Raziye ÇAKIR
Konu: Masallar hepimizi öğretir.
Sizler için Deliorman’da anlatılan bir Bulgar halk masalı seçtim
Geçim bohçası uçlarını iliştirmede zorlanan yoksul bir anne oğlunun bir işe sap olmasını çok arzu ediyormuş. Onu bir terziye çırak vermek için, bir gün önüne takmış ve şehir yoluna düşmüşler.
Az gitmişler, uz gitmişler, uzun yol yürümüşler. Yorulunca soluklanmak için bir kuyu başında oturmuşlar. Yaşlı kadın çok yorulduğundan yere çöker çökmez:
- Oh! Deyip içini çekmiş.
Kuyudan hemen fırlayan bir şeytan, etrafında göz gezdirip sormuş:
- Beni neden çağırdınız?
- Ben kimseyi çağırmadım. Demiş ürkek sesli yaşlı kadın.
- Ben, “OH,” adlı şeytanım, sen, “OH,” dedin.
- Yolda yoruldum, içimi çekerken ohladım, cevabını vermiş kadın.
- Yolunuz nereye böyle, diye sorup soruşturmaya devam etmiş şeytan.
- Bir zanaat öğrenmesi için oğlumu şehre götürüyorum. Demiş kadın ve şeytan hemen eklemiş:
- Onu bana ver. Ona şeytanlığın her çeşidini öğretirim. Üç yıl sonra gel, geri vereyim!
Biraz düşündükten sonra kadın razı olmuş. Şeytan oğlanı tuttuğu gibi, kuyuya atlamışlar. Genci evine götürmüş. Ev havalı ve zengin döşeliymiş. Şeytan’ın eşi yeni öğrenciye kalacağı odayı gösterme için önüne takmış ve giderken şöyle konuşmuş:
- Kulağını aç! Söyleyeceklerimi aklından çıkarma! Eşimin kendisine zanaat öğrettiği gençlerden hiç birisi buradan canlı çıkmadı. Çünkü hepsi budalaydı. Eşimin onlar gösterdiği şeytanlıkları ne kadar güzel öğrendiklerini hemen sahnelemeye can attılar. Eşim, kendinden hünerli olanları pek sevmez, kıskanır. Bu yüzden sen gösterileni belle, öğren, ama öğrendiğini belli etme. O senin hiçbir şey öğrenemediğine ikna olursa, seni serbest bırakır.
- Ama hiçbir şey öğrenemeyişime hiddetlenirse! O zaman ne yaparım?
- Sana öfkelenebilir, hatta seni dövebilir, canın kıymetliyse, susup dişini sık, dayan.
Oğlanın şeytan evindeki hayatı böyle başlamış. Temizlik yapar, odun keser, hizmette kusur etmezmiş, ardından şeytan ona eşek, tavşan, ayı ve başka hayvana dönüşme ustalığını öğretiyormuş. Gösterileni dikkatle gözleyen, benimseyen oğlan, aklında kalanlar üstüne ödev ve denemeleri gizlice yaparken, şeytanın karşısında hep bir şeyleri eksik yapıyor ve sihir bozuluyormuş.
Üç yıl böyle gelip geçmiş. Yaşlı kadın kuyu başına yine gelmiş, oturduğu gibi de “OH!” demiş.
Önce şeytan ardından da oğlan kuyudan hemen çıkmışlar.
- Hadi gidelim ana! Demiş oğlan.
Şeytan ona biraz öfkeli bakmış, bu oğlan bana aptal numarası yaptı, aslında her şeyi kavradı, bu yüzden gitmeye acele ediyor, diye şüphelenmiş. Ve yaşlı kadına dönerek şöyle demiş:
- Oğlun zanaatımı öğrenemedi. Yarım yıl daha kalsa iyi olur!
Genç razı gelmemiş, anasını elinden tuttuğu gibi, çekmiş, oturduğu yerden kaldırmış ve yola yönelmişler. Az gitmişler uz gitmişler, ormandan geçerken kulaklarına avcıların boynuz sesi gelmiş.
Oğlan anasına dönerek:
- Ben şimdi anne, ben bir av köpeğine dönüşeceğim ve avcı beni satın almak isteyecek. Sen 200 akçe iste ama boynumdaki tasmayı sakın verme. Verirsen sena asla dönemem.
Kendi kendine bir iki sihirli söz söylemiş, olduğu yerde bir dönme dönmüş ve av köpeği olmuş. Ormana girdiği gibi ilk tilkiyi ürkütüp avcılara doğru kovalamış. Avcı başı köy ağasıymış. İlk atışta tilkiyi indirmiş, çalıların arasında kuyruk kıvıran köpek sahibine dönmüş.
Biraz daha yürüdükten sonra avcılar önlerine çıkmış ve avcı başı:
- Bu köpeği bize sat, ne istersen verelim, demiş.
- 200 akçe isterim, fakat boynundaki tasmaya kıyamam, demiş kadın.
- Tasma senin olsun – biz ona altın boyunluk takarız, demiş avcı başı ve yoksul kadının avcuna saymış parayı. Avcılar ormana dağılmış, köpek de çalılıklara girmiş.
İlk bayırın ardında köpek yine oğlan kılığı almış ve anasına dönmüş.
Bunlar olurken göklerde süzülen bir kartal her şeyi görmüş.
Oğlan ile annesi imparatorluğun başkentine vardıklarında, oğlan alnında beyaz benli siyah Arap atına dönüşmüş ve anasını, 500 akçe almadan beni satma, başlığımı da verme diye tembihlemiş. Atı gören zenginler, saray hizmetinde olanlar fiyat sormuşlar.
- 500 akçe! Ama başlığını vermem. Diye yanıtlıyormuş kadın.
- Al şu parayı, başlığı senin olsun, biz ona altın başlık takarız, deyip atı götürmşler.
Gece ayağa kalkan at, oğlan dönüşmüş, avludan atladığı gibi anasına dönmüş.
- Ana, ben yarın bir öküz olacağım, kaç para verirlerse versinler yularımı verme, diye yine tembihlemiş.
Sabah erkek pazara inmişler, pazarda onun gibi tosun öküz yokmuş, müşteriler gelip “fiyat” demişler.
- Bin akçe verene veririm, ama yularını vermem, demiş kadın.
- Bin akçe üstüne sayayım, yularlı olsun, yular sız götüremem, demiş alıcılardan birisi.
- Yolarını veremem! Diye diretince kadın.
- Al şu iki bini! Ver şu yuları! Diye ısrar eden, müşteri kılığında, şeytanın ta kendisiymiş.
Bu pazarlığı işiten oğlan, alıcının kim olduğunu fark eder etmez, hemen bir tavşana dönüşüp sıçramış, kaçıp toz olmuş. Bunu gören şeytan ise, hemen köpek olup peşine takılmış. Yakalanacağını sezen oğlan güvercin olup havalanmış. Ardından şeytan atmaca olmuş ve onu kovalamaya başlamış.
Nihayet güvercin bir avluya konmuş ve bir avuç darıya dönüşerek her yere saçılmış. Şeytan geri kalacak değil ya, hemen bir serçe olmuş ve darı tanelerini teker teker gagalamış. İki tane taş kenarına sıkıştığından şeytan kuş onları görememiş. O iki darı tanesinden tilkiye dönüşmeyi başaran oğlan, serçeyi yakalayıp yemiş.
Görüldüğü gibi, şeytanın öğrencisi kurnazlıkta hocasından üstün gelmiş ve daha önce öldürülen öğrencilerin öcünü çıkarmış.
Masal burada biterken biz dönelim bu masalın bize öğrettiklerine.
Bu bir Bulgar halk masalıdır, demiştik. İnsan istediğinde mutlak öç alabilir ve almalıdır, dersi verir.
Bizim kültürümüz, “Şeytanın dostluğu, darağacına kadardır,” der. Anlamı, kötü arkadaş insanları yoldan çıkarır ve ölüme kadar götürebilir. Ama kurnaz olduğundan ölümün eşiğinde onu kaderiyle baş başa bırakır. Biz bunu son 26 yılda her gün yaşadık. Dilimiz dönüp demese de, Bulgarlar Ahmet Doğan’a “Şeytan” dediler. Başımıza geçmeden, özel eğitim aldığı şeytanlık merkezlerinde, Türkleri Bulgar’a, Müslüman’ı Hristiyan’a dönüştürme şeytanlığını öğrenmiş. Bize uyguladı. Bölündük, parçalandık, işsiz, aç susuz kaldık ve yoksulluk çemberinde sanki kendisine teslim olduk ki, bizi “Bulgar Etnik Modeli” kuyusuna itti ve Bulgarlaştırmaya çalıştı. Anadilimizi dilimizden söküp almak için bin bir dolaplar çevirdi.
Aç kalan sefil düşen insanlarımızı “çık çık eden nalçadır, iş bitiren akçadır” deyip son seçimlerde de aldatmaya ve oylarını toplamaya kalktı. Halkın uyandığını, şeytanlık sihirlerini çözdüğünü anlayınca, şu rakam gerçektir, Deliormanın Kubrat ve İsperih Belediye merkezinde ve köylerinde 500 bin leva para saçtılar, oy satın aldılar, ama halkımız uyandı, köpeği, atı, öküzü verdi, Türklüğümüzden elinde kalan tasmayı, başlığı ve yuları asla satmadı, vermedi, iradesi ve özgürlükleri üstüne pazarlığa oturmadı, seçimleri kazandı.
İsperihte Beysim Rasim’in, Kubra’ta Bürhan Müzilifov’un, Dulovo’da Yüksel Ahmedov’un “koalisyn”, “dönüşüm zamanı” ve “bağımsız” şeklinde örgütlenerek yerel seçimlerde HÖH-DPS’yi yenmesi ve belediye başkanı olması, üstüne Deliorman’da birçok muhtarlıkları da ele geçirmesi, öğrencisinin şeytanı yenmesine, yiyip bitirmesine benzedi. Deliorman’da yeni Pazar kuruluyor. Halkımız Türklüğümüzü yok etmek isteyenlerin yolunu kesti. Kimse ne paraya ne pula inandı. Masaldaki annenin bir yulara 1000 akçe vereni elinin tersiyle geri ittiği gibi Lütfü Mestan’ın ve Ramadan Atalay’ın halkımızla alay etmesine tepki büyük oldu. Oy pazarı bozuldu. Vicdan uyandı. Halkımız bilinç, gönül ve ruhundaki Türk iradesinin paha biçilmez olduğu, 500 bin levaya ne Türk tasması, ne Türk başlığı ne de Türk yuları satılmadığı ortaya çıktı. Türk onuruna Pazar olmadığını dünya gördü. Yerel seçim zaferimiz bütün memlekete ve Türkiye’deki soydaşlara ibret dersi oldu. Bulgaristan’da hava tamamen döndü. HÖH karı kalkıyor.
1 Kasımdan bugüne 17 gün geçti, Ramadan Atalay saklandığı kuyudan çıkamıyor. Kaybettiği paralara çok üzülmüş. Lütfü Mestan’dan çıt çıkmıyor. Saray’dan uğultu sesi geliyormuş.
Masalımızdaki kuyu Ahmet Doğan’ın kapalı tutulduğu saraydır. Masalsı anlatım Dobruca, Deliorman, Gerlovo, Rodop, Trakya Türklüğünün ağır çekiden silkinmeyi başarabileceğine en parlak örnek oldu. Bu zafer, ekmek parası için Batı ülkelerinde el açan kardeşlerimize de dönün artık, her şeyi birlikte değiştirebiliriz, çağrısı oldu. Türkiye’deki akrabalarımız ve onların dernek ve diğer örgütleri: Bulgaristan’a başka bir gözle bakmak zorundadır, insanın memleketinden güzeli yoktur.
Atalay’ın ve Mestan’ın halkımızın önüne çıkacak yüzü kalmadığı gibi, saray kapısı da kilitlenmiş ve Ahmet Doğan içerde ebediyen hapsedilmiştir. Şeytanlık dönemi bitti.
Korku içinde, parayla sadet olmaz!
Memleketimizde Türklük baharı açıyor. Kutlu olsun!