RUMELİ’YE ELVEDA DERKEN: BULGARİSTAN TÜRKLERİNİN TRAJEDİSİNİN
GALİP SERTEL’İN ŞİİRLERİNDEKİ YANSIMALARI

Doç. Dr. Mehmet GÜNEŞ
Marmara Üniversitesi

Bulgaristan Türklerinin 1985-1989 Yılları Arasında Maruz Kaldığı Zulümler
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

Galip Sertel “Zamanla Beş Gerçek” üst başlıklı şiirin altına yazdığı uzun epigrafta Dobruca’da yaşayan Türklerin 1985 yılında maruz kaldıkları uygulamaları özlü biçimde ifade eder:…

“…..ve gelmiş geçmiş bütün peygamber ve azizlerin hüsnüniyet buyruklarına rağmen, isa’dan bin dokuz yüz seksen beş yıl sonra, ve tuna boyları’nda ve dobruca’da binlerce türk’ün köyü, evi, bağı bahçesi kuşatıldı tankla, topla, tüfekle, askerle… yolu, suyu, rızkı, kesildi… bir komünist hükümetinin emriyle müslüman adlar değiştirildi hristiyan adlarla… direnenler oldu, tutuklananlar oldu, hunharca öldürülenler oldu… sığınabildiğim ve kucaklayıcı Zaman’a yakarıştır bu şiir…
Âmin
Ocak 1985, Silistre”7

Bu sözler asırlardır Türk olarak yaşadıkları topraklarda, kültürel soykırıma uğrayan halkın duygularına tercüman olmaktadır. O tarihlerde Bulgarların zulmüne maruz kalan Müslüman / Türklerin tepkileri de bu sözlerden farksızdır. Osmanlı Devleti, Rumeli’nin yönetimini terk ettikten sonra öksüz / yetim çocuktan farkı olmayan Bulgaristan Türkleri, Bulgar hükûmetinin ani ve keskin bir emirle Türkçe adlarını değiştirme kararı alıp mezarlardan bile atalarının isimlerini kazıması üzerine karşılaştıklarını, ölümden beter bir durum olarak görür. O tarihte kendisi kırk üç yaşında olan Galip Sertel, “Zaman’la Beş Gerçek” şiirinde adeta suçlu gibi görülen masum halkın karşılaştığı durumu şu şekilde ifade eder:

“Tuna Boyları’nda gecelerin boyu kısa
Babaları kayıp çocukların öyküleri uzun
‘Soya Dönüş’lü’ soykırımlı Zaman’da
Ölüm geldi kapımıza haykırdı usul usul…8

Baba, Osmanlı/Türkiye’yi, “çocuklar” ise Bulgaristan özelinde Balkanlarda kalan Müslüman Türkleri sembolize eder. Bulgaristan’daki Türkleri sahipsiz gören Bulgar hükûmeti adeta modern bir soykırım uygular. Şair “Mezar taşları kırılmış gömütlükte/ Feryat ediyor sükût içinde yatan…”9 mısralarıyla Bulgar hükûmetinin sadece yaşa-yanları değil, ölü Müslümanları dahi huzursuz ettiğini ifade eder. Çaresiz Türkler için tek umut Türkiye’dir. “Bir yol var/ Gidelim mi dostlar?/ Bir yol güneye/ Güneşe…/ Bir yolculuk yalınayak/ Çırılçıplak”10 mısralarıyla kendileri için tek kurtuluş yolunun Türkiye’ye göç olduğuna işaret eden şair, bu durumda da bütün maddi varlıklarını bırakmak zorunda kalacaklarını ifade eder.
Galip Sertel “bütünü kara soya dönüş” şiirinde de Bulgar hükûmetinin masum halka uyguladıkları baskıları şu şekilde anlatır:

“bütün coplarım geldiler o gün
tanklarım, toplarım, kalaşnikovlarım bütün
Kurt pınar üstünden geldiler ansızın
biraz korkak, biraz zalim
bir şeyler istediler benden
benden beni istediler ben gibi beni
kelimelerimi aldılar
kelimelerle adımı ve adımı
türkülerimi aldılar türkülerim acı tatlı
alıp götürdüler Sofyalı mankurt tanrılarına
meziyetsiz tanrıları memnundu, memnundular çok
o benim yakındakiler
o benim uzaktakiler
kifayetsizler, kozmopolitler, komünistler çok çok”11

Bulgar hükûmeti, ansızın Kurtpınar şehri taraflarından Dobruca üzerine gelerek Müslüman Türklere zulme başlar. Zulüm ve işkenceye maruz kalan Müslüman Türklerin sözcüsü olan şair “ben” kişi zamiriyle kendilerine nasıl bir muamelenin reva görüldüğünü ifade eder. Müslüman Türklerin Türkçe kelimeler ellerinden alınarak ana dilleriyle konuşmaları yasaklanmıştır. Şair “türkülerimi aldılar türkülerim acı tatlı” mısraıyla millî değerlerini ve inançlarını “türkü” kavramıyla sembolize eder. Türk milleti asırlardır acılarını, sevinçlerini kısacası tüm samimi duygularını çoğunlukla millî nazım biçimi olan “türkü”lerle dillendirmiştir. Yeryüzündeki farklı coğrafyalardaki Türk halkları gibi, Bulgaristan Türkleri de acılarını, sevinçlerini, kahramanlıklarını, mağlubiyetlerini hep türküleriyle dillendirmişlerdir. 1985’teki zulüm de birçok türkü / şiirde işlenmiştir. Çaresiz Türk halkının acılarını yüreğine gömüp mısralara yansıtmasına karşın onlara zulmeden komutanların önderleri ise uygulamalardan çok memnundur. Şair, bu kişileri “Sofyalı mankurt tanrı” şeklinde niteler. Bulgarlar; asırlarca Osmanlı hâkimiyetinde ana dillerini konuşup Hristiyan inancına uygun biçimde huzur ve barış içinde yaşadıklarını unutarak ilk fırsatta Osmanlı çocuklarına / evlatlarına zulmetmeye başlayıp Müslüman Türklerin dinlerine uygun biçimde yaşamalarına, ana dilleriyle konuşmalarına tahammül edememektedirler. Bu nedenle şair onları mankurtlara benzetir…Galip Sertel “o gece” şiirinde de Dobruca’daki Müslümanlara yapılan zulümleri dramatize eder:

“ve Kurt Pınar üstünden eserken Dobruca’nın poyrazı
yediden yetmişe Koyunlu köylüler
köy meydanına dikildiler
adlarını savunuyorlardı adlarını
ve Sarı Saltuk Baba’dan kalan mirası…
adları suydu, ekmekti, topraktı, taştı
köy meydanı dolup dolup taştı, taşıp şaştı…”12

Sakin bir hayat süren Türkler, Bulgar hükûmeti / yetkililerinin kişisel hırs ve öfkeleri sonucu huzursuz edilir, çaresiz bırakılırlar. Türkler bu coğrafyada, millî değerlerini koruma mücadelesi verirken, en aslî kimlik unsurları olan Türkçe isimleri ellerinden alınacaktır. İnsan hayatında su, ekmek, toprak, taş nasıl maddi öneme sahipse isim de manevi / millî olarak o kadar hayatidir. Şairin de dikkat çektiği üzere manevi önder olan Sarı Saltuk ve onun etrafında gelişen menkıbe / anlatmalar, bu toprakların Müslümanlaşmasında nasıl tesirli olmuşsa, onca olumsuz gelişme ve dayatmaya rağmen halkın kültürel değerlerini ve özlerini korumasında da hâlâ tesirlidir. Galip Sertel, tabiata kişisel anlam yükleyerek çaresiz halkla tabiat arasında benzerlik kurar:

“ay habersizdi bulutlar koynunda
deniz uzak ve kirliydi
çocukların ve balıkların rüyalarına
kirli sular akıyordu bir yerlerden
ay kara, deniz kara, dünya kara
Koyunluköy köy meydanı kapkaraydı
Ve hep o gece Dobruca…”13

Şiirde geçen “deniz” umudu, kurtuluşu sembolize eder. Ne yazık ki o tarihlerde Dobruca’daki Müslümanlar için kurtuluş eli, barış ve huzur da deniz gibi çok uzak ya da kirletilmiştir. Dobruca’daki Türklere umudu çağrıştıran tüm nesne / varlık unsurları hep karanlık içindedir.
Galip Sertel’in “Hikâye” şiirinde şair anlatıcı, 1985’te yaşadıkları acıları, asırlar önce yaşadığına inanılan “Aliş ile Zeynep” adlı ünlü aşk hikâyesinin / efsanenin kahramanı Aliş ile paylaşır:

“Alişim, Alişim, civan Alişim
Bu kaçıncı bozgundurTuna Boyları’nda melem melem
Ve dedemin mezarından yükselirken bir ah
O günleri ben nasıl anlatam?”14

Bu şiirde Aliş bir sembol olup Rumeli coğrafyasında medfun bulunan Müslüman Türkleri temsil eder. Ne yazık ki asırlardır Balkanlar / Rumeli coğrafyası bitmeyen kavgalara, trajik vakalara tanık olmuştur. Bu coğrafyada yaşamakta kararlı davranan Müslümanlar hep bedel ödemek zorunda kalmışlardır. Durumu dramatize etmek isteyen şair, yaşanan trajedinin sadece yaşayanları değil, ölüleri de acılara boğduğunu ifade eder.Galip Sertel “Dönüşümler” şiirinde de hâlihazırdaki durumla mazide yaşanan trajediler arasında benzerlik kurar. 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi yıllarında Müslümanların maruz kaldığı işkence ve şiddet dilden dile dolaşarak yaralı anılar antolojisine döner. Şair, Dobruca bölgesinde o yıllarda da benzer acıların yaşanmış olma olasılığına dikkat çeker:

“Anılarım savruluyor karanlıklar üstüne
Sabaha karşı uykusuz gecenin kahve telvesinde
Bir çocuk sarılmış boynuma
Bin dokuz yüz seksen beş’teSilistre’de…
Cehennem korkuları demir atmış
Masum gözlerinin büyüyen karasına
Kıyamet mi geldi Tuna yalısına
Kalmış “nalla mıh” arasında”15

1985’ten yaklaşık bir asır önce de bu topraklarda çetin çatışmalar olunca büyük acılar yaşayan Müslüman Türklerin büyük çoğunluğu buradan göçmek zorunda kalmıştır. Uğrunda büyük bedeller ödeyip burada yaşamakta kararlı davrananlar da acılar çekmeye devam ederler. 1985’te durum öyle hâl alır ki modern bir soykırım yaşanır, insanî duygularını / duyarlılığını yitiren Bulgar hükûmeti dünyaya meydan okuyarak asimilasyon politikası uygular. Uygar dünya masum halka yardım eli uzatmakta çok geç kalmıştır:

“Anlatamıyorum bir türlü
Bunlar birer bahtsız öykü
Bunlar kör kaderin bilmecesi…
…Yirminci asrın “Soya Dönüş” düzmecesi
Hristiyan adları yazıyorlar ezanlı adlarımız üstüne
Kırarak mezar taşlarını geceleri
Şeytanca sırıtarak…
Anıların mahşeri çığlık çığlık
Nuh’un gemisi alıp da bizi
Umut denizlerine götürmüyor artık.
Yelkenlerini korsanlar yakmış
Korsanlar vahşi bakışlı
Dalgalarda ölüm kalım telaşı
Ve orada sahilde
Amaz yeli çalmış uçurtmasını çocuğun
Dinmiyor gözünün yaşı…
Tuna ağlıyor dizimde“Akmam” diyerek
Dalından kopmuş Hıdırellez salıncağı
Beyazlar içinde çırpınıyor bir beyaz melek.”16

Bulgar hükûmeti, Türklerin adlarını değiştirip o toprakları Müslümanlardan tamamen arındırmayı planlar. Şair, halkın durumunu deniz metaforuyla yansıtır. Kendilerinin uçsuz bucaksız denizi andıran bir çıkmazın içinde olduğuna hükmeden çaresiz halk, hükûmet yetkilileri / güçlerini “vahşi bakışlı korsanlar”a benzetir. Çaresiz halk, kendilerini bu afetin içinden alıp götürecek bir kurtuluş gemisi bekler. Çıkmazın içindeki yetişkinler gibi çocukların da umutları çalınmış, istikballeri karartılmıştır. Şair, bu şiirinde de tabiata kişisel anlam yükleyerek Tuna nehrinin akışındaki değişimi, onun yapılan zulme üzüldüğü şeklinde yorumlar. Metinlerarasılık tekniğiyle Plevne Savaşı için yazılan marştaki “Tuna nehri akmam diyor” mısraına göndermede bulunarak yaklaşık yüzyıllık zaman dilimine rağmen bu coğrafyada benzer acıların yaşandığına dikkat çeker.
Kenan Hulusi Koray’ın Osmanoflar romanından alıntılanan “Osmanoflar’ın oturduğu yerlerden yol geçecek, her şey silinmelidir, hiçbir şey hatırlanmamalıdır.”17 şeklindeki epigrafla başlayan “Türk Kahvesi” şiirinde Bulgar hükûmetinin Türk adını ve Türklüğü çağrıştıran her ne varsa hepsinin izlerini bu coğrafyadan silmek istediği vurgulanır. 1985 yılında bir akşam vakti tam kahve içme saatinde gelen milis güçleri huzur içinde kahvesini yudumlayan halkı nasıl huzursuz ettiği gösterilir:

“Geldiler
Kahvenin adı ne dediler
Bildiği Türk kahvesiydi,
Türk dememeliydi…
Suç işlemiş gibiydi aldılar içeri…
Güneş kaldı fincanda kocaman kocaman
Fincanda güneş kıpkızıldı utancından…”18

Kendi halinde yaşayıp milletine / kültürüne ait kahveyi yudumlayan masum halka ne yazık ki bir suçlu muamelesi yapılmıştır.
Zağara Müftüsü Hüseyin Raci Efendi’nin “Aziz-i vakt idik a’dâ zelil kıldı bizi”19 şeklindeki meşhur mısra-ı bercestesinin epigraf olarak kullanıldığı “Taş Toprak Dobruca” şiirinde de Bulgaristan’daki Müslüman Türklere yapılan zulümler dramatize edilir. Şair “metinlerarasının belirtgesel bir betisi olarak karşılaşılan”20 alıntılama yöntemiyle Hüseyin Raci Efendi’nin mısraına yer vererek yaklaşık bir asırlık farklı zaman diliminde gerçekleşen iki olay arasındaki benzerliğe dikkat çektiği gibi, bir zamanlar bu toprakların yönetimini elinde tutan Osmanlı’nın torunlarının o tarihlerde ise öteki muamelesi gördüğünü ifade eder. Zağra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi, anılarında 93 Harbi yıllarında, Bul-garistan’daki Müslümanlara yapılan zulümleri ayrıntılı biçimde anlatır. Aniden o toprakları işgale başlayan Ruslar, masum halkları acımasızca katlederek o toprakları Müslüman / Türklerden arındırma planını eyleme geçirmeye başlar. Galip Sertel, epigraf olarak kullandığı mısra ile benzer trajedinin yaklaşık yüz yıl sonra tekrar yaşandığına dikkat çeker:

“Delik deşik karlı gecenin içi
Kar üstüne ateş düşmüş
Ateşe abanmış kaçak üç kişi…
Ve taş toprak
Toprak ben, toprak sen, toprak biz
Taşın toprağın dili tutulmuş köy meydanında
Köy meydanı köylülerle tanklara tutsak…
Ve yıl bin dokuz yüz seksen beş
Ve Ocak
Soykırımı sırıtıyor ceviz dallarında çırılçıplak
Kanlı kar taneleriyle soykırımı salkım saçak…(…)”21

Osmanlı Devleti bu toprakları kaybettikten sonra, kendilerini bu coğrafyada öksüz, garip hisseden Müslüman Türkler; adları değiştirilerek millî kimliklerinden ve köklerinden tamamen koparılıp asimile edilmeye çalışılınca şaşkına dönerler. Şair bu şiirde durumu dramatize etmek için taş, toprak vb. tabiat unsurlarına kişisel anlamlar yükler, onların da şaşkınlık içinde oldukları yorumu yapar. Galip Sertel “beddua ‘85” şiirinde de asimile politikasında kararlılık içinde olan Bulgar hükûmetinin uygulamaya karşı direnen Süleyman adlı kişiyi nasıl katlettiklerini, halka nasıl korku saldıklarını şu şekilde aktarır:

“bay süleyman” dediler,
“malumunuz değişecek bu Türk adlarınız”
sağında asker, solunda asker
kendisi değil ölüsü çıktı kapıdan
kapı gibi adam
solunda asker, sağında asker gittiler
gidip gidip
korkuyorum çok şimdi galip…22

Katledilen Süleyman, millî kimliğini korumak için ölümü göze alarak mücadele eden Müslüman Türkleri sembolize eder. O, bu eylemiyle millî varlığını koruma mücadelesi veren halkına öncü ve örnek olur.
—————————–
7 Galip Sertel, Taş Toprak Dobruca, Bay Balkan Aydınları ve Yazarları Yayınları, Prizren-Kosova 2007, s. 8.
8 Galip Sertel, age., s. 9.
9 Galip Sertel, age., s. 11.
10 Galip Sertel, age., s. 12.
11 Galip Sertel, age., s. 15.
12 Galip Sertel, age., s. 16.
13 Galip Sertel, age., s. 16.
14 Galip Sertel, age, s. 17.
15 Galip Sertel, age., s. 20.
16 Galip Sertel, age., s. 20.
17 Osmanoflar romanında Bulgaristan’da Karnabad kasabasını mamur hale getiren Osmanof ailesi, kasabanın Müslüman kimliğini kaybetmemesi için direnseler de zaman içinde Bulgarlar birçok bölgede yaptıkları gibi, o kasabayı da değiştireceklerdir.
Ayrıntılı bilgi için bk. Kenan Hulusi Koray, Osmanoflar, Haz. İsmail Dervişoğlu, Kapı Yayınları, İstanbul 2014.
18 Galip Sertel, age., s. 22.
19 Arif Nihat Asya da bu mısraı nakarat olarak kullandığı bir mersiye yazar. Hem Arif Nihat Asya’nın hem de Galip Sertel’in şiirinde “aziz-i vakt” şeklinde geçen terkip orijinal metinde “aziz-i kavm” şeklindedir. Zağra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi’ye ait dörtlüğün orijinali şu şekildedir: “Aziz-i kavm idik a’dâ zelil kıldı bizi, Esîr-i bend-i belâ vü sefîl kıldı bizi; Bi-gayri hakkin atıp habse bir nice eyyâm Mudîk-i ye’s ü sitemde alil kıldı bizi” Ayrıntılı bilgi için bk. Hüseyin Raci Efendi, Zağra Müftüsünün Hatıraları Tarihçe-i Vak’a-i Zağra, Haz. Ertuğrul Düzdağ, İz Yayıncılık, 2012, s. 36-56.
20 Kubilay Aktulum, Metinlerarası İlişkiler, Öteki Yayınevi, Ankara 2000, s. 99.
21 Galip Sertel, age., s. 23.
22 Galip Sertel, age., s. 28.

– Alıntı – Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu Hatıra Kitabı,Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul 2017,s.(525-538),

Reklamlar