Seyhan ÖZGÜR
Lider eğitimi ve yüceltme konusunda dünya literatüründe verilen örneklerde en sık rastlanan şudur:
Köylüler orman kesmeye gitmişler. Öküz ve at arabalarla, balta, satır, urganlarla, çoluk çocuk ve ekmek çıkılarıyla durmuşlar orman kenarına. Bu arada aralarından biri en yüksek ağacın tepesine çıkmış, ormana, yola, etraftaki çayırlara, dere ve göllere bakmış ve bu istikamette keseceksiniz demiş. Köylüler ekip kurup başlamışlar kesmeye. Kesenler, tomrukları dallardan temizleyenler, onları orman içinden birer birer yola çekip arabalara istif edenler ya da kesim işini yönetenler değildir “lider”, bu işte “lider” olan yola ağacın tepesine çıkıp şu yönde keseceksiniz diyen oduncudur.
Bizim “lider Ahmet” ne yaptı?
1989’un Mayıs ayının 20. Günü Pazarcık hapishanesi avlusuna gelen bir İç İşleri Bakanlığı helikopterine bindirdiler seni, Şumnu ile Varna arasında Türk köylerinde isyancılarla silahlı polis ve askerler arasındaki çarpışmayı gösterdiler. Sen gerginliği gördüğünde, gökleri delmeye hazır çapa, tırpan ve satırları gördüğünde “ateş açmadan bu iş düzelmez!” dedin. 4 kişi can verdi, 17 kişi yaralandı, yaralıları poliklinikler almadı ve İstanbul Çapa Hastanesi’nde tedavi gördüler.
Sen köylülerin önüne geçip, tankları durduraydın, şarjörleri dolu polislere silahlarınızı indirin, deseydin, kan dökülmesini önleseydin, belki “lider” olarak kabul edilebilirdin. Sen zordan kaçan ve düşmana hizmet sunan biriydin. Sen o zaman ve bugün bir haindin ve öyle kaldın. Sen politik olarak cahil ve körsün ve “ben körsem onlar da kör kalmalı!” mantıyla halkıma kıydın.
Köylü kadınlara, çocuklara, hamile gelinlere silah çekmiş canilere “Durun ne yapıyorsunuz!” diyemedin. “Halkı yatıştırmadın!” Halkımızın üzerine ateş açanların saflarında yer aldı. Sen o zaman bir kuklaydın, bugün de aynısın, yarın da yaşlı bir kukladan başka hiçbir şey olamazsın. Sen ipi çekilen birisin ve “lider” olamazsın.
Büyük göç zamanında da öyle yaptı. Halkım Vatanını terk ederken, sen Bulgar generalleri ve Rus diplomatlarıyla Bulgaristan’ın Türklerden temizlenmesi şerefine “şerefe” diyordun. Türklerin hepsi gitmeyince, Razgrad köylerinden Türkiye’ye gidip gelen, otobüs satın alan ve Kırcaali bölgesinden ekonomik göç seline vize satarak ve taşımacılık yaparak hizmet verenlerin yanında yer aldın. İzinleri verdiren sendin. Bu iş için otobüs sahiplerinden 400 000 (dört yüz bin) – 500 000 (beş yüz bin) Alman Markı (DM) aldığını bilmeyen yok. Tam o zaman cebin para gördün ve sen “lider” kesilmeye başladın. Sözün geçmeye başladı. Türklerin Bulgaristan’dan kovulması davasına hizmet ettin. Halkını Vatanından kovan bir kişi “lider” olamaz.
Aslında Türklerin tarih boyu Türk ırkından olmayan lideri olmamıştır. Sen taa baştan sahteydin, çakmaydın, dayatılmıştın ve başkasının hizmetindendin…
Gençler arasından zeki, akıllı ve cesurlar yetişir ve benim hesabımı görür korkusuyla Türk gençleri Vatanlarından kovan da sensin. Nasıl olsu da Oktay Yenimehmedov’u göremedin. İmanını gevretti ama, kürsüye çıkmak var da, bir de yüksekten düşmek var ki, sen bunu yaşadın, paraşütle düşme imkanın da olmadı, nasıl serildin yere ha, doğrusunu istersen Oktay seni çöp torbası gibi fırlattı…
Sen, Oktay’ın haklı olduğunu biliyorsun, değil mi. Çünkü çok ileri gittin. İnsanları ezdin, adalet duygularını yok etmeye çalıştın, Türk’ten köle olmadığı anlaşıldı, bir de çok zavallı olduğun ortaya çıktı. Bir az değil, çok korktun Oktay’dan değil mi. Bu korku seni bitirir…
1300 lise öğrencisi T.C. devlet bursuyla Türkiye’ye ve KKTC’ne ve başka ülkelere okumaya gönderildi. Sonra ne oldu, geri yalnız birkaç kişi geldi. Neden mi? İnsanlar hürmüşler ve istedikleri yerde kalabilirlermiş. Git sen bu göstermelik işleri başkasına anlat lütfen. En büyük özgürlük insanın Vatanında yaşama ve çalışma, ailesini geçindirme, çocuklarına ve torunlara bakma, istediği yerde doğal koşullarda yaşlanma özgürlüğüdür. Bir kişiyi Vatanından kovmak hürriyet değil, düşmanlıktır. Memleketin değişik köy ve kentlerinde bıraktığın çocukların adlarını bile bilmiyorsun, birine okul harçlığı vermemişsin, babasız büyümüşler, öksüzlerine yardım eli uzatmamışsın, nerede insanlığın senin.
Seni Başına diktikleri Hak ve Özgürlükler Partisi Türk ve Müslümanların partisidir. Bulgaristan’da yaşayan Türkler ve Pomaklar bu partiyi kurmak için hapislerde çürüdü, çile çekti, 1970-80 dönem çocuklarımız cılız, ezik ve bitkin büyüdü, çünkü sürgün edilmiş, “Belene” kampına atılmış, hapis zindanlarında tutulan babalarını düşünüyorlardı. Anneleri her gece ağalarken üzülüyorlardı. Babaları evde olmadığı için ağır işleri kucaklamak zorundaydılar. Kahramanlarımız sen gibi VİP Hücrelerde kalmadı, hapis günlerini dağ evlerinde viski içerken geçirmedi. Unutma sen halk düşmanı çalışmalarına hapishanelerde devam ettin, pazarcık hapishanesinde işe gitmeden İhtiman kasabası dökümhanesinde usta ücreti alıyordun, oysa sen Orlin Zagorov’un (Şükrü Tahirov ‘un İstinata “Gerçek” (Bulgar isyan’da 1985-90 yılları arası Türkçe basılan tek kitaptır) üzerinde karşımızda yapacağın konuşma için hazırlık yapıyordun. Cumartesi ve Pazar günleri karşımıza dikilip konferans veriyordun. O zaman gizli polis ve hapis dışında kamuoyu oluşturanlar, hapsedilmiş Çingeneler sözde seni çok sevdikleri için çapa, kazma ve kürekle çalışmak istemediğin konusunda Hapishane yönetimine bir mektup göndermişlerdi. Kan kanı çeker, ama böyle bir şey yoktu, hiçbir işe yaramadığın için Bulgar polisi de ne yapacağını iyice şaşırmıştı.
Sen Bulgar olduğumuzu kafamıza sokmak isteyendin, devamlı ve değişmez konferansçıydın. Türk olduğumuz için hapis cezası çekmemiz azmış gibi, bir de yorgun argın, elimizde kalem ve defterle senin gevezeliklerini dinlemek zorundaydık. Sen o zaman da “lider” değildin, biz ek ceza almamak, tuvalet temizlememek, patates soymamak ya da avluyu süpürmemek için kendimizi dinliyor ve işittiklerimizi anlıyor havasına giriyorduk. Kimi defa soru bile soruyorduk. Hapishanede ayna yoktu, olsaydı, bir gün seni tuvalette yakalar ve “kendine bak be şopar” deyip kafanı aynaya toslardım, ama kısmetin varmış ucuz kurtuldun. Unutma: Bizim seninle hesaplaşmamız henüz bitmedi.
Sen polisin gözdesiydin, yemeğini ayrı veriyorlardı, sıraya durmuyor, temizlik yapmıyor, süpürmüyor ve işe de gitmiyordun. Gel keyfim gel. Biz senin ciğerinin beş para etmediğini daha o zaman biliyorduk. Sana havale gelmese de, sık sık görüşmeye gelen sarışın bir kızcağızdan paketler aldığını görüyorduk. Sen bizi o zaman da satıyordun. Gelen yemeklerden, kutulardan, paketlerden, köfte ve kaşarlardan herhangi bir mahkûma bir yudum verdiğini görmedim. Bazen bize bir şey kaptırmayayım diye yemeğini tuvalette yediğin dikkatimizi çekiyordu. Bilmem nasıl söyleyeyim, sen çok zavallıydın.
En kötü yönünse ikiyüzlü olmandı. Bir gün Hakkı’nın dişi ağarmıştı. Yanına gelip aspirin, dezotopan falar gibi ağırı kesici istedik. Nerede, “yok” dedin ve kestin. O zaman da seni kollayan Bulgarlar vardı.
İşittiğime göre şimdi artık “Saray”da birlikte yiyip içiyormuşsunuz. Sözde devlet işleri senden soruluyormuş, unutma bir tuvalet yapmamış bir kişi, bir ev, bir bina yapamaz. Kimseye hayır yapmaya da kalkma, sen günahkâr birisin, çok kötülükler etmişsin ve olmaz. İşittim, köyünde camii inşa ettirmişsin, cemaat girmiyor, toplanıp namaz kılmıyormuş, okul yaptırmışsın, kapılarını açan yokmuş hepsi küflenmiş, şimdiye kadar yaptığın işlerde yalnız şeytan anana bir ev yaptırmışsın geçse geçse o hayırdan geçebilir.
“Görünen köy kılavuz istemez” senin yerin artık bellidir. Bu kadar kötülük, bu kadar ihanet ve hainlikten sonra senin ahretteki yerin bellidir. Son dönemde Sultanlar gibi yaşasan da, bunlar geçicidir, senin yüzün gülmez.
Bir de son dönemde dışarı çıkmaz, konuşmaz ve bir tuhaf olmuşsun:
“Kuşlar ayaklarıyla, insanlar dilleriyle yakalanırlar,” atasözünü işiteli konuşmaz olmuşsun, bir şey söylerimde işleri karıştırırım diye kokuyor, diyorlar. Bu atasözü senin bahçendeki uzun tüylü kuşları için pek geçerli değildir. Onlara yem verirken kendini asaletli zannettiğini işittik. Asalet doğuştandır, kuş falan beslemekle asil olunmaz. Hem de onlar Afrikalı olduğundan, bizim ne duamızı ne de ricamızı anlarlar.
Bulgarlar senin kafanı hakikatten yıkamışlar. Pek zor olmamış gibime geldi. Anlaşılan senin Türklük dolu hafızan olmadığına göre, anı kutunun içi bir üflemekle temizlenivermiş. Hapiste falan içine fazla bir şey de girmediğine, bundan böyle de işittiklerinle veya sana söylenenlerle idare ediver. Hükümet danışmanı olarak maaş alıyormuşsun. Ne diye veriyorlar acaba bu paraları. Sen son senede hiç bir iş yapmayan bir hükümete ne akıl vermiş olabilirsin?
Bir de bırak şu kitap, el kitabı falan yazma işlerini. Çünkü kitap yazmak zor iştir. Bir de “liderler” kitap yazmaz. Bildikleri kendilerine, bilmedikleri ise başkalarına yeter.
Hz. Muhammed şöyle demişti:
“Hiç ölmeyecek gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahret için çalış.” Sen hiç bir zaman hiçbir yerde çalışmadın. Ömründe hiçbir vergi ödemedin. Sağlık sigortası da yatırmadın. Emekliliğin ne olacak? Sen halledersin nasılsa…
Bizim köylülerimiz bu işleri kıt kanaat gelirleriyle yapmaya çalıştıklarından, seni anlamakta güçlük çekiyorlar. Sen eskiden arasına köye kasabaya uğrardın. Şimdi insanları hepten unuttun. Sen kendilerini tanımıyorsun ama son 25 yılda yeni bir nesil yetişti. Yaşlılar ise Avrupa gittiler. 1989 Mayıs Ayaklanmasına katılanların hepsi cennetlik olmuş.
Bu gidişle hiçbir işe yaramadığından, senden çöp bile olmaz:
Devam edecek.