Raziye ÇAKIR
Konu: Hayatın Şeytan Köprüleri 500 yaşında
Bizim oralara gelenler mutlaka “Şeytan Köprüsü”nden geçmek ister. Bunu yapanlar günahlarımı Eğri Dere’ye silktim, kem gözlerden kurtuldum, gibi havalara girer. Zemzem suyuyla durulanırlar sanki. Bizim “Şeytan Köprüsü” bu yıl 500 yaşını dolduruyor… Yaşlanmış, yosun tutsa da bel vermemiş, gök kuşağı gibi öylece oracıkta dimdik ayakta duruyor. Buralara gelip köprüye bakanlar hep kemerleri sayıyor, kambur belli köprüyü resmediyorlar amma şeytanı ne gören ne de şemailini çizen ya da resmeden bu güne kadar olmamış.
“Şeytan Köprüsü” efsanelerimiz vatan belleğimizin, doğa sevgimizin özünü oluşturur. Geçmişimizi çağrıştırır. Herkes şunu iyi bilmelidir ki, propaganda amaçlı yazılarda ve düşmanlık körüklemek için anlatımlarda Türklerin Bulgarlara karşı her zaman barbarca davrandığı savının doğru olmadığını bilmek önemlidir. Tersi olsaydı, bu köprü 500 yıl “düşmanlıklardan silkinme abidesi” olarak dimdik ayakta duramazdı. Tek taşı dahi düşmemiş…
Yalanlardan hoşlanan uluslar çoktur. Tarih bunlarla doludur.
“Şeytan Köprüsü” taşlarını yontan, kemerleri ören ustanın dualarında, “kuzeyin yalanı burada kalır, güneyin hırsı burada durur” ayini vardır. Etrafındaki ağaçlar nasıl kendi başlarına dimdik duruyorsa, kemerleri selamlayarak durmadan akan derenin suyu nasıl kendi başına yol bulup ilerliyorsa, köprü de bur açıkta kendi gücüyle var oldu. Onun nefes almasına bir tek insan sevgisi yeterliydi.
Örneklersek, bu köprü yapılırken geçen sohbetlerde Sultan Mehmet’in bir kavunu kimin yediğini anlamak için 14 uşağının karnını yardırdığı; yeniçerilerine hoş görünmek amacıyla sevgilisi İrena’nın başını kestirdiği gibi uydurmalar anlatılmaya başlandığında “ama şeytanın kulağına gitmesin!” denir ve olay noktalanırdı. Adı üstünde olsa da köprücü ustalar şeytana yem vermedi, hoşgörü göstermedi.
Bir de şu bizim “Şeytan Köprüsü” bizim dağların taşına toprağına tutunmuştur. Dışardan destekli, dayaklı, asma ve benzeri bir yapı olsaydı dayanamazdı hayat davasına. Köprü ne kemer altından akan sulara “neden gölgemi alıp götürüyorsunuz” diye sitem yaptı, ne de üstünden gelip geçenlerden taşımı aşındırdınız diye haraç istedi. Köprünün açılış duasında üzerinden geçenlerden sadece hayır dua etmeleri istenmişti. Bu duayı esen rüzgârlar, yağan yağmurlar, düşen kar ve kış da hep eksik etmedi.
Anlatıldığına göre, son beş yüz yılda köprünün bekçiliğini yapan şeytan kötülük yapmak için günde yüz kere fırsat bulurken, iyilik etmek isteyenlere ise senede bir kere fırsat tanınmıştır. Fakat şeytanın şeytanlığı dağlı yerlilerin iyi yürekliliğine hep yenik düşmüştü. Şeytanlıkların hiç biri sökmedi. Köprüden kötü niyetle geçenlerin işi aklan gitmedi. Yolcular niyetleri durulmadan köprüyü geçmemeye dikkat edip sabır eğlediler.
Asırlar içinde kemerlerin gölgesinde sular şeytan kovalarmış gibi durmadan akıp giderken kemerlerin üzerinden geçirilen tutukluları gören halk hep söyle düşündü: “Bir masumu mahkûm etmektense, suçsuz tutuklanmış olanı kurtarmak daha hayırlıdır.”
İnsanlarımız kanunların insanları kötülükten, şeytan tuzaklarından korumak için olduğu kadar, onlara yardım etmek için de yapılmış olduğuna inanır. Yasal olmayan duruma “şeytan işi” “şeytanın parmağı vardır”, “şeytan gözü ısırmıştır” der ve büyük gerçeklerin defterleri hep yeni bir umut doğana kadar kapanır ve beklenirdi.
“İnsanoğlunun işine karışma” uyarısıyla gelen şeytanın kafasındaki ise hep şu olmuştur: Yaratan ona köprünün iki başında da “uslu ol” buyurmuştur. Köprü adını “şeytanın” onun bir kemerinde, iki taşı arasında, şu ya da öbür başında, bir köşesinde gizlenmiş olduğu inancından almıştır. Biliyorsunuz 1984-85’te hepimizin ismi değiştirildi, Bulgar “Şeytan Köprüsü” adına dokunmadı. Onun inancında olan, şu geçici dünyada şeytanla başla çıkabilen güç ancak “cömertliktir.” O da onda olmadığından şeytana dokunmaktan korkmuştur. O zaman onlar “şeytana dokunursak” aşımıza büyük bela alırız korkusuna yenik düştüler.
Şeytanı yetkisiz kılan güçse şudur: Bölgedeki Müslümanların doğuştan cömert insanlardır. Onlar kötülük yapmak için devamlı fırsat kollayan şeytanın elini kolunu iyilik kudretiyle hep bağlamış, nefesini kesmişlerdir. Onların bu özeliği bir Allah vergisi olup dikkate değerdir. Cömertlik ve iyilik melekleri tarafından korunan köprüden geçenler arasında suya düşen, köprü üzerinde ayağı kayıp sürünen, başı dönüp devrilen, geçerken birbirine bıçak çeken olmamıştır.
Anlatılanlara göre, köprüden kötü niyetle geçenlerin işi uz gitmezmiş. Geçen yüzyılın başlarında bu dağlarda dolaşan Bulgar haramiler, niyetleri kötü olduğundan “Şeytan Köprüsünden” geçmekten korkmuştur. Bir efsanede bu köprüde gizlenen şeytanın büyük kemerin ortasına dikilenin niyet ruhunu gece gündüz okur, insafa gelir ve kötü emele engel olmak için yani kimseye kötülük edilmesin diye o an “cömertlik meleğine” yenik düşmeyi yeğlermiş.
1942’de bu köprüden geçen kocaman Macar atlılar ve silah yüklü katırlar ve Alman ve Bulgar asker taburları bu kadim özellikleri dikkate almamıştı ve Yunan’dan perişan döndü.
Totaliter kötülükler yıllarında çekilerden kurtulmak için kendilerini köprüden atarak kurtulmak isteyenlere iyilik melekleri yol vermemişti. Köprüden atlayıp hayatına son vermek isteyenlerin hepsi, deresinin suyundan içti ve davaya devam etme gücü bulduğuna sevinerek hakikat aramaya devam etti.
Dünyanın kendini devamlı yenileyebildiği gibi, haklı davaların güç yenilemesi de kutsal yerlerde olur ve bu bakıma “Şeytan Köprüsü” kemerlerini okşayarak akan sular kutsaldır, yüreklendirici olup cesaret aşılar, insanı yüceltir.
“Şeytan Köprüsü” üstüne anlatılanlarda şu da var:
Köprüden dua ederek geçerken kötülüklerden kurtulan bir gencin, çok sevdiği bir kıza evlenecek iken, sevgilisini gene o kızın aşkından dolayı ölmek üzere bulunan bir dostuna bırakmış ve bir de üstüne üstelik çeyizini tedarik ettiği yer alır. Bu bakıma “Şeytan Köprüsü” sihirlidir. Bunu başka öyküler de işler.
Bu tarihi köprü üstüne düzülen öykülerin birinde ise, şeytanın insanın aklını karıştırması dile gelir. Bunların birinde, haramiler sevgilisini kaçırmak isteyen bir çobanın tek başına savaşarak sevgilisini kurtardığı çelişkili ve biraz karışık anlatılır. Çoban sevgilisini kurtarmış, boynuna sarılırken, beş adım ileride başka bir harami çetesinin onun annesini kaçırmaya çalışır ve o da bu vahim durumu görür. Sevgilisini bırakıp annesinin imdadına koşar. Fakat dönüp geldiğinde sevgilisini ölmek üzere bulur. Bu durumda intihar etmek ister. Ama annesine bakacak başka biri olmadığından, hayatın acılarına katlanma cesareti gösterir ve hayatta kalır.
İyi ile kötü arasındaki kapışma hiçbir zaman tek perdeli bir piyes değildir..
Yüksek mimarlık eseri bu Osmanlı mirası köprü, iyilik ile kötülük arasındaki sonrasız kapışmanın bir sembolü olmaya devam ediyor. Bu amansız kavgada iyilik her zaman üstün gelir. Bunun hikâyesi şöyledir.
Köylünün biri mahkemeye düşmüştür. Davayı kaybetmiştir. Cezası büyük. Köylü geliriyle ödenecek bir borç değil. Duruşma salonunda başı kolları arasında, perişan bir durumda olan mahkûm köylüyü kadı arka odaya çağırır. Sen “Şeytan Köprüsü ”ne bir git “şeytanın” ayağını kır ve gel. “İki defa kuzeyden güneye üç defa da güneyden kuzeye geç, derenin suyunda elini yüzünü yıka, açıl, arın ve dön,” der. Köylü kadının dediğini yapar. Ona acıyan kadı, onun borcunu kendi cebinden öder ve köylü dertten kurtulur.
500 yıllık bir köprünün altından gece gündüz akan suyun miktarı ölçülemeyeceği gibi, burada anlatılan fıkralar, köprü ve ruhundaki şeytan hakkında düzülen ve anlatılan hikâyelerin de sayısı bilinmez.
Bilinen bir şey varsa o bunların hepsinde iyilik ve dürüstlüğün, hoşgörü ve insan sevgisinin, hakkın her zaman üstün gelmesidir.
Halkımız artık başka bir gerçeğe de inanıyor: “Şeytan Köprüsü”’nden şeytan geçse ayağı kendiliğinden kırılır ve büyü çözülür, dertler biter.
1990’dan beri Bulgarların “Şeytan” adıyla tanıtmaya çalıştığı HÖH-DPS lideri Ahmet Doğan’ın “Şeytan Köprüsü’nden geçip temizlenmesi, arınması, ruhunu kemiren kenelerden kurtulması, şeytanın bacağının kırılması ve dertlerin bitmesi için dua edenler çoğalıyor. Gelmesini burada meşalelerin altında bekleyenler var. Dilde dile anlatılana bakılırsa, “şeytan işini şeytan bozar”. “Büyük şeytan küçük şeytan büyüsünü bozabilir” lafları dolaşıyor.
Durumun vaziyeti böyle olduğundan, bugüne kadar hiç kimse, 500 senelik köprü şeytanının mı daha yaşlı yoksa 500 yıllık Rusya’nın Bulgar-Türk düşmanlığı şeytanının mı daha ihtiyar olduğu henüz hesaplanamamış.
Bu nedenle, Ahmet Doğan’ın ruhunu büyüleyen Rus Şeytanı Eğri Dere ırmağı bayırında “Şeytan Köprüsü” şeytanıyla yüzleşmek istemezmiş.
Sizin de bildiğiniz üzere, 1878’de Yeşilköy’e kadar inen Rus Şeytanı Eğri Dere boyundan geçmedi. Şimdi, Ahmet Doğan şeytanı ile “Şeytan Köprü” şeytanı yüzleşirse, her gün aklına yüz şeytanlık gelen bizim şeytanın dış şeytanı yeneceğine inanılıyor. “Rus büyüsü bir dağılsa kurtuluruz” diyenler artıyor. Herkes şeytanların kapıştığı günü görmek ve bu kavgada seyirci olmak istiyor. Bundan dolayı, Şeytan Köprü şeytanı son yıllarda bir de halk davasının daha büyük kötülüklerden koruyucusu sıfatını kazandı. “Denize düşen yılana sarılır” gerçeğinden çıkarak, davayı kaybeden şeytandan medet umar umuduna bağlananlar, “şeytan köleliğinden kurtulmalıyız!” diyorlar.
Yeni durumda, hele şu, belki de önemli kutlamalarla anılması beklenen “Şeytan Köprüsü” 500. Yıldönümü anma törenlerinde, “iki şeytan bir araya gelmesin, bu hayır alameti olmaz!” diyenler ortaya çıktı.
Sağduyu sahibi genç güçler durumu kontrol altına almaya başladılar. Yerli halktan kimse şeytan düğününe gitmek istemiyor. Benim inancıma göre, biz şeytanla mücadelede uzun yol kat edebildik, “böyle devam edersek mutlaka kazanırız” diyorlar.
Yolumuzdan şeytan geçmesin de.