Tarih 9 Ağustos 2019
Yazan: Rafet ULUTÜRK
Konu: Bulgar kimliği ile yıldızımız neden uzlaşmadı?
Ruslar XIX. Yüzyıla kadar kendi ülkelerinde kimlik siması oluşturmada çok başarılı olmuşlardır diyemeyiz, çünkü onların ruh halini belirleyen sosyal düzen kalıpları öyle yerleşmiş ki, değişiklik yapma olağanüstü zor olmuştur. Örneğin Rus toprak köleliği düzeninde toprak sahibi ile toprak kölesinin yer değiştirdiğine örnek yoktur.
Rus ordusu 1877’i Nisanında Zviştov kıyısında Tuna’yı geçtiğinde daha önce karşılaşmadığı çok farklı bir dünya ile yüz yüze gelmiştir. Şöyle: köylüler hayvanlara, keçilere, koyun ve kuzulara, tavuklara ve ineklere sahip çıkıyorlar, onları Rus askerlerine vermiyorlarmış. Bu savaşın ilk kurbanları bu yüzden Sviştovlu çoban ve köylüler olmuştur. Onlar mal mülk sahibi olduklarından, güttükleri, ahırlarında ve sayalarındaki hayvanlar onların kendi malı olduğundan dolayı, sahip çıkıyorlar, koruyorlar, vermiyorlar. Rus askerler ise bunu anlayamıyorlarmış, çünkü onlar Bulgar köylüleri toprak kölesi sanıyor, hayvanların onların olmadığına inanıyor ve alıp kesip yemek isteyince, tepki aldıklarında, cana kıyıyorlarmış…
Bu durum savaş sonuna kadar, Rus askerin ayak bastığı her köy ve kasabada devam etmiş ve “kurtarıcı” – istilacıya karşı kin, nefret, öfke ve hoşnutsuzluk ortamı oluşmuştur. Bu nedenle “olumlu” Rus simasının oluşturulmasına ilk adımların atılabilmesi için çok uzun bir yol alınması gerekmiştir.
Knez Aleksandır Battenberg (1878 – 1896) ve Knez I. Ferdinnand Saksonya- Koburg – Gota (1887 – 1908), Çar Ferdinnad Saksonya- Koburg – Gota (1908 – 1918) ile III. Boris Saksonya – Koburg – Gota (1918 – 1943) Bulgaristan’da Rus “kurtarıcı” kimliğinin halka kabul ettirilmesi için önce işe Bulgar kiliselerindeki ayinlerde Çar II. Aleksandır’ın adının “kurtarıcı” olarak geçmesiyle başlamış, ardından da birçok ortak anıt müzesi – kilise inşa ediş, Rus Çarına övgü yağdırmak için kurulan bu kiliselerin birincisi daha 1878’de Yambol şehri yakınlarındaki “Bakacık” tepesinde Rus General Skobelev tarafından inşa ettirilmiştir. Plevne’de 1907’de hizmete açılan ve 31 bin Rus ve 7.500 Romen er ve subayın anıtı olan kilisenin adı “Sv. Georgidir.” 1877-78 Rus-Osmanlı Savaşında büyük çarpışmaların olduğu Koca Balkan Güneyinde bulunan ve o zaman Osmanlıya bağlı olan “Doğu Rumeli Bölgesi”ndeki Eski Zara yakınlarındaki “Şipka” köyünde temelleri 5 Eylül 1879’da atılan, fakat kurulabilirliğine ilişkin Sultan izni 6 yıl sonra çıkan ve 1902’de kutsanan kiliseden sonra, 1924 yılında Sofya’daki “Aleksandır Nevski” ve daha sonra açılan irili ufaklı kiliseler Bulgar halkına Rus egemenliğini kabul ettirmek amaçlı güçlü etki merkezleri olarak kurulurken, yeni Bulgar kimliğini oluşturma merkezleri olmuştur. Kiliselerle birlikte “kurtuluş” sonrası Bulgar kimliğinin oluşturulmasında 1934’te hizmete açılan “Şipka Tepesi Anıt Kompleksi”, Sofya’da halk meclisi binası önündeki 5 m yüksek “At ÜstündeÇar II. Aleksandır” anıtı (1912), başkentin önemli kavşaklarından birinde yükselen “Rus Anıtı” v.b. törenler düzenlenirken önemli rol oynamıştır.
2019 yılının Ağustos ayında Bulgaristan’da en keskin tartışma konusu “Böyle bir devlet olamaz!” konusudur. Bu, Slavi Trifonov’un yeni siyasi partisinin ismi olacaktır. Ne var ki, isim olarak bu, k bir de Bulgaristan’ın dört bir yanının Rus kilise ve anıtlarıyla ve Sovyet asker heykellerine çok sıkışmış durumuna tepkidir.
Asrın başlarında “Bulgar Halkının İyimser Teorisi” adlı kitabında, halk ruhu okuyucusu İvan Haciyski şunları kaydetmişti: “Bulgarlar, kendimizi küçümsemeye yarayan siyah gözlüklerle, Balkan’ın iki tarafında yaşayan ve bir parça ekmek için ruhunu satmaya hazır durumda bulunan, iki ayaküstünde duran, kanatsız hayvandır.”
XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda Rucer Boşkoviç ve Hans Dernşvan gibi seyyahlar Bulgarları şöyle anlatmıştır: “Ruhları ilgisiz, derin bir uykuya dalmışlar, bir gün gelir uyanacaklardır. Uyanış çağı “göz açtıklarına” işarettir. Kim elinden ne gelirse ve ne ile katkıda bulunabilirse bir şeyler yapmaya çalışıyor.”
Rusların geldiği ilk yıllarda, birinci ve ikinci Bulgar devleti, kadim Bulgar kültürü vs unutturulmuştur. Bugün Bulgaristan’ın karma bölgelerinde –Dobruca, Deliorman, Gerlovo, Güney Doğu Rodoplardaki şehirlerin hepsinin adları, Hak Kubrat, Hak Krum, Han İsperih, Han Tervel vs. vs’dir. Bu isimler özellikler totaliter-komünist devletin eseridir(1973 yılından sonra) . Bulgar komita ve voybodolarına, uyanış çağı yazar ve şairlerine vs dönüş de 1934’ten sonra faşizm yıllarında belirmiştir. Botevgard, Levski grad, Rakovski vs şehir, kasaba ve köy isimleri o zaman şimdiki Bulgar kimliğinin önemli çizgilerinden biri olan Türk düşmanlığı, İslam düşmanlığı gibi zehirle doldurularak sahneye çıkarılmıştır. Ne ki Bulgar tarihinin Bulgar kahramanlar ve örnek simalar değerleriyle bina edilmesi duygusunu ilk his eden belki de Çiftçi Lideri Aleksandır Stanboliyski olmuştur.
Bu simaların yaratılması için gerçeklerin gizlenip unutturulması ve “kahramanların” günün boyasıyla boyanması ve parlatılması gereğini şu örneklerde görebilmişizdir: Öyle olsa da bizim Bulgar tarihinde aradığımız ortak değerler bulunmadan anlaşabilmemiz zor olacaktır. Örnekleyelim:
Bulgarların “Milli kahramanı” Hristo Botev’le ilgili gizlenen gerçek şudur:
Başbakan Aleksandır Stanboliyski hükümetinde (1919-1923) İç İşleri Bakanlığı Genel Sekreteri görevinde bulunan ve 9 Eylül 1944 ‘ten sonra milletvekili seçilen av. Atanas Dobrevski, 1876 Mayısında “Milin Kamık” çarpışmasından sonra çete başı Hristo Botev’in ölüm olayını şöyle anlatıyor:
“1921/22 yıllarında İç İşleri Bakanı Genel Sekreteriydim.
Bir sabah özel kalem müdürüm, erkenden kapımı çaldı ve Vratsa şehrinden beyaz saçlı bir din adamının devleti ilgilendiren çok önemli bir konuda bakanla görüşmek istediğini ve beklediğini bildirdi. O gün Bakan Köstendil’e gitmişti ve işlere vekâleten ben bakıyordum. Odama bir tutanakçı da çağırdım ve beyaz saçlı papazın anlattıkları aynen kayda alındı:
“Yıllardır Vratsa (Vraça) şehri kenarındaki “Pavalçe” köyünde papazım. Köylülerimden birisi, (ismi ve soyadı tutanakta yazılıdır) kısa bir süre önce, günahlarını af ettirmek istedi. Yaşlı, hastalıklı ve hareketsiz olduğundan dolayı ben evine gittim. Bana Türk zamanından bir gerçek bildiğini, çok canını sıktığını, bunu anlatıp günahtan arınmak istediğini paylaştı. Yıllardan 1876, Türk askerlerin “Milin Kamık” mevkisinde Hristo Botev çetesini bozguna uğrattığı zamanmış. Köyden 3 km uzakta bir sayası, koyunları ve onlara bakan bir çobanı varmış. Giysileri voyvoda olduğunu ele veren, sık siyah sakallı bir kişi gece yarısı sayaya gelmiş. Aç olduğunu söylemiş, sofra açmışlar, gecelemek istemiş, yatak açmışlar, fakat önce yarasını sarmak için taşıdığı sırt çantasını açmış. İçinden sargı bezi ve ilaç alırken, köylü çantanın altın dolu olduğunu görmüş, başı dönmüş, ansızın zengin olma hırsına kapılmış ve aynı gece uyurken Hristo Botev’in başını satırla kesmiş, altınları almış, cesedi bir eşeğe yüklemiş ve sayadan 1 km uzaktaki hendeğin yanındaki derin çukura atmış. Osmanlı’dan koptuktan yıllar sonra halk ve devlet için çok önemli bir kişiyi öldürdüğünü anlamış ve vicdan azabından kurtulmak için, günahlarının afını istemek için beni yanına çağırmıştı.”
İç İşleri Bakanlığı olayı denetledi, şehirden 3 km uzakta köy, köy dışında saya, sayanın biraz ötesinde dipsiz bir in vardı. Hristo Botev’in kemiklerini bu inden çıkarmamız ise imkânsızdı, çünkü o dipsiz bir kuyuydu.
“Ben, Hristo Botev’in “Milin Kamık” çarpışmasında bir düşman kurşunuyla alnında vurulup şehit düşen bir halk ve devlet kahramanı simasının hayallerde ve fotoğraflarla anıtlarda bir dini sima gibi mavi ışıkla parlamasına engel olmak istemediğimden dolayı, bu gerçeği şimdiye kadar hiçbir kimseye anlatmadım” dedi ve durdu.
Atanas Dobrevski 1971’de Valiko Tırnovo’da hayata gözlerini yummuştur.
Bu olaya, bilgi olarak, Bakan yardımcısı, 1876’da “Milin Kamık” çatışmasında Romanya’dan gelen 15-20 çetecinin öldüğü, kellesinin Vratsa kışlası duvarındaki demir kazıklara geçirildiği ama aralarında şair Hr. Botev’in olmadığı eklenmiştir.
150 yıldan beri tekrarlanarak göklere çıkarılan, hele gerçekler unutulunca kahraman oldu. Okul kitaplarına girdi. Şiirleri öğrencilerini ezberledi. Binlerce okul, dernek, kültür evi vb “Hr. Botev” adı aldı. Türk, Osmanlı ve İslam düşmanlarının şairi oldu. Bu konuda kaleme alacağımız bir başka yazıda, Hr. Botev’in Rus Çarı II. Aleksandıra gönderdiği bir mektubu ve her ay kaç para ajan maaşı aldığını yazmayı vaat ediyoruz. Bu adamı bir Türk askerinin alnından tek kurşunla indirdiği binlerce defa yazılmış olsa da, bu detaylar gerçektir ve sahte simayı beslemek için uydurulmuştur. Gerçek ise, yukarıda okudunuz. Birbirini kesen Bulgarlar, birbirlerini kahraman, milli kahraman, uluslar arası kahraman ilan etmiş ve halkın parasıyla anıtlar dikmiş, yalan dereleri akıtmışlardır.
Bir de Bulgarların diğer KAHRAMANI Vasil Levski’yi görelim.
Komitadır güzel. Papazdır o da güzel. Öğretmenlik yapmıştır o da güzel. Bulgar İş Devrim Örgütü kurmuş ve Başkanı seçilmiş o da güzel. Özgürlük ve bağımsızlık istemiş ona da bir şey diyen yok. Fikir özgürlüğüne, vatandaşlarının kendi etnik dillerini kullanmalarına, her kesin kendi dilinde dua etmesine takılmayan Osmanlı Devleti, Vasil Levski’nin 1821’de zaferle sonuçlanan Yunan Devrim Programını alıp, Bulgarcaya tercüme ettirip yayınlamasına, yeni kurulacak Bulgar devletinde Türklere de haklarını tanıyacağı vaadine bulunmasına vb hiç kimse ona takılmamış. Bu komita başı Lovça’da devrim için para toplarken bir çocuk öldürmüş ve onun için tutuklanmıştır. Tutuklanırken teskeresindeki isim DERVİŞ’tir ona da kimse bir şey dememiş. Sofya’da yargılanmış ve çocuk öldürme suçundan idam cezası almıştır. O dönem komitacılara idam yokmuş, ancak Dıyarbakır zindanına gönderiliyorlarmış… Levski 1873 yılında hayatına kıymıştır.
Fakat 1877-78 Rus Osmanlı Savaşından sonra bakalım Vasil Levski’nin Karlovo şehrinde yaşayan ailesinin durumuna, muhtarlığın, papazın, zenginlerin ve şehrin Bulgar esnafının bu aileye olan ilgisine:
Vasil Levski ailesinin hayat öyküsü gizlenmeyip anlatılsa günümüzde kendini bilmeyip Türklere karşı boş boş konuşanlara ibret dersi olabilir. Bulgar tarihinin hürriyet havarisi olan Levski’nin annesi (Ginka Kunçeva) – 4 çocuk anası, 27 Ocak 1878 tarihinde kendini kuyuya atarak canına kıymıştır.
Nedeni, kızı Yana’nın çocuklarına bakacak hali olmayışı, “Şipka” Savaşından bir gözü kör ve bir bacağı kesik dönen kuçük oplu Petır ortada da kalmış. Ne devlet, ne muhtarlık, ne yerli Bulgar zenginler, ne de yerli Bulgar zanaatçılardan herhangi biri ona el uzatmamış, iş göstermemiştir.
O yıllarca Karlova merkezindeki 1475 yılında inşa edilen “Kurşun Cami” kapısında oturmuş ve yıllarca önüne koyduğu tasa atılan akçelerle geçinmiştir. Bir kapıda iki dilenci olmaz atasözümüze rağmen, Vasil Levski’nin babası 3 yıl aynı kapıyı çalmıştır.
Eşinin ve oğlunun Karlovo Bulgar kamuoyu tarafından kabul edilmediğini, sanki insanların Osmanlı yıllarına ve düzenine geri dönülmesini istediğini duyumsayan ve ah ben nasıl evlat yetiştirmişim feryadına kapılan Ginka Kunçeva, bugün de Müze Evi olan avlusunda duran kuyuya atlamış ve hayatına kıymıştır.
Şehir papazı, hayat yolunu kendi kesenlere ayin okunmaz, haçlı mezarlıkta naaşına yer yoktur, deyince naaşı ortada kalmıştır. Bu yüzden Levskinin annesi Ginka Kunçeva’nın mezarı Müslüman mezarlığı kenarından akan dere boyunda bir hendeğin kenarındadır. Bugün Karlovo kentinde V. Levski Müze Evi avlusunda bulunan ve tarihi kimseye anlatılmayan kuyu – Bulgarların milli yüz karasıdır.
Bu yüz karası son 5 yılda çok büyüdü. Karlovo Belediyesi “Kurşun Camiyi” gasp etti. Plovdiv Mahkemesi kararlarına rağmen geri vermedi vermiyor, onarılmasına dahi izin verilmiyor.
Biz tarihsel gerçeklerin şu gizlenen sayfalarını aştıkça bu işlerin hepsi birer birer çözülecektir. Böyle yaratılan sahte kahramanlarla milli kimlik kurulamadığı gibi milli devlet de kurulamaz. Tarihten ortak milli değerleri, adalet örneklerini birlikte bulup çıkarmalıyız.
Okuyanlara teşekkürler
Paylaşanlara sağlık dilerim.
Yeni konumuz “Ortak Bulgar Ruhu”.