Tarih: 04 Mayıs 2019
Yazan: Rafet ULUTÜRK
KONU: Bulgaristan’da Avrupa Parlamentosu seçimleri bir oyun gibi sergileniyor.
Avrupa Birliği Parlamento seçimlerine sayılı günler kala, Edirne Trakya Üniversitesi yüksek katlarından Meriç (Maritsa) nehrine ve boyu uzunca olup biraz da uzatanlar Bulgaristan’ı görebildiklerinden, “gördüm” deyip kitap yazmaya hevesleniyorlar.
Sofya’da tanıdığım Türkiye Cumhuriyeti tarihçisi Prof. Cengiz Hakov ise, tarih gerçekleri “arşivlerde” gizlidir inancına bağlı çalışarak, “bu kadar tozlu belgeyi okuyabilme imkanım yok” deyip koskoca Türkiye Cumhuriyeti tarihini 960 sayfaya Türkçe ve Bulgarca olarak sığdırmış. Bizim kanımıza göre önemli olan, kantar hesabı 4.5 kg olan kalın kaplı bu eser, en iyi niyetle de yaklaşsak kendisinı anlatmıyor, susmuş konuşmuyor. Ekmek teknesi karşısına dikilmiş bir çuval un, bir tutam tuz, tülbene sarılmış ekşi maya ve birkaç bardak su gibi bekleyişi hüzünlü bakışlarla tekneye, hamuru karıştıracak ellere, fırına, odunlara vs herkes kenarından bakıyor.
Haber aldık, bizim konuları kucaklayan yeni bir 6 ciltlik belge derlemesi çıkmış. Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi ve ayrıca Politik Büro’nun, özel olarak da Bulgar hükümeti ve en yüksek devlet organı olan Devlet Konseyi’nin 1944’ten – 1989 yılı sonuna kadar Bulgaristan Türkleri ile ilgili aldığı kararlar yayınlanmış.
Bu uğraşılı derleme, Bulgaristan’a Trakya Üniversitesinden bakanların armağanıdır. Bizim açımızdan bu gibi eserler bilimsel değer taşımadığı gibi, yıkılmış bir binanın dere boyuna taşınıp dökülen taşlarını andırır. Hakim olan “ihtiyacı olan alır kullanır” yaklaşımıdır.
Fakat hiç kimse değerli olan bir şeyi çöpe atmaz, bazı şeyleri elinden çıkarsa bile, içinde değerli bir şey olup olmadığını mutlaka gözden geçirir.
Sözün kısası, eseri gören arkadaşlara sorduk. 30 yıldan beri koyun çobanı gibi değil de, Bulgaristan Türkleri sürüsünün sahibi gibi davranan Ahmet Doğan’la ilgili, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin (BKP MK) Bulgaristan İç İşleri Bakanlığı Dış İstihbarat (Birinci Şubesi) gönderdiği 23 Mart 1985 tarihli özel gizli mektup bu altı ciltte alınmış mı, alınmamış mı?
Bir gün sonra: “Yok” dediler.
Peki BKP MK’ne Birinci Şubeden gelen cevap orada mı? Diye sorduk.
yine “Yok” dediler.
İkinci olarak da, 1989 Eylülünde BKP MK’nin İç İşleri Bakanlığı Birinci Şubesine gönderdiği bir özel gizli mektup derlemeye alınmış mı? diye sordık.
İki gün sonra: “Yok” dediler.
Peki BKP MK’ne Birinci Şubeden gelen cevap orada mı? Diye sorduk.
Yine “Yok” dediler.
Bu “yoklar” bana, Prof. Dr. Cengiz Hakov hocamızın çok kalın eserinde, Bulgar Krallığı Türkiye Cumhuriyeti 1925 Ankara Anlaşması’nda özel bir madde olan ve Bulgaristan Türklerine istedikleri zaman ve hiçbir engelsiz Türkiye Cumhuriyetine gidip gelme veya göç etme hakkı tanıyan ve bizim için olağanüstü, çok ama çok önemli özel kazanımı rafa kaldıran maddeleri yani yeni anlaşma, düzeltme, ek vs ile bozan hususlardan hiç birinin derlemede olmayışını anımsattı.
Bu konuda derinleştirmek istemiyorum….,
çünkü bugün sınır kapısı yine ardına kadar çok şükür açık!
Faka yukarıda sıraladığım 4 “yok” bugün güncel Bulgaristan politikasını ve özellikle de orada yaşayan kardeşlerimizin bugününü, huzurunu, yarınlarını, Türkiye’deki soydaşlarımızın ve Batı ülkelerindeki yakınlarımızın geleceğini, ailelerimizin kaderini gölgeleyerek etkiliyor, hatta belirliyor diyebilirim. Hatta 26 Mayıs günü Avrupa Parlamentosu seçimlerinde “Kime oy verelim?” sorusunun cevabı bile bu sorularda gizlidir.
Yukarıda tarihini verdiğim birinci mektupta, BKP MK’si İç İşleri Bakanlığı Birinci Şubesi’nden, “yeniden doğuş/soya dönüş” saçmalıklarıyla ve silah gücüyle dayatılan ism ve kimlik değiştirerek asimile etme yani Bulgarlaştırma işlerine kaval çalıp çobanlık edecek, çulsuz birini istemiştir.
Alınan cevapta, İç İşleri Bakanlığı Birinci Şubesi, “elimizde biz olamadan soluyamayan” bir “Ahmet” var, demiştir. Bir Kırım Tatarı ve Varna şoparı çakması olan “Ahmet” in isminden başka ne suratında, ne kanında, ne konuşmasında, ne de küfür edişinde “Türk onlan” hiç bir şey yok, kafası bedavadan içtiği votkayla yıkandı, kalbinin sesini unutturacak olaylar yaşadı, iradesi donuna düşmüş, kendi hayali ve emeli olmayan bir tip de dememişlerdi.
Yani ozaman hiçbir kimsenin tanımadığı o “Ahmet” ekmek teknesinin kenarındaki çuvaldaki sahipsiz undu, parti ondan isterse çoban, isterse kahraman, arzu ettiğinde hain ve katil bile yapabilirdi. Bu aynı undan kölemen, poğaca, has ekmek, kabu yanmış ama içi hamur tekerleme ve daha tuzlu tuzsuz, mayalı mayasız ürün üretebilirdi. Öyle de oldu. Doğan’in iyice mayalanması için hapıshanelerde misafir ettiler, içerdeki “çok bilen Türk milliyetçileri” ona gösterdiler, sözünden dönerse başına gelecekler anlatıldı, yoldan çıkarsa başına geleceklerle tanıştı. Dağ evlerinde, deniz konaklarında yaşattılar. Hiç konuşmadan yalnız işçi kadehlerinin sesiyle başka bir hayatın “senfonisini de dinlettiler”. Telkin etmek istedikleri “sen pis kokan, çürük, üzeri ölmüş sinek cesetleriyle kap tutmuş, içi ise solucan ve kemirgen dolu” fıçıdaki cibresin, fakat anlaşırsak seni şu albenili şişelerin en süslüsüne öyle bir fiyatla doldururuz ki, hiç kimse el uzatıp paranı ödeyip seni alamaz, yani “kılına dokunamaz”imacıydı.
Bu adamlar bugün de sağdır. Ahmete pazardan alınmış domates salatalık yedirmeyen, Bulgaristan’da şişelenmiş viski de içirmeyen yine aydı “dostlar” dır.
O birinci mektuplaşmayla çizilen stratejik yol ve aranan kişinin ödevleri bunlardı. Bulgaristan Türklerini Bulgarlaştıracak sürüye çoban arıyorlardı.
“Ahmet” önerildi, kabul edildi ve 35 yıldan beri bu işin başındadır. Koyunlar azalmış, çoğalmış, kuzuları kurt kapmış, sürü hastalanmış bunlar önemli değidi. Önemli olan kayıtta bir sürü olması ve çobanıydı.
İkinci mektubuyla BKP MK İç İşleri Bakanlığı Birinci Şübesi’nden aynı amaçla ve aynı ödev için 3 kişi istendi.
Alınan cevapta, “Ahmet”, “Osman” ve “Şerife” isimleri vardı.
- “Ahmet” aynı Ahmet’ti.
- “Osman” daha sonra “Osman Oktay” olarak öne çıktı. Hak ve Özgürlük Hareketi kurucularından biri oldu. Örgüt Sekreterliği, Başkan Yardımcılığı vs. görevlerde bulundu.
- “Şerife” ise bir Türk Savcının eşiydi. “yeniden doğuş/soya dönüş” saçmalıklarıyla ve silah gücüyle dayatılan ism ve kimlik değiştirerek asimile etme yani Bulgarlaştırma işlerinde kesip biçen bu delinin küstahlığına dayanamamış ve boşanmış bir Bayan Bulgar dili öğretmeniydi. Öğretmenin içine “Bulgarlardan üstün bir Bulgar olma” hırsı yuvalanmıştı ki, bu durumda o stratejik hedefe uygundu. Ne var ki, yokuşu çıkamadı, hastalandı ve köy evine toplandı.
Tek katlı, avlusunda kaysı ağaçlarının dalları iç içe olan ve köy lokantasında her akşam kızışan “kaysı, erik ve üzüm” rakısından kankisinin daha çok mlli olduğu sohpetlerinde ruhen biçimlenirken, öz ve biçimin birbirinden ayrılmaz olduğuna, özün değişmediğine, gerçeğin her defasında mutlaka hayat hakkı kazandığına genç yaşta inanan Osman Oktay’in Ahmet Doğan’la anlaşarak örtüşmesi imkansızdı. Osman suyu soyu belli biriydi. İnsan arasında yetişmiş ve şerefine sahip çıkıyordu.
Ahmed’in aldığı gizli emirlerle HÖH partisi Türk kimlikli kadrolardan budana budana yenilenirken, Osman da 1996’da ve daha sonra da yeni yüzyılda 2 defa kendini kesilmiş ve çöp için paketlenmiş dallar demedinde buldu. Dayanamadı ayrıldı.
“Demokratik Kanat” partisi kurdu. Memeleketi dolaştı, anlattı, yazdı, tutmadı. Bulgaristan Türkleri tarlarına artık Türklük ruhuyla sulanmak istemeyen yepyeni bitkiler ekilmişti. O da eski dostlarına dönerek eleştirel politikacı tabyasına yattı. Ahmet’e ateş etmeye başladı. Akıl verenler, eleştiriden kimsenin ölmediğini, silinen demirin parladığını, bilenen bıçağın daha iyi kestiğini biliyorlardı. Ver yansın dediler.
Artık ciddi bir politik yorumcu havasına giren, bazı TV ptrogramlarına her zaman “hoş geldiniz”, beklenen bir yorumcu ruh haliyle kapı çalmadan girip çıkan eski HÖH Başkan Yardımcısı Osman Oktan bu hafta, AP seçimleri arifesinde hepimizi şaşırttı:
“Başbakan Borisov Ahmet Doğan’ı tutuklatsın!” dedi.
Bizim, A.Doğan’la O. Oktay’ın “her gece aynı gölde vaklayan” İç İşleri Bakanlığı Birinci Şube’sinin yaban ördek avında kullanmak üzere özel yetiştirdiği “müreler” olduğunu düşündüğümüz doğrudur. Bu mizacda, yaban ürdekler, kafaları gemalmayan Türklerdir.
TV aktifliği bunu kanıtlıyor. İkisinin de sesi hep gölden – Bulgaristan Türklerini Bulgarlaştırma bataklığından – gelmiştir. 30 yıl birinci “möre” olamayan, yani sesi duyulsa da hep ikinci ses kalan Osman’ın Doğan’ı başı kesilmesi gereken bir “kurban” olarak göstermesine kim izin vermiş ya da işaret etmiştir, acaba!?…
Soruların sorusu budur…
Çünkü Bulgaristan gölünün üzerine artık o kadar çok salkım söğüt çullandı ki, mörelerin vaklaması olmasa, sisli gecelerde konacak yer arayan hiçbir yaban ördek göl suyu aynasını göremez ve havada kalır ve aldanmadan bizim göle inmez.
Demek istediğim bizim gölde “möre” vaklamadan av olmaz. üstelik bu iş bir “more” ile de olmaz…
Ahmet tutuklanırsa yerini kim alacak? Yani yeni “möre” kim olacak? Kimin sesine aldanıp oy vereceğiz!
Devam edeceğiz. AP seçim kampanyası kızışmaya başladı.
Bizi izlemeye devam ediniz!
Yeni konu: 26 Mayıs 2019 seçimleri Doğan ile Borisov’un sonu olabilir mi?
Okuduğunuz için Teşekkür ederim.
Paylaşmayı da unutmayınız