Dr. Nedim BİRİNCİ
Tarih: 3 Ocak 2022
İzi kaybolan Bulgar demokratik güçleri.
1989 yılının 7 Aralık günü yani biz anavatan sınırını geçtikten tam 5 ay sonra, Bulgaristan’da kısa adı CDC – Demokratik Güçler Birliği kuruldu. Daha sonra Bulgar kamuoyunun komünist totaliter rejime karşı mücadelede öncü bir örgüt olarak kabul ettiği CDC‘nin adını halka duyurmazdan önce Bulgaristan Müslüman Türkleri 55 legal ve illegal parti, dernek, kulüp ve hareket kurmuşlar ve kanlı mücadele vermişlerdi.
Resmi kayıtlarda 517 kişi “Belene” Ölüm kampından ve 15 binimiz de polis müdürlükleri bodrumlarından, sorgu odalarından, falakadan, elektrikli sandalyeden, hapishanelerin en karanlık hücrelerinden, iş kamplarından, çakıl ocaklarından ve sürgünden geçmişti.
Bulgaristan’da demokrasi yolunu Türkler açtı.
21 Mayıs 1989 sabahı 72 binimiz birden aynı anda ayaklanmış ve hak ve özgürlüklerimizi ve tüm vatandaşlar için hürriyet, insan hakları ve adalet istemiştik.
1984-1989 yılları arasında Türk direniş hareketi Ay Yıldızlı bayrak altında kenetlenmişti. Hiçbir dış güçten yardım beklemeden yürümüştük. Ayaklanma alaylarında güç kaynağımız Türk irademiz ve ruhumuzdu. Taşıdığımız bayrak beyaz, yeşil ve kırmızıydı. Bulgaristan Müslümanları demokrasi yolunu açarken Demokratik güçler birliğini ilan edenlerden daha fazlası onların karşısındaydı, bölünen toplumda gericiliğin ve milliyetçiliğin duvarını örüyorlardı. Onun için CDC kurulurken 55 örgütümüzden hiç birine gelin birlik olalım diyen olmamıştı.
Bulgarların siyasi oyunları
CDC’nin hayat hakkı istemesinden 27 gün önce, diktatör Todor Jivkov, Komünist partisinin tepesindeki bir değişiklikle iktidardan itilmişti. Bu darbe kozmetikti, fakat önemi büyüktü. Ardını Moskova’ya dayamış zulüm uygularken gözü kararmış ve kendini halkın ve yasaların üstünde sanki bir İlah gibi gören diktatördü düşen.
Yaklaşık yarım asır süren komünist diktatörlük yıllarında anti-komünist ruhta başkaldıran Bulgar örgütleri parmakla sayılacak kadar azdı. Maneviyatlarında komünistlerin öncülüğünde devlet kuran ve yönetin bir milli güç olduğunu sanan Bulgarlar, aynı yıllarda tarihlerinde ilk kez azınlıkları çalıştırarak Moskova’nın yardımıyla endüstrileşme de gerçekleştirebildiklerinden kendilerini monolit (yekpare) görmeye başlamışlardı. Parçalanma Bulgar kavmi ile azınlıklar arasındaydı. Zamanı dolun, madden ve manen tükenen, kısır kararlar alan ve ülkeyi dar boğaza iten BKP yönetimiydi.
Bulgarlar dış esintilerden etkilenmişlerdi.
Müslüman Türkler 1989 yılına girerken artık ayaklanma ruhlu beraberlik ve kararlılık mertebesine ulaşmıştı. 8 Şubat 1989’da DAYANIŞMA sendikası ortaya çıktı. Başkanı Dr. Trençev Polonya’da işçi lideri Leh Walensa hareketinden etkilenmişti. 1917 doğumlu, gençliği faşist lejyoner örgütlerinde geçen ve sosyalist mahkemeden müebbet hapis cezası alan, yıllardan beri Stara Zagora (Eski Zara) hapishanesindeki İliya Minev Bağımsız İnsan Hakları Derneği kurmuştu. Ne var ki, bu dernek, mayalanan Türk direniş hareketi tabanında ortaklık arasa da bulamadı.
CDC (Demokratik Güçle Birliği) 32 yaşında!
Bu düşünsel atılım, Sofya Üniversitesindeki demokrat aydınların bir atılımıyla başladı. 1989 başında beliren “hava kirlenmesi ve zehirli gaz akımına maruz kalan Rusçuk şehrindeki gelişmeler” bilinen kültür ve sanat insanlarını protesto eylemlerinde birleştirdi. CDC kurulmazdan önce muhalif örgüt sayısı 9 olmuştu. Hareketlenmenin motoru “Yeşiller Partisi” ise, 28 Aralık 1989’da, BKP’nin Müslüman Türklerin isimlerini ve din haklarını iade ettiği gün resmen ilan edildi. 32 yıl sonra bugün, Bulgaristan Demokratik Güçleri CDC’nın Komünist Partisinin kararıyla kurulmadığını, yalnız Bulgarları temsil ettiğini, özünde insan hakları için mücadele azmi olan bir parti olmadığını açıkça söyleyebiliriz. Rusya’daki M. Gorbaçov’un “değişim ve yenilenme” hareketinden, 9 Kasım 1989’da “Berlin Duvarı” nın yıkılmasından, Todor Jivkov’un devrilmesinden ve ülkede kabaran halkın coşku dalgasının köpüğünde değişim bayrağı olmuştur.
Belirtmek istediğim CDC, derin anti-faşist ve anti-komünist kökleri olan, halkın çilesi içinde kurban verirken bazılarından süzülen, geleneklerimizden gelen bir hareket değildir. Adalet, demokrasi ve özgürlük bekleyen halka bir program ve seçenek sunamayan bu hareket giderek ayak işleri yola koyacağını, halk dalgasının komünizmi ve totaliter rejimi kendiliğinden sökülüp devireceğini sanmıştı.
Dostluklar yuvarlak masada başladı.
Dönüşüm dalgasını özgün fikir ve atılımlarla gemleyip yönlendiremeyen CDC, Polonya örneğinden esinlenerek halkın ve devletin geleceği için “Yuvarlak Masaya” oturdu. Masanın 2 tarafında Komünist Partisi ve devlet güvenliği “DS” kadroları vardı. 3 Ocak – 14 Mayıs 1990 günleri arasında, Anayasa’nın 1. Maddesinden “BKP’nin yönetici rolünün”, silahlı kuvvetler, polis, mahkeme, savcılık ve diplomatik makamlardaki parti örgütlerinin salıverilmesi gibi konularda uzlaşma sağlandı. Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) yerel örgütlerinin dağıtılması, Devlet Konseyi’nin de lav edilmesi ve yerine kurulacak Cumhurbaşkanlığı makamının yeni anayasa hazırlayacak Yüce Halk Meclisi (YHM) seçimleri tarihini ilan etmesi üstüne anlaşmaya varıldı.
Yükseklerde kaybolan dengeler
O zaman Bulgaristan’da Bulgarlar için olumlu beklenti yüklü, coşkulu bir hava belirmişti. Müslüman Türklerin isimlerinin ve din haklarının geri verilmesi taşradaki Bulgar şovenlerini ayaklandırmış, Türklerle Bulgarları yüz yüze getirmiş, gerginlik göklerdeydi. Kendilerini demokrat satan CDC yönetiminin ülkede bir iç savaş gerginliği yaratan yeni ortamda suskun kalması, kendi içine çekilmesi ve bir bildiri bile yayınlamaması gerçeği bekleyen halka ilk kez içindeki hakikati haykırdı. CDC’nin hayalleri beklenti yüklü, romantiklerin, kendilerini değişen düzene monte etmeye çalışanların ve saflarına alışagelmış ajan ve komünist kadroların birliği olduğu git gide ortaya çıktı. Bunlar derinden halkın içinde ayrımları yaparak kendi insanlarını her partide yetkin olmalarını sağlamakla uğraşıyorlardı. Başkan Dr. Jelü Jelev ve çevresi romantik hayalperestler gibi hareket etiler. Yetiştirdikleri yeni kadrolar Bulgar siyasi tarihinde “uğur böcekleri” adıyla kaldı.
İlk demokratik seçimler
Her şeye rağmen, 32 yıl önce, 10 Haziranda yapılan 7. Yüce Halk Meclisi seçimlerinden önce, 50 yıllık bir aradan sonra çok partili, özgür bir seçme ve seçilme ortamında gerçekten büyük bir umut vardı. Hiçbir kimse dağın ardında totalitarizm ejderhasının nefes almaya devam ettiğini aklının ucundan bile geçirmiyor, hoş bir siyasi esintide, ılık bir çisenti ve bol bir rahmetle her şeyin değişeceğine inananlar çoğalıyordu. Daha önce sinek öldürmekten korkanlar mitinglerde yumruk sıkıyor, seslerinin çıktığı kadar bağırarak nutuk atıyorlardı. İmkân bulanların hepsi sandığa gitti. 400 sandalyeden 211’ini sosyalistler aldı. 144 milletvekili çıkaran Demokratik Güçlerle yan yana, tarihte ilk kez kendi listesiyle seçime katılan Müslüman Türkler de 491 bin oy alarak 23 milletvekili çıkarmışlardı.
CDC oligarşi ve faşizan bünyeye sarıldı
Şunu hemen belirteyim, seçimlerin yapıldığı 10 Haziran 1990’dan sonra CDC her gün erimeye başladı. Ömürlerinde hiçbir iş yapmamış, ekonomiden, maliyeden, siyasetten, reform yapmaktan anlamayan kişiler iktidara heveslendiler. Başbakan Filip Dimitrov (1991-1992) CDC azınlık hükümetini kurdu ve kooperatifçi Bulgaristan tarımını özelleştirdi. Tek başına seçim kazınan ve 1997-2001 arasında Birleşik Demokratik Güçleri iktidara taşıyan Başbakan İvan Kostov, Bulgar endüstrisini ve bankaları özelleştirme işini bitirdi. Ülke büyük talan yaşadı. Gübümüzde CDC, “yurtseverler cephesi” iktidar ortaklığına yamanmıştır. Son seçimlerde birkaç muhtar ve belediye meclis üyesi ve bir de AB parlamentosu milletvekili çıkardı. NATO ve AB üyeliğini desteklemiş ve halen Bulgaristan vatandaşlarının Avrupalılar düzeyinde geliri olması için savaşıyoruz sloganını yükseltmiştir. 30 yıl sonra Bulgaristan Müslümanlarından herhangi birinin yeni seçimlerde CDC’ye oy vereceğine inanmıyorum.
Siyasilerin durum değerlendirmesi
2001 – 2005 yılları arasında II. Simeyon hükümetinde birkaç yıl Tarım ve Orman Bakanlığı yapan Mehmet Dikme ülkemizdeki Müslüman azınlığın bugünkü durumunu “Fakti. Bg” yayınında şu sözlerle açıkladı:
“Bugün Bulgaristan’da Müslümanlar adım başı kontrol altındadır. HÖH-DPS partisine oy vermeyenler, hakları olan sosyal yardımları, işinden olanlar işsizlik ve yardım paralarını, asla alamıyor. Fakir ve muhtaçlara HÖH muhtarının imzasına karşı dağıtılan aşı da alamıyorlar. Devlet fakirlerimizi, yoksullarımızı hiçbir surette desteklemiyor. İnsanlarımız korkutulmuştur, A. Doğan’a karşı söz söyleyenlerin başına gelenleri gören her kişi korkuyor.” Bu işler ta baştan beri böyledir. Bu satırları okuduktan sonra 1879’deki durumumuza döndüm. Sofya’da 1999’da çıkan “Bulgar Devleti ve Bulgaristan’da 1879 – 1885 Yıllarında Azınlıklar” araştırmasının 13. Sayfasında sosyolog Jorjeta Nazırska şunları yazıyor:
“Müslümanlar: 1879 yılında Rusların Bulgar Prensliğinde yaptığı nüfus sayımından şu sonuçlar alınmıştır. 650 bini Türk, 18 bini Tatar, 20 bini Pomak ve 62 bini de Çingene olmak üzere, toplam 750 bin Müslüman vardır.
Bulgaristan’da yapılan ilk resmi nüfus sayımı olarak kabul edilen 1881 nüfus sayımından daha somut rakamlar elde edilmiştir. Müslümanlar genel nüfusun % 28, 79’u yani 578 060’ı dır. Bunların arasında Suni ve Şiiler olmak üzere 527 284’ü Türk, 12 376 Tatar, belirli oranda da Pomak, yürük, Çerkez ve Çingenedir.
Bu nüfus sayımı Prensliğin Batı kısımlarında Türklerin toplam nüfusun yalnız 7,35 yaşarken, % 49,65 oranının da Doğu kesimde yaşadığını ortaya koymuştur.” Müslüman nüfusun, 1879 YHM’ne 9 milletvekili çıkardı.
1990’da 7. Yüce Halk Meclisine HÖH partisiyle ve 23 milletvekili le katıldığını görüyoruz.
Şimdi bu olayı bir de 1879 ve 2021 seçim özgürlüğü ve seçme ve seçilme hakkı olarak ve yazılı ve uydurma seçim engelleri olarak değerlendirelim.
Seçimler 24 Ağustos 1878 tarihli Rus idareci Korsakov tarafından hazırlanan geçici kurallara göre yapılmıştır. Hıristiyan olmayanlarla ilgili Rusların düşündüğü siyaset bir Müslüman düşmanı tertipti. Kurucu meclise, 4 değişik tür milletvekili toplanmıştı.·
117 kişilik birinci gruba, din adamları, yargıçlar ve mahkeme heyeti üyeleri; 88 kişilik ikinci grup oy kullananlar tarafından seçilen milletvekilleri
Ve üçüncü grup yarısı Bulgar ve yarısı ise Müslüman olmak üzere üçüncü milletvekili grubu ve beş kişi de davetli milletvekilleri olmak üzere toplam 229 milletvekili katılmıştır. Bunlardan toplam 16’sı azınlıklardandır.
Tabii o zamanın seçim kuralları yıllar içinde değişti.
Bugün böyle bir ortam yok, fakat 1879’da kuralları Rus İmparatoru II. Aleksandır’ın özel idare müdürü belirlerken, 1990’dan beri ve hem de şimdi 2022’de bile bunların halkımıza aynı Rus tuzağı yanına Amerika’yı da alarak yeni bir biçimde oynanma hazırlıkları devam ediyor.
Tüm seçimlerde olduğu gibi eski hamam eski tasa devam.
Soruyorum? Kimin seçilip kimin seçilmeyeceğini parti liderleri peşin belirliyorsa seçim yapmaya ne gerek var?
12 Haziran 1990’da yapılan YHM (Yüce Halk Meclisi) seçiminin 2. Turu 17 Haziranda yapılmıştı. İkinci tur usulü 1879’ ilk YHM 88 milletvekili için de uygulanmıştı.
O zaman Rus komiser Korsakov şöyle bir uygulama getirmişti. 1878 savaşında mültecilerin malına mülküne el konulduğu gibi, Türklerin ve Yahudilerin ticaretine, dükkânlarına, zanaatlarına el konmuş, bazıları da Bulgarlar tarafından gasp edilmişti. Bu kişilerin seçilemeyeceği kuralı getirilmiş, “resmi dil” Bulgarca okuryazar olma şartı da dayatılmıştı.
İlk seçim Bulgaristan Başbakanı Todor Burmov’tu. Seçime bir ay kalınca seçim kanunu değiştirip aynı adreste 6 ay yaşamamış olan Müslüman ve Yahudiler için “seçilemez” şartı konmuştu. 2020 yerel seçimlerinde 6 ay aynı adreste yaşamayan vatandaşın seçilemediği kısıtlamasının 142 yıl önce meclis seçimlerinde azınlıklar için uygulandığını ve bunların devam ettiğini görüyoruz.
Dahası da var, bültenlerin Bulgarca yazılması ve seçmenin seçtiği adayın adını ve soyadını Kiril Alfabesiyle yazması getirilmiş ki o zaman Bulgarca yazan azınlıklardan aydın kişiler parmakla sayılacak kadar azdı.
Bu uygulamanın son örneğini 138 yıl sonra 2017 meclis seçimlerinde gördük. Burgaz’dan Türkiye’ye gönderilen Bulgar kalın enselilerin (mutraların) seçmeni Bulgarca bilip bilmediği konusunda sorgulaması, yaşlılara soydaş Bayanlara Bulgar dilinde özel Deklarasyon doldurtulması yasadışıydı. Bu usulsüzlükler VMRO ve NFSB parti liderlerinin kabadayı gibi davranarak “Kapitan Andreevo”sınır kapısında Türkiye Cumhuriyeti’nden gelen seçmen otobüslerini durdurmasında, bir önceki seçimlerde ihtiyar seçmen Bayanları otobüsten yaka paça indirip tartaklamalarında izledik. Bu arada sözde “Türk” parti başkanlarını buralarda halkın yanında gören olmadı. Nedeni de anlaşılamadı…
Üstelik 1879’da oy sayma işi valilerle kaymakamlara verilmiş ve Türkçe doldurulan bültenler ayrılmıştır. Bulgar yolsuzluklarının boyu daha ilk seçimde çok büyüktür. Örneğin Provadiya (Provadı) şehrinde Türk oranı % 62 ve hepsi oy vermişken, tutanaklara Türklerin oy oranı % 28 olarak kaydedilmiştir. Bu hile 2. Turda Şumen, Varna, Silistre ve Ruse (Rusçuk) şehirlerinde tekrarlamıştır.
Arşiv tutanakları, Varna’daki azınlıkların konservatörlere, Silistre’de ise liberallere oy verdiğini kanıtlar.
Sonuçta, Bulgaristan Türkleri ve diğer azınlıklar birinci seçimlerde tutuculara (konservatörler) ve liberallere oy vermiştir. İlk seçimlere Razgrat seçmeninin % 90, Kemaller’in % 83 ve Şumnu’da % 73 katılım oranı göstermesi, Müslümanların iktidara katılma, yasaları birlikte yapma, politik iktidara ortak olma hevesine ve çabalarına kanıttır. Bu çabalar her defasında Bulgar politik makamlar tarafından engellenmiş ve boşa çıkmıştır.
Bugün bu politik tuzakları Türkiye Cumhuriyetinde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde birçok başka ülkede bulunan soydaş ve gurbetçilerimizin seçme hakkı olup da seçilme hakkı olmamasında yeterli adet seçim sandığı olmaması vs vatandaş hakkı kısıtlamaları belirleyicidir.
Yolsuzluk, dalga ve dolandırıcılıklarla değişik türden başka hilelerin altında hep Müslümanların ve diğer azınlıkların haklarının Anayasaya ve yasalara işlenmemiş olması vardır. Rus işgal güçler ve Bulgar devletinin Müslüman azınlığa karşı sert baskı ve terör siyaseti uygulamıştır.
Azınlıklara sivil toplum örgütlerinde, kültür kulüplerinde ve birliklerde örgütlenmeleri yasaklanmış, parti kurup politikaya direk olarak girmelerine de asla yol verilmemiştir. Bu önlemlerle Müslümanlar olduğu gibi öteki azınlıklar da siyasetten ve devletten uzak tutulmuş ve ötekileştirilmiştir. Nitekim Bulgar iktidar ve muhalefet partileri Türkler, Pomaklar, Rumlar ve Yahudilerle temasa geçerek ve seçim arifesinde onlar için hayatı önem taşıyan bazı sorunlarla ilgili vaatlerde bulunarak Müslüman oylarını alma taktikleri uygulamışlardır. Etnik azınlıkların dini, okul, hastane ve sosyal sorunlarını sözde çözme ve her defa bunalıma itme siyaseti daha 1879’da başlamış ve kesintisiz sürüp gitmiştir.
Bu uygulama Türkleri ve diğer azınlıkları yıllar içinde Bulgar parti merkezlerine bağlamış, HÖH partisinin ve CDC’nin politik sahneye çıkmasıyla da durumda değişiklik olmamış ve sorunları çözme seçeneği aranmamıştır. Bu siyasetin daha 142 yıl öncesinde yerleştiğini, Rus planlarına ve diktesine uyularak Bulgar siyasi zihniyetini şekillendirdiğini, Bulgar partilerin hiçbir zaman seçim kanunu doğru dürüst değiştirmek istemeyişinde kendisini gösterdi.
Politik sistem değişikliği istemeyenler onlardır.
Azınlıkların siyasi haklarını tanımak istemeyen onlardır. İplerin parti başkanlarının, politik zümrenin, oligarşinin elinde olduğu şimdiki durum böyle oluşmuş, katılaşmış ve kemikleşmiştir. Bulgar politikacılar toplu halde yaşayan Türklerin ileri gelenleriyle temas kurup, onların bazı kişisel isteklerini yerine getirmek suretiyle azınlık oylarını almaya çalışırken, aynı zamanda Türklerin kolektif haklarının, örgütlenme ve siyasi haklarının tanınmasına asla kapı aralamamışlardır. Konumuz CDC’dir.
Demokrasi ve insan hakları, azınlık hakları, okullarımız, sağlık ocaklarımız, hak ve özgürlükler davamız olarak politik sahneye çıksa bile Bulgar ne sağcı ne de solcu güçlerinin desteğini bulmuştur. Müslümanlarla ilgili siyaset çizgisi ne monarşizm ne de totalitarizm zamanında değişmemiştir.
1990’dan sonra Müslümanların uyandığını, aldatıldıklarının farkına vardığını sezen ve gören Bulgarların bize karşı 1984-1989 arası 5 yıl devam eden iç savaşı, yeni biçimlerde, zihin köreltme uygulamalarıyla devam etmektedir. Makedonların kimlik, ana dili edebiyat ve kültür dili, öz tarih davasında yaşanan sert yüzleşme, olayların Strazburg Avrupa İnsan hakları Mahkemesine taşınması ve 10-11 Aralık 2020 tarihlerinde Avrupa Konseyi Cumhurbaşkanı ve Başbakanlar zirvesinde gündem oluşturması 142 yıldan beri azınlıklara karşı izlenen siyasetin iğrençliğinden başka bir şey değildir. Bu şartlarda çözüm formülü bulunabileceğini de görmüyorum. Kendilerini solcu veya sağcı gösterseler ekonomiden, maliyeden, sosyal işlerden,, eğitim ve sağlık alanlarında reform yapma gibi konulardan çok uzak kişiler olduklarını da çok yakından görebildik.
Bu yüzden devletin çöküş yaşadığı gizlenmiyor. Bu sistem biz- azınlıkların yalnız ekonomik olarak değil, politik olarak da sömürüldüğümüzü gün ışığına koyuyor.
1997-2001 yılları arasında İvan Kostov hükümetinden sonra siyaset içinde bir unsur olarak kaybolan CDC kadroları, GERB partisine bir yama olarak yeniden sağcı siyasi cephede belirse de, azınlıklar konusunda, azınlıkların hakları ve hukuku ile ilgili, azınlık siyasetinde 30 yıl lehte bir politik unsur olamadılar ve olamazlar. Ruslar Bulgar iç siyasetini böyle mayalamış ve 142 yılda değişiklik kaydedilememiştir.
Sağlınıza dikkat edin, korkuya kapılmadan hayatınıza devam ediniz.
Okuyanlara teşekkürler. Paylaşınız.