Raziye Cakr1 Raziye ÇAKIR

Konu: Gönlü şiirle beslenen bir halkız.                    

Dobruca sis yorganı altında. Tavanı basık evlerin bacalarından çıkan ve etrafına bakınmadan dimdik uzayan duman, sanki sise yol gösteriyor. Buğday döşeği kar örtüsünü bekliyor.

Çiğdemleri, menekşeleri, derelerimizin şırıldayan şarkısını yazmayın artık, onları herkes biliyor, diyenleredir sözlerim. Şu Dobrucayı buğday tanelerinin henüz süt, yeşillik denizi içindeki gelinciklerin henüz iki yaprak açmış ve benden güzeli var mı diye haykırırken uzamış ama henüz kılçıkları çıkmamış sonsuz enginle alay ettiği kavga güzelliğini görmemiş olanlardan başka bir şey bekleyemeyiz zaten.  Alıp ısırmadan bilemezsin bizim kızılcıkların ne kadar ekşi olduğunu! Dünyayı bilgisayar ekranında sevmek kavanoz dışından şeftali kompostosu yemekten ya da film seyrederken baş aktrise sevdalanmaktan farklı değildir. Şiir, şarkı ve türkü sedası olarak sanal dünyanın gözü kör olsun. Kırcaali’de yeni parka Bulgaristan Türklüğünün gönül sesi, yanık dünyamızın yakan sesi Kadriye Lativova’nın heykelini dikmişler. Oğlu heykeltıraş Vejdi Raşidov anne hayalini taşa yonmuş.

Bulgaristan Türk sanatından bir tek türkü ezberinde olmayan Mümün Tahir gibi yaratıcılığı devlet pompasıyla şişirilenler, “büyük adamı yazanlar büyük adam olur” saçmalığından esinlenerek, kâh Atatürk, kâh Kadriye Latifova hakkında kitap yazdılar ve en sonunda Bulgaristan Türklerinin kimliksizliği üstüne doktora tezi savunarak, ovasını ve belini sis sarmış, dört yanı bulut olan doruklardan birine oturarak, dünyayı tamamen göremez oldular.

Kadriye Lativova, parktaki heykelde, saçlarına örülmüş çiçek demetlerinden fazla gönlümüzü saran sıcaklıkta yaşıyor. O, bir yetenek olarak, bir sanat mucizesidir. Güzün kıralı sabahlarında, kış karı altında, buz kesen günlerde donuk donuk bakışlarıyla karşımızda, her yağmurda yeniden açan yüzüyle aramızda olması iyi oldu. Anıtların küçüğü olmaz.  Önemli olan halkın gönlünde ebedileşmektir. O gelecek kuşaklardan da biridir.

Hani Selda Bağcan “Sarı saçlım mavi gözlüm dön gel”, Cem Karaca “Kaptan sen beni bu limana götüremezsin” derken tüylerimiz nasıl diken diken olup nefesimiz nasıl kesiliyorsa, işte söyle bir etkileşim, dolup taşma, somutluk ve sonsuzluktur, tavada kavrulan tere yağ kokusu gibi bizden olan bir güzelliktir K. Latifova. Dönmesini çok arzuladığımız bir geçmişin sembolüdür.  Eleştirilerinize teşekkürler.

***

Yazımın devamına  Kadriye Latifiva’nın yanık sesiyle söylediği türkülerden hangisini isterseniz ekleyebilirsiniz. “Kadriye Latifova com.” Yazın ve birini seçin. İyi dinlemeler.

***

Sönmeyen memleket sevgimizi şair Ahmet Şerif’in iki şiiriyle besliyorum.

PENCEREMİN ALTINDA KAVAK

Sana bir sorum var,

Rüzgarların diliyle konuşan kavak ağacı:

Delice sevebilir mi esen rüzgârlar,

sevdiğini kıskanabilir mi,

adaletini kaybedebilir mi insanlar gibi?

Ey sevgi ağacı!

Ey yüce kavak!

Mağrur kavak!

En sevilen dalını kırmış geçen rüzgârlar,

kıskançlıktan mı bu,

sevgiden mi yoksa?

Gönlüm yakınlarından geçiyor, uzaklarından

kervan yolunda Ay’ın

bulutların altından geçtiği gibi.

Kavağın yapraklarından rüzgâr geçiyor yine

çocukluğumun gençliğimin şarkılarından

ve

dağılan saçlarımın tel tel aklarından!

 

****

BUĞDAYLARIN TÜRKÜSÜ

Siz ne şirin, ne dilber, ne cevhersiniz

ekmeği beyaz

buğdayları deniz Dobruca kırları! …

Bir gelin kıyafetinde gelir buralara orak

sarı sıcakla beraber

öyle bir geneecik …

Başaklardan örülmüş bir peçe koyar başına

Kulağına bir de tutuşan gelincik.

Çocuksu gülümseyişi öyle içten, öyle sıcak!

Buğday buğday dökülür ter,

ışıl ışıl yanar yüzünde

ateşli böcekler akşamları …

Düğün bayram edilir orak,

çoluk çocuk çıkar bire dek,

neş’e sarar ekmek kokan kırları!

Orakçı kızların türküsü geçer

yanan yüreğinden serin serin.

Gölgede ağustos böceği keman çeker boyuna,

saka kuşu öter mavisinde göklerin.

Bir bakarsın akşam rüzgârında dansa kalkar

bütün çiçekler

bütün buğdaylar …

Hayal et edebildiğin kadar, sevdiğin kadar,

buğdayları duy,

insanları duy

aç gönül yelkenini martısız enginlere.

Armut dalında savrulurken yarış bayrağı,

kaderleri düşün ey, toprağın sahibi,

geçmişe dön, iyi günlere …

Bahtiyarlığında ararsan kendini,

varlığının içinde olduğunu anlarsın

gençliğinden giden i sonra …

Mevsimin nasıl geçtiğini anlayamazsın yalnız.

Kırlar soyunur yazlığını yavaştan

bürünür Güz’ün bürgüsüne.

Anızlara koyun sürüleri iner dağlardan,

çan sesleri karışır rüzgarlara,

Çocukların panayır düdükleriyle

bir kavalın ardından kırağılanıp gider mevsim

turnalarla hac’dan dönmek için

gelinlikleriyle

Bulgaristan Türklerinin halk edebiyatını anlatmaya devam edeceğiz.

Reklamlar