Osman BÜLBÜL

Konu: Bu direniş senin öz davandır, Ey kardeş!

Bulgaristan Türklerine yapılan zulmü 1990’ların ilk Cumhurbaşkanı Yardımcısı Blaga Dimitrova şöyle değerlendirmişti:

“..Öz adın!… Adın dünyaya karşı yüzündür senin.

Baba adın! Topluma seni bu adla kabul ederler…

Soyadın senin soy zincirine katılımını sağlamaktadır…

Adını senden zorla alıp verene başka bir ad kabul ettirmeye kalkışanlar, kişiliğine karşı en büyük ve en dayanılmaz bir saldırıda bulunmuş olurlar…

Bulgar Makamları, Türk öz bilincine sahip ve Müslüman olan yurttaşlarımıza işte böyle  kabaca bir saldırıda bulundular…”

Bu saldırılar 1984’ün Hıristiyanların Bocuk Bayramı’nda yani 24 Aralığında fili saldırı olarak başlamış ve yayılmıştı.

Bulgaristan Türkleri arasından yetişen ve düzyazılı anlatımda üstüne olmayan yazar Halit Aliosman Dağlı Bulgar halkının onuru için de bir yüzkarası olan isim değiştirme olayı üstüne şu satırları kaleme almıştı:

“Yurdumuzda uygulanan soykırımı örneğini başka yerde görmek mümkün değildir. Eylemler sırasında hem Bulgaristan Anayasası, devletlerarası hukuk kuralları, insan hakları sözleşmeleri ve hem de insan hakları beyannamesi ayaklar altına alınmıştır. Bu nedenle zerre kadar vicdan ve insaniyet hissi taşımayan komünist partisi rejimi dünya durdukça bu lekeyi alnından silemeyecektir.

Zorla Bulgarlaştırma döneminin bu acı gerçeklerini yurdumuzda ve Türkiye’deki soydaşlarımız arasında hiç birimizin hiç bir şeyi unutma lüklü yoktur ve olamaz.”

Bulgaristanlı Türklere uygulanan baskı, terör ve zulme karşı mücadelede canını veren kardeşlerimizi saygıyla anarken, duygusal insanlarımızın kararlı ve kutsal direnişini yaşatmak zorundayız. Ne yazık ki bugüne kadar şehitlerimizin hiç birinin ismini bir okula, bir okuma yurduna veya kütüphaneye veremedik. Ne yazıktır ki, şehitlerimiz adına açılan Vakıflar bugüne kadar hiçbir şehidimizin evladını veya torununu dış ülkelerdeki en ünlü hukuk fakültelerinden herhangi birine gönderip haklı davamızı mahkeme salonlarında savunacak bir hukukçu eğitemedi, yetiştiremedi. Bu yapılmadan, katiller hak ettikleri cezayı almadan bu intikam duygusu bu öfke sönmez. Ne yazıktır ki, şanlı şehit kardeşlerimizden hiç birinin adını taşıyan hiçbir tarım veya üretim kooperatifimiz yoktur. Şu da iyi bilinmeli şehitler yalnız yıldönümlerinde anılmakla yaşatılmaz, yalnız anıt veya şehitlik levhaları kurmak da yeterli değildir. Şehitlerimiz hayatın içinde her gün bizimle nefes alıp vermelidir. Davamızın devam ettiği anlamı ancak bu olabilir.

 

Uzun yıllar sustuk

Gün geldi kan kustuk

Zannetme umut kestik

Yaşa sen özgürlük…

 

1984’un en soğuk Aralık sabahında meydana gelen trajik olayı şairlerimizden F. Horozov şöyle anlatmıştır:

MELEKLERE KURŞUN

1984 tarihinde, Aralık ayı

Kırcaali ilinin Benkovski köyünü asker ve polis kuşattır.

Halk barışçıl bir protesto gösterisine çıkmıştır.

Amacı isimlerinin Bulgar isimleriyle değiştirilip

Değiştirilmeyeceğini parti ve devlet adamlarına sormaktı.

Buna rağmen protestocu köylüler kurşun yağmuruna tutuldular.

Yaralanan ve şehit düşenler oldu.

Araların 18 aylık bebek Türkan da vardı…

 

“Bana sıkılan kurşundan sonra Söğütlü (Vırbitsa) nehri sesini kaybetti.

O gün bu gün nehir bir sustu, bir sustu, fısıltılarla konuşmak istese bile

Ne söylediği anlaşılamıyordu.

Benim acım toprağa işlemiş, suya geçmiş, ateş kıvılcımlarına da saçılmış…

Yalvarıyorum size: Sakın gözyaşlarınızı yutmayın! Ne olur küçük küçük ırmacıların  suları yanaklarınızdan süzülsünler… Neden mi?

Çünkü yüzleriniz tarlalarınız gibi çizi çizi Benkovski, Gorski İzvor, Vesles, Mogilyane, Kayaloba’da köylünün yüzleri gibi.

Ateş, su ve toprak gözlerimizin okyanusunda!

Ateş alev aldığı zaman bakışlarınızda! Gözlerinizi göksüzüne çeviriniz. Bakışlarınızı yol boyunca tarlalara ve Söğütlü sularına çeviriniz Ben bu köprülerden hiç geçmedim.

Bir kör kurşun yüzünden çocuk ayakkabılarıma bile sevinemedim.

İstikbalim de kapandı.

İlk aşkı bile tadamadım…

 

Eğer bir sır değilse bana aşkı anlatın!

Gözyaşı, tebessüm ve hüzün!

Belki de bu üç sözcük bir araya gelir bir gün.

Bir kıvılcım oluşur ve kıvılcımdan ateş parlar.

Gökyüzüne bir bakın.

Beni andığınız her gün, ben oradayım.

O acılı günler tarihe geçti artık diyenler çıktı. “Ben, bundan sonra huzur ve güvenliğinizden sorumluyum” deyip bizi avutanlar oldu. Hainler “Sizi ata toprağından söküp memleketimizden kovma planlarını” bizden gizli tutular. Söküp söktüler bitmedik. 720 binimiz Türkiye’ye gitmişiz. Bir o kadar da Batı’ya. O kadar derin köklerimiz var ki bu topraklarda kökümüzün dibini ulaşamıyorlar. Göçebe olduk Londra’da, Oslo’da, Berlin’de buluştuk. Ama hep Bulgaristanlı Türk kaldık. Kader kardeşliği yaptık yapıyoruz ve yapacağız.

Kahrolası soykırım Kırcali ili Gorski İzvor köyünde şöyle başlamıştı.

Tarih 24 Aralık 1984. Saat, sabah 04. Günlerden Pazartesi. Karlı, fırtınalı, soğuk ve karanlık bir kış sabahıydı. Devlet Ticaret Şirketi otobüs şoförü Ömer Yusuf, otobüsünü çalıştırmış, yolcularını bekliyordu. Aralarında biri bir albay olan bir grup milis bitiverdi yanında. Diğer yolcularla birlikte devlet görevlileri de otobüse atladı. Köyden çıkar çıkmaz otobüsü durdurup şoförü indirdiler. Otobüs döndü. Yolcular muhtarlık önüne indirildi. Etraf asker, köpekli polis ve etrafa gizlenmiş ırkçı doluydu. Türk ve Türklük düşmanları önce Ömer’e çullandılar. Bir kâğıt imzalattılar sonrasını kendileri doldurmuşlardı. Ömer yeni ismini 7 gün sonra kendisine sunulan yeni kimliğinden öğrendi.  26 yıl sonra görüştüğümüzde o uğursuz günü şöyle anlattı. “Hatırladıkça utanıyorum, tiksiniyorum. Kurban oldum, o kadar üzgünüm ki, o kadar yaralanmıştım ki, o gün bu gün kalbim acıyor.”

Ömer Yusuf zorla Bulgarlaştırma sürecinde adı ilk değiştirilen Bulgaristanlı Türk olarak bilinir.

İlk tepkiler ve ilk şehirler.

Zorta Bulgarlaştırma sürecinin Çingene ve Pomaklardan sonra Türklere de uygulandığı haberleri ülkeye  gece gündüz yayılırken, Kırcaali’ye bağlı Mogilyane ve Kitna köy sakinleri, birleşerek geceyi karı kızan güvenilir evlerde, erkeklerse, sokaklarda, hep beraber geçirmişlerdi. Sabahı Benkovski belediye binası önünde toplanarak Gorski İzvorda olup bitenleri kınadılar. “Biz Türküz” uyarısında bulundular. Belediye merkezine Kozlevo, Pırvenets, Gorni Veslets, Mıjentsi, Yağnevo, Dedets, Dobromirtsi, Peevsko köyleri sakinleri de toplandılar. Yalana doymuş efkârlı Türkler isyan etmişti.

Başkaldıran kitlenin üzerine zırhlı araçlarla, silahlı asker ve köpekli polislerle, kızıl bereli birlikler sürüldü ve kalabalık dağıtıldı.

Sert kış günü Kırli’den – Benkovski’den çıkan köylüler kendi köylerine toplanmadılar. Kimse Bulgar devletinin adını ağzına almak istemese de ona baş kaldırmışlar ve o geceyi de dışarıda geçirmişlerdi. Gorski İzvor, Kitna ve Kayaloba köylüleri ırkçı devlet güçlerinin köylerini kuşatan çemberin daraldığını fark ettiler. Sabah saatlerinde köye giren silahlı kuvvetler köyden çıkmalarına engel olmaya çalıştılar. Silahlar daha orada takırdadı. Kuşatmayı yarıp sel gibi ilerleyen köylüler arasından ilk şehit o an düştü. Kayaloba köyünden 17 aylık Türkan Feyzullah kız anasının kucağında kurşuna hedef oldu ve ilk şehidimiz düştü. O gün bu gün anılarımızda büyüdü minik şehit. Kurşuna dizildiği vakit ne milletten anlıyordu ne de milliyetçilikte. Söz hazinesinde anne, baba ve dede vardı. Doğduğu dağ köyünün havası yanık annesinin hala akan gözyaşları gibi temizdi. O ar5tık adını biliyordu. Türkan deyince çağırana varıyordu. Ninesi Kerime acısına dayanamadı. Ağabeyi Turhan öfke ve intikam duygularıyla büyüdü. Bursa’da yaşasa da her yıl Türkân çeşme anma törenlerine geliyor. Sütbeyaz kız kardeşinin anıtına bir demet kırmızı karanfil getiriyor.

O sabah yürüyen mahallede kimse kalmamıştı. Annesi Fatma gelin, babası Feyzullah büyük Türk direniş selinin içinde çocuklarıyla beraberdi. Bütün köyler bir yerlere akıyordu. Onların seli de Kayalobalılara katıldı. Yol bayır tarlalar dolusu sel oldular. Mogilyane köyüne yaklaşmışlardı. Kürkân bebe annesinin sırtındaydı. Yürekleri dönmüş, Türk bilinci şahlanmıştı.

 

Kayalobalılar, Mogilyane ve Kitna halkını kin ve öfke dolmuştu. Tek kolda birleşmeye çalışıyorlardı. Çarpışmalar başladığında hepsi dimdikti. Makineli tüfekler ilk kurbanlarını alıyordu. Bu arada komşularından biri:

Kan, kan akıyor Fatma abla!” Diye bağırdı. Sizden akıyor Fatma abla, diyordu. Panik oldu. Onda bir şey yoktu. Omzu üzerinden geçen katil kurşunlar sırtındaki Türkan’ının altına isabet etmişti. Üstü başı kan içindeydi.

 

Türkan’ımız şehit oldu. Fakat Bulgaristan’da Türklük dimdik ayaktadır.

Minik Türkân şimdi “Türkân Çeşme” anıtında ve anılarımızda büyüyor.

Başımız beladaydı, aklımız düşünemeyecek kadar donmuştu olanları unutmamak için anıt taşına şöyle kazıdık:

 

Türkan derlerdi benim adıma

Tam ermiştim bir buçuk yaşıma

El koymuştu zalim adıma

Atlamıştım annemin sırtına

Çekilmiştim Kirlinin yoluna

Olmaz böyle diye zoruna

Hiç Bakmadan sağına soluna

Kurşun sıkılıverdi anlıma

                 1983-1984

 

Aynı gün aynı çarpılmada düşen diğer şehitlerimizi de rağmetle anıyoruz:

  1. Kayaloba Kırcaali, 1937 – 1984 Ayşe Mollahasan;
  2. Kitna, Kırcaali,       1945 – 1984       Musa M. Yakup
  3. Raven Kırcaali        1968 –  1984       Mümün M. Ahmet
  4. Nanovitsa, Kırcaali  1941 –  1984      Yusuf A. Ahmet
  5. G. Dülevo, Kırcaali  1954 – 1985      Mustafa Ö. Osman
  6. Autsa, Kırcaali,         1950 – 1988      Aliosman  Aç Hüseyin
  7. Gruevo, Kırcaali        1950 –  1984      Abdülaziz R. Bekirov
  8. Gruevo, Kırcaali        1923 – 1984      Mustafa İ. Aliev
  9. Svoboda, Kırcaali      1940 – 1985      Mustafa M. İbrahim.

 

Şehidi olmayan halklar dünya halkları listesine alınmaz.

Biz hakları ve özgürlükleri uğruna mücadele alanlarında şehitler vermiş halkların altın sayfalarında yer alan bir halk topluluğuyuz.

Şehitlerimizin isimleri kalplerine kazınmış ve asla silinmeyecektir.

Ve çileler, zulüm dolu bir dava yolumuz varken, bugün bizi parçalayan hainlere de söyleyecek dört sözüm var.

İhanetin adı yoktur.

Katillik ihanetse.

Hürriyetin davamız.

Acı çekmek hürriyetse

Hainliğiniz yüzündendir.

Bugün her yer hala karanlıksa.

Reklamlar