Doğuştan şanslıyım diye düşünürüm. Cennet gibi bahçelerde yaşadım ömrüm boyunca. Çocukluğum bir beş dönümlük meyve bahçesi içinde geçmişti. Asma ağacı altında, konak gibi bir evimiz vardı. İki katlı, sekiz odalı güzel bir ev. Ak kayalar’ın altında, Ardanın yanı başındaydı. Köy ağası kızı değildim. Ağlık kim, benim babam kimdi. Öyle şeker, öyle bir altın kalpliydi ki, uçan sineğe bile kıyamazdı babacığım. Birkaç işte çalışıyordu. Hiç yokluk görmedik biz kardeşlerimle. Annem de asil bir kadındı. Bir de tütün yetiştirme ustası. Sofya radyosunda hünerlerini anlatmıştı.
Tonlarca tütün ürettikten sonra, bronz ve gümüş madalya ile ödüllendirilmişti. Köyümüz 150 hanelik bir Türk obasıydı. Dördüncü sınıftan sonra Kırcaali’ye okula gidip gelmeye başlamıştım. Lise sona kadar Kırcaali’de okudum. Bir nevi köyde doğup yaşayan, şehirde okuyan çıtı pıtı güzel bir kızdım. Daha sonra, öyle bir uzak dağ köyüne gelin gittim ki,adeta sizlere anlatamam;derin uçurumlarla dolu dağlık bir bölgeydi oraları. Patika patikaydı yolları,ne otobüs,ne de tren.Ama o yeşil dağlar çok güzeldi. Şimdi ise öyle bir doğal ortamlarda ikamet edebilmek için adeta birer sermaye harcıyoruz. Daha sonra, Türkiye’de yine çok güzel bir evimiz oldu. Bursa’nın Ziraat parkının oralarda o. Yeşillikler içinde, akasya ağaçları arasında, fındık bahçelerine bakan, hem de koskoca bir metropolün tam ortasında. Beyaz gülü çok severim ben, bayılırım onun kokusuna ve güzelliğine. Eşimin bana bir armağanıdır beyaz gül bahçem. Bir gün ilginç bir olaya tanıklık ettim. Hasta yatağında yatan ağabeyime gidiyordum. Yolda önüme bir yaşlı teyze çıktı. Üzerinde mantosu ve başında örtüsü vardı. Tıpkı bizim annelerimiz gibi örtünmüştü ve giyinmişti. Elindeki poşette ise bir yığın ekmek vardı, sokağın iki tarafına bakınarak bir şeyler arıyordu sanki. Selam vermeden geçemezdim bu sevimli teyzeyi. Buralı mısın, be gülüm sen, dedi önce. Evet dedim ve karşıdaki evimi işaret ettim. Çok iyi gülüm dedi, sen de kızacak mısın bana diye mırıldandı. Ben her gün bir torba ekmek alıyorum fırından ve şu havada uçuşan kargaları,kuşları,avlu boyunda gezinen karıncaları besliyorum. Poşeti öyle büyüktü ki,kuru ekmekleri bir de suyla ıslatıyormuş ve onları birkaç metre mesafeyle duvar diplerine bırakıyormuş.Gülümseyen ve mutlu gözlerle bana bakıyordu.O an ağlayasım geldi,adeta onu öpmek istedim.Çok duygulanmıştım,ona sarıldım ve o buruşmuş yanaklarından öptüm. Ben sana nasıl kızarım ki, dedim , sen insanlık dersi veriyorsun bizlere. Nerelisin be teyzem sen,Bulgaristan’lısın galiba,dedim.Eğridere’liyim ben gülüm, sen nerelisin diye sormayı ihmal etmedi.Çok yaşlıydı kendisi,ama yaşam sevincini hayvanları koruyup ve beslemekte bulmuştu…
Müzeyyen AVCIOĞLU