerçek uygarlığı
Batı bilginleri bunu kutladı
O da silindi gitti binlercesi gibi
Baba bunu da öğrendi sihirli tabiat diliyle
Kara bir süt akmıştı bir gün evin kutlu koyunundan
Beşinci oğul bir şairdi
Babanın git demesine gerek kalmadan
Geldi ve batının ruhunu sezdi
Büyük şiirler tasarladı trajik ve ağır
Batının uçarılığına ve doğunun kaderine dair
Topladı tomarlarını geri dönmek istedi
Çöllerde tekrar ede ede şiirlerini
Kum gibi eridi gitti yollarda
Sıra altıncı oğulda
O da daha batı kapılarında görünür görünmez
Alıştırdılar tatlı zehirli sulara
İçkiler içti
Kaldırım taşlarını saymaya kalktı
Ev sokak ayırmadı
Geceyi gündüzle karıştırdı
Kendisi de bir gün karıştı karanlıklara
Baba ölmüştü acısından bu ara
Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara
Baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlarda
Bir alin yazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda
Bir de o talihini denemek istedi
Bir şafak vakti Batıya erdi
En büyük Batı kentinin en büyük meydanında
Durdu ve tanrıya yakardı önce
Kendisini değiştiremesinler diye
Sonra ansızın ona bir ilham geldi
Ve başladı oymaya olduğu yeri
Başına toplandı ve baktılar Batılılar
O aldırmadı bakışlara
Kazdı durmadan kazdı
Sonra yarı beline kadar girdi çukura
Kalabalık büyümüş çok büyümüştü
O zaman dönüp konuştu:
Batılılar!
Bilmeden
Altı oğlunu yuttuğunuz
Bir babanın yedinci oğluyum ben
Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden
Babam öldü acılarından kardeşlerimin
Ruhunu üzmek istemem babamın
Gömün beni değiştirmeden
Doğulu olarak ölmek istiyorum ben
Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var:
Karşınızdakini değiştirmek
Beni öldürseniz de çıkmam buradan
Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki
Fakat değişmeyecek ruhum
Onu kandırmak için boşuna dil döktüler
Açlıktan dolayı çıkar diye günlerce beklediler
O gün gün eridi ama çıkmadı dayandı
Bu acıdan yer yarıldı gök yarıldı
O nurdan bir sütuna döndü göğe uzandı
Batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı
Hâlâ onu ziyaret ederler şifa bulurlar
En onulmaz yarası olanlar
Ta kalplerinden vurulmuş olanlar
Yüreğinde insanlıktan bir iz taşıyanlar
Sezai Karakoç