Dr.Mujgan DENİZ
19 Ocak 2013 Bulgaristan Türkleri tarihinde çok önemli bir gündür.
O gün, Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH-DPS) 8. Olağan Kurultayı, Sofya’da ULUSAL KÜLTÜR SARAYI’NDA (NDK) toplandı. Hiçbiri kravat bağlamayı beceremeyen, 3 000 (üç bin) kravatı düzgün bağlanmış delege, Avrupa Liberaller Partisi Başkanlığından, T.C. politik partilerinden, soydaş derneklerinden ve daha birçok yerden konuklar yerlerini almıştı. Resmi kurultay açılışı yapılmadan, önce şeref tribünündeki yerini almaya bile gerek görmeden Kurultay Kürsüsü’ne geçen ve sanki bir yere kaçmasını önlercesine iki kenarına sımsıkı yapışan Parti Genel Başkan Ahmet Doğan, daha fazla kendisinin işittiği bir sesle okumaya başladı. Dünya enerji problemleri, yeni kuşak liberalizm, yeni kuşak tutuculuk, modernizem ve post modernizem gibi dinlemeye gelen Bulgarların bile anlamakta zorlandığı konuların karışıklığından olacak, gözlük ardında gizlenip usulca kapanan kapaklar kimse fark etmeden sabah şekerlemesiyle uyuştu. Tam kestirmişlerdi ki, bir anda, tüm gözler çakmak oldu..
Boyu bir seksen bir doksan, yukarıya kalkmış eli tabancalı, geniş ve sert adımlarla kürsüye ilerlerken, patlattığı iki üç havai fişekle uyuyanları uyandıran bu genç adam, arkasından dolanıp namluyu kafasına dayamadan, önündeki kâğıtları okurken zorlanan Ahmet Doğan’ın dikkatini pek çekmedi. O, tam “Dünyada karbon enerjisinden hidrojen enerjisine ilk geçen, mali bunalımdan ilk kurtulacak” demeye hazırlanırken, karlı havanın sabah soğuğunu demirinde taşıyan silah kafatasına buz gibi dayandığında, her şey birden değişti.
Parmağı tetikte olan atlet yapılı gencin sanki şakası yoktu: “Kürsüden in! İstifanı ver!” emrini verdi.
Kendine ebedi başkan havası veren Ahmet Doğan, emirleri bir rica edasında ve ancak 3. (üçüncü) viskiden sonra, o da dört göz arasında, kem gözlerden ve sağır duvarlardan uzak bir yerde, istihbarat servisinde görevli iyi tanıdığı bir irtibat subayından almaya alışmıştı. Bu da kimdi? Halkın sesiyle konuşuyor gibiydi! Uyanıp kalkacak dedikleri dip dalgası, onu erkenden gelip herkesten önce kaptığı kürsüden indirip, çöpe atarak tarihten silecek olan GENÇ DEHA, bumuydu?
Kahvelere dağılmış tombul korumalar siparişlerini veriyordu. Yumuşak koltuklarda kimseye sezdirmeden azdan az kestirenler ansızın tahrik edilişle gelen afallama ile şok arasında bir yerdeydi. Salondakileri gözlemek ile kürsüden gelen sesi dinlemek arasında seçim yapmada zorlanan tribün fenerleri özürlüden farksız bakan gözler önünde ve burunlarının dibinde gelişen olaya inanmada zorlandıkları bir yana, BU SON DERECE BÜYÜK POLİTİK ANLAMI OLAN OLAYIN FARKINA VARAMADILAR. İyi ki, tüm TV’ler yayın kesti. Sessizliğe teslim olmuş salonda binlerce cep telefonu birden çaldı. Sanki UYANAN DÜNYA BAYRAM ETMEYE BAŞLADI.
Ve bir anda, şarjörü boş bir tabancanın yere düşüşüyle TARİH DEĞİŞTİRMEYE GELENİ LİNÇ ETMEYE bin aç leş kargasından farksız çullanan KRAVATLILAR ORDUSU, HAREKETE GEÇTİ.
Üç bin delegeden üç bini de, adını daha sonra öğrendikleri GENÇ OKTAY’I içten içe kutlasalar da, leş kargaları sürüsünden biri olmak, iyilik meleği olmaktan çok daha kolay olduğundan, kapkara karardıkça bir ölüm bulutunu andıran sürüye katılıverdiler. Boşalan nefret, yere yatırılan KAHRAMANIN kafasına inen yumruklardan büyük ve kemiklerini kıran tekmeler kadar acımasızdı. Leş kargaları bir tolu gibiydi, yıktıkları yıktık, ezdikleri ezdikti. Alçılaşmış beyinlerini tahrik eden aydın yüzlü gencin kaşını gözünü patlatanlar, tolu sıklığında yumrukluyor, tekmeliyordu.
Kirli ellerle boğulan ve şalak iskarpinler içinde kokuşuk ayaklarla ezilen HALKIMIZN ADALET VE ÖZGÜRLÜK UMUTLARIYDI.
Ve o gün bu gün bir yıl geçti. Yaraları savan Genç Oktay mahpus damında adalet,
Midesi kemiğine yapışmış halkım ekmek, peri masallarındaki sırça köşk kahramanı Ahmet ise, buzdolabındaki viski şişesinin somasını bekliyor.
Varna köylerinden Drındar’da Ahmet’in anası SERENCAM KURBANI kestirdi. Son 24 yılda bu köy geriledikçe geriledi. Şah damarına bıçak dayanan buzağı bir buçuk yaşından küçük olduğundan kabul olmayacak olan duaya amin demem diyen köy imamı kurbana gelmedi. Ayakta sunulan kurban yemeğine amin denmediğini bilen yaşlı köylüler de, bir vesile bulup, birer birer evlerine döndü. Konu komşu dağılınca, ortada kalan ve her konuda demeç veren Ahmet’in kuzeni Sevinç, gazetecilere “O olmasaydı, benim adım Sevinç değil, hala Rozalina olacaktı!” dedi. Böylece, 24 yıldan beri bu işlerin içindeymiş gibi görünen Sevinç’in de, hiç bir şeycikten doğru dürüst haberi olmadığı, bir daha ortaya çıktı. Çünkü Bulgaristan Müslümanlarının isimleri 10 Kasım 1989’dan sonra alınan bir kararla, 31 Aralık 1989’da geri verildi. O zaman Ahmet Doğan ile Önal Lütfü Sofya’da “Sofya Oteli”nin ikinci katındaki “Lobi Barda” buzlu viski içmeye henüz başlamışlardı. Varna’ya uçup bir tayfa yerli kravatlıyla birlikte Drındar’a uğrayan hatırşinas biri de vardı. Kumar ebesi, milletvekili olup, gözü alavere dalavere işlerinde yakalanan ve politik olarak sıfırlanan Hr. Biserov’un HÖH Başkan vekilliğinde olan Yordan Tsonev, fırsat fırsattır deyip, güneşten korkan solucanlar gibi yerin dibine batan “lider” A. Doğan’dan söz bile etmeden, yeni kestirdiği saçlarını küçük ekranda gösterdi.
SERENCAM KURBANI’na komşu köyden olan ve 30 yıl aralarından su sızmayan Kasım Dal’ın yakınlarından gelen olmadı.
K. Dal ile A. Doğan’ın arasının açılmasına sebep olan başka bir olay da son zamanlarda ağızdan ağza gev eleniyor. A. Doğan’ın işleri karıştırıp keçileri karıştırmasına asıl sebep olan, GENÇ OKTAY’ın çektiği panayır tabancasından fazla, K. Dal’ın HELİKON kitap evinden alıp, A. Doğan’a hediye ettiği kitaplar olmuş. Bu kitapları altını çize çize okuyan ve anlayamadığı sözleri raporlarına alıp, milletin kafasını daha da karıştırmaya çalışan “fahri lider” yılbaşında Cozef Stiglits’in “EŞİTSİZLİĞİN FİYATI” eserini karıştırırken dilini yutmuş ve hemen “yeni lider” L. Mestan’ı inler cinler sarayına çağırtıp “şuna bir bak” anlamında kitabı eline sıkıştırmış. Anlaşılan L. Mestan’ın SERENCAN KURBANINI kaçırması ondan. Bu kitap bayağı kalın da, Lütfü ortalıktan kaybolalı da neredeyse bir ay olacak. Komşu çocuğunu kırmızı tükenmez almaya gönderdiğini öğrendik, hem okuyor hem çiziyor, hem de “ben koskoca Veliko Tarnovo Üniversitesi’nde Bulgarca Filolojisi okudum, böyle sözlere rastlamadım” diye yakınıyormuş. Aslında olay sözlerde değil, kitabı biz de okuduk, sorun özü anlamaktadır.
Yazar Stiglits, Dünya Bankası’nın dünya ekonomisi gelişmesine ilişkin eğilimleri doğru öngörebildiğinden ve havadan sudan para kazananların işlerine çomak soktuğundan, işten kovulmuş, aynı zamanda bir yazar olarak Nobel Ödülü’ne laik görülen bir düşünür.
“EŞİTSİZLİĞİN FİYATI” eserinde sanki bizimkileri, yani HÖH lider tayfasını anlatıyor. Yani kendileri sırça köşklerde yaşayan ama çıktıkları köye iki çivi çaktırmayan, SERENCEM KURBANI’NA gelenlerin bile başına geldiği gibi, köy ortasında sıkışınca uğrayabileceğin bir tuvalette 24 yılda bir kapı taktırmamış yeni kuşak liberal liderleri anlatıyor. Bu arada özellikle üzerinde durduğu konulardan biri, köy kenarlarına köylü pisliklerini arıtma tesisi kurdurup, köyde kirli su altyapısı olmadığından, bir türlü iki boru birbirine bağlanıp çalıştırılamayan bu yatırımlara harcanan paralardan yakınıyor ve AB devletlerini “L” tipi, “F” tipi hapishane kurmaktan vazgeçip, “Ö” tipi, yani ömürlük ceza evleri kurmaya çağırıyor. Kafaları donmuş köylülere “demokrasi şafağı liderleri” tarafından nasıl soyulduklarını, paraların nasıl çar çur edildiğini anlatıyor. Bu kitapta, akıllara durgun veren bir başka gerçek daha var. Yeni liberallerin aklına uyularak, devlet, özel, yerli ve yabancı yatırımları çok büyük rakamlarla gösterip, paraların % 90’nını başkentte ve kalan % 10’unu da bizdeki örneğiyle 27 ile dağıtıp bir şeyler yapılıyor gibi göstermek.
Burada söylemek istenen, A. Doğan’ın 8. Kurultay kürsüsünden itilmezden önce, anlaşılır anlaşılmaz gev elemeye çalıştığı ve hep övdüğü dalaverelerdir. Pek tabii ki, en büyük dalavere bombası henüz patlamadı. Başka ülkelerde olmayan bir uygulama olan “döviz bordu” var ya, hani şu 1 Euro’yu 1.96 levada turan tapa, o açıldığında BÜYÜK CİN şişeden çıkacak ve İN CİN SARAYINDAKİ YERİ ALMAK İSTEYECEK. Bir de şu dip dalgası dediğimiz bomba var, kitlelerin protesto hareketleriyle dile getirdiğimiz ve kin ve öfke nehrini doldurup taşıran heyecan, o da BÜYÜK CİNİN KARDEŞİDİR. İkisi bir olup el ele verdikleri günü görmek istiyorum. Bulgar levasını bir gecede, l Euro 35 leva tavanı deldiğinde, bak sen seyre.
Genç Oktay’ın boyuna gelince, o büyük adam olacak. Onun kanı döküldü, hastanelik ve hapislik olan da o, ama o kurban falan istemiyor. Halkımız ona her gün dua ediyor.