Dr.Nedim BİRİNCİ

Bulgar basını bizi “yoksullar”, “fakirler”, “kendi kendilerine yetemeyenler” tanımlarıyla anlatıyor. Bu haftaki örnekler hep Batı Rodoplar’ dan verildi.

Osmanlı döneminin “Sultan Yerleri” olan, Çarlık döneminde en saf çayır ve çam balı, Saray’da kaynayan fasulye ile kızartılan patatesi, yaban meyve ve şifalı bitkilerle baharat eczanesi, kapama kuzu diyarı, yerle gökyüzü arasındaki güzelliklerin en nadir bütünlüğü içinde yaşamanın zevkine doya doya serpilip açan bu yörede, şimdi yalnız kendi kendine hizmet edemeyen yaşlı insanlar yaşıyor.

 

Gençler uçup giderken onlar dağ köylerine bekçi olarak kalmışlar. Çam ormanlarının sabah ferahlığından, ormandaki kozalak çatırtısını, gülücüklerin gurklamasını, bülbüllerin sevdalı söyleyişini işitmeden yaşayamayız deyip kalmışlar bu dağlarda. Ne yazık ki, yalnız güzellikler karın doyurmuyor. Arı gömecini avludaki kuyunun boş kovası içine yapsa ve ağzına kadar dolan ballar bakırdan taşsa bile, kalkıp onu almaya da güç kuvvet lazım. Bizi yaşatan hayat yaşlandıkça güçsüz kuvvetsiz, çaresiz kalmak var, ölü canlı olmanın çok özel bir durumu bu. Dışımızdaki hayatla içimizdeki hayatın vedalaşması anlatılsa anlaşılır, anlaşılsa anlatılır gibi değil.

 

Güney Batı Bulgaristan’ın Satovça köylerinde durumları birbirinden farksız olan 71 yaşlı var. Onların biçare ihtiyarlığını değerlendiren bir özel devlet komisyonu 2010 yılında orada bir mutfak açılmasını ve hepsinin evlerine günde bir defa sıcak yemek götürülmesini kararlaştırdı. O gün bu gün 13 bin 792 leva harcanmış ve yapılan yeni hesaplara göre, önümüzdeki Nisan ayında paralar bitecekmiş. Yeni para ayrılıp ayrılmaması ile Plamen Oreşarski hükümetinde Çalışma ve Sosyal Politika Bakanlığı’na bağlı Sosyal Yardımlaşma Fonu’nda alınacak karara bağlı. Bu Bakanlıkta işlere bakan ise, Bakan D-r Hasan Ademov’ tur.

Sayın Bakan da karar almakta halen acele etmiyor.

–          Gidin sorun bu ihtiyarların 25 Mayıs 2014’te yapılacak AB Parlamento seçimlerinde

kime oy vereceklermiş!, emretmiş.

Gitmişler, sormuşlar, yaşlıların Avrupa’yı Amerika ile karıştırdıklarını, oğulları ile gelinlerinin çocuklarıyla birlikte 1992’de Amerika’ya gittiğini ve onlara yardımların Virjinya’dan geldiğini,  Avrupa’da yaşadıklarını, fakat Avrupa işleriyle hiç ilgilenmediklerini anlatmaya çalışmışlar.

Bu rapor, kuşkusuz Bakan Dr. Ademov’un da kafasını karıştırmış ve Satovça köylerine yeni bir heyet gönderilmesini istemiş. Gidip gelen heyet başkanı anlatıyor:

–          Bu insanların kafalarında karışıklık daha da artmış, Dr. Hasan oğlumuza söyleyin, bize dörder metre kefenlik kumaş göndersin, çocuklarımızın bıraktığı Amerikanlar 25 yılını doldurdu, bit, kile, güve,  toz duman derken, bir de çatılar damlıyor, ıslanmış, iyice döküldüler. Ha bize bu iyiliği de yapsın, kırmasın bizi demişler. 4 yıldan beri ortak kazandan dağıtılan fasulyeler Çin belcesi, sert çiğneyemiyoruz, ağzımızda diş falan da kalmadı, bıktık usandık, bizim alaca fasulyemizden ve Polonya patatesleri de sakız gibi, bizim patateslerimizden istiyoruz, şartlarımızı kabul ederse oyu sandığın hangi deliğine isterse ona atarız, cevabını göndermişler.

 

Kefenlikler gönderilirse, Hak ve Özgürlükler Partisine Satovça köylerinden 71 oy garantiliymiş. Bu köylülerimiz artık hak hukuk aramaktan tamamen ve kesinlikle vazgeçmişler, özgürlük sözünün de tam anlamını bilmediklerinden, VUSLAT gününü bekliyorlar.

 

Satovça köylerinde 1989’dan önce çok tütün dikilirdi. Dağ yamaçlarında yetişen yeşil altın iyi para ettiğinden, köylülerin yüzü gülmüştü. Ne ki, gülen yüzün ardında, gamlı kaderli yürek olunca, tebessüm sırıtma gibi duruyor.

 

Bu köylüler 1913 yılında köylerinden atıldıklarını, camilerinin talan edilip yakıldığını, hayvanlarını alınıp götürüldü acı yılların kan damlayan öykülerini hiç unutmamışlar. Şimdi “3 Mart Birliği” kurup AB Parlamento seçimlerine birlikte girmeye çalışan “Sansürsüz Bulgaristan”, Makedonya İç Devrim Örgütü (VMRO) ve Yeşil Tarımcılar partilerinde birleşen eski ırkçı milliyetçilerin Türk, Pomak ve İslam düşmanı dazlak kafalıların torunlarıdır. Onların Çarlık döneminde “Yurtta Birlik” teşkilatı öncülüğünde Pomakların isimlerini ve soyadlarını birkaç defa değiştirip geri vermek zorunda kaldıkları unutulmamıştır. 1p70 – 1972  “soya dönüş” ismi altında gerçekleştirilen “Bulgarlaştırma” politikasıyla çektikleri devlet terörü, sürgünler ve zülüm yılları,  1990’dan sonra sözde tüm haklarını ve özgürlüklerini elde etmiş olsalar da, aile meclislerinde kantara konan KALALIM MI yoksa KAÇIP GİDELİM dengesinde ibre defolun gidinden yana ağır bastı. Gidiş o gidiş, kendilerine başbuğ seçtikleri ve Amerikan’ın da onu Pomak lideri olarak görebildiği Hasan Byalkov, arzu eden kararlıların hepsine “kardeşlerimsiniz” parçalanmadıkça hayatla mücadelede her zaman üstün geliriz, ben nereye siz de oraya deyip, sandıktan çıkan kovan gibi adam saydıklarını Okyanuslar ötesine taşıdı. Köyler, mahaller, evler böyle boşandı. Şimdi sevgilisinden ayrılmak istemeyen sevdalılar misali hayattı bu diyarda yalnız bırakmak istemeyenler, aslında kurtulan kurtuldu, avrette nasıl olsa buluşuruz huzuruyla yıl değil, mevsim değil, bazen kimileri gün, saat sayıyor. Şu D-r Hasan, şu kefen işini dert etmese, gönülleri huzurlu, gidecekleri yer belli, bir cennetten öbür cennete gitmek de iş mi?

Bulgar NATO’ya girdiğinde çok sevinmişlerdi. Sam Amca buralara da asker gönderir ve torunlar gelir görüşürüz geçmişti akıllarından. Bu olmadı da her özlemde kavuşma gizlidir derler ya, gün geldi dede kapısı çalan torunlar da belirdi.

Amerika’da kimileri patates diğerleri de tütün işinde, yetişen yeni bir kuşak, biz nereliyiz, nereden geldik, kökümüz suyumuz yok mu derken, karlı Rodop tepelerini bulanlar oldu. Atalarının Vatanını gelip görmeye gelenler ne Türkçe ve Bulgarca tek söz bilmediklerinden, konuştukları dil Amerikan İngilizcesi olduğundan kimseyle anlaşamadılar. Onların canını en çok sıkan ise, köy marketlerinde HOT DOCK olmamasıydı. Burası yakında “savaştan çıkmış”,  “burada hangi savaş oldu?” soruları tercüme edildiğinde muhtar bile cevap veremedi.

Halen köy bekçiliği yapan “ölü canlılar” aslında kimseciği beklemiyor. Alıp başını gidenlerin aklı bambaşka yerlerde ve bambaşka işlerdedir. Günün daha fazla kısmını şekerleme yapmış gibi bir köşeye uzanarak geçirenlerin kendi kendilerine bir türlü anlatamadıkları çok büyük dertleri var. Onlar, cennet bildikleri ve içinde yaşadıkları doğal harikadan ayrılmak istemiyorlar. Vakit saat geldiğinde her şeyi alıp cenneteyse cennete cehennem nasipse cehenneme beraberlerinde görmeyi arzuluyorlar. Hepsi bu düşe sevdalanmışlar. Buysa olacak iş değil, çünkü ne doğanın ne de yaşamın kanunudur. Çözemedikleri bu gizem, onların yaşam koşulu haline gelmiştir.

Reklamlar