Rafet ULUTRK
Sayın HÖH Başkanı Lütfü Mestan bizim ruhumuz şöyle mayalanmıştır.
“Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber
hep beraber
sürebilmek toprağı
ballı incirleri yiyebilmek
hep beraber
yarin yanağından gayrı
her şeyde
her yerde
hep beraber diyebilmek için
milyonlar verdi
beş yüz binini….”
L. Mestan’ın Deliorman “Demir Baba” Tekkesi’nde yaptığı konuşmaya yanıt.
Demir Baba. Hacı Bektaşi Veli’nin (1209 -1270) aydınlarındandır.
Bir büyük şahsiyet olan Demir Baba Deliorman’a gelir ve bir TEKKE kurar. İslam’ın ve Türklüğün bize uygun temellerini neredeyse 800 sene önce atmıştır.
O zamandan beri halkın gönlünde yatar. TEKKE ziyaret edilir. Bu tarihi ibadet yeri Razgrat ili, İsperih (Kemaller) belediyesi Sveştari (Mumcular) köyünün batısında bulunur. Her yıl bahar aylarında ziyaretçi akımına uğrar, anma törenleri ve şenlikler düzenlenir, geçmiş, bugün ve yarın mütala edilir.
Bu TEKKE ‘de bir hacet taşı vardır. İçi deliktir, insanlar oradan geçer ve dilek dilerler.
Bu dileklerin arasında en belirginleri adaletin hâkim olması, halkın öz haklarına dokunulmaması, yaşam tarzının korunması, dini haklara saygı duyulması ve geleneksel özgün kültürü yaşatma yollarının tıkanmamasıdır.
Demir Baba Bulgaristan’da Müslüman ahalinin çok hürmet ettiği ve âlim bildiği bilge bir zattır. İbadet yerinde kurbanlar kesilir, dilekte bulunulur, umut tazelenir ve adaklar yerine getirilir. Buraya Alevi, Sünni akın eder gelir. Demir Baba Tekkesi Razgrat İslam Cemaati’ne bağlıdır.
Bu tekkeyi ziyaret eden birçok gayrı Müslim de vardır, onlar da dilek diler ve hastalıklarına şifa ararlar.
Bulgaristan’da 1990’da kurulan ve Türk ve Müslüman ahalinin bir asırdan fazla devam eden adalet, hak ve özgürlük mücadelesinin parlak bir ifadesi olan Hak ve Özgürlükler Partisi artık 24 yıldan beri olmak üzere yıllık Demir Baba anma törenlerine katılır.
Konuışmalar yapılır, sosyal ve ekonomik sorunlar anlatılır, politikadan söz edilir.
Bu açıdan “Mumcular” köyü Demir Baba Mayıs şenlikleri bölge halkı için çok önemliir.
Bu yılkı geleneksel toprakta HÖH Genel Başkanı L. Mestan konuştu. Ortaya koyduğu sorunlara tuttuğu ışık ahaliyi adeta kör etti. O yarınlara dayanmayan bir gelecekten söz ederken, işi 25 Mayısta yapılacak AB parlamentosu seçimlşerinde boğdu.
Yarınlarımız tarihimizin devamıdır!
Dünümüze dayanmayan bir politika bizi bugün mutlu edemez ve şeffaf yarınlara götüremez!
Başkan L. Mestan’ın bizim yani Bulgaristan alevi ve sünni Müslüman Türk ahalisinin yaşam felsefesi bilmediği ortaya çıktı.
Onun, tüm diğer etnik ve uluslara, inanan ve inanmayanlarla, Hıristiyan ve Katoliklerle ve kendi aramızadan olup kutsal dinimize ve özgün kültürümüze ve ana dilimize yüz çevirmiş olanlarla kardeşçe beraber olmayı hedefleyen hoşgörülü yaklaşımımızı da anlayamamış, kavrayamamış, özümseyememiş olduğu gün ışığına çıktı.
Bir defa, Bulgaristan’da, Deliorman toprağında 800 yıllık destansı bir yaşam en güzel meyveleriyle biçimlenmiş ve halen var olmaya çalışıyor. Toprağı işlemiş, ormanlar yetiştirmiş, köyler, kasabalar, okullar, medreseler, mescit ve camiler kurmuş orada. Bu beldelerde yaratılan özgün kültür unutulmayacak şekilde serpilip açılmış. Bu toprakta 8 asır boyunca yaratılan herşey ebediyete uzanacak kadar güçlü. Anlamlı yerde inanç bir Tanrıya inmiş ve insanoğulunun bir İNSAN olarak büyüklüğünü gösteren bir vahdet dünyaya ayna tutmuştur.
2014 Demir Baba törenlerinde gelenler, ölmeyecek kadar dar bir yaşam alanına sıkıştırılmış kalmış ve daha da elemi buna alışmak zorunda bırakılmış insanlarımızdır.
L. Mestan onlara hitaben konuşurken, sözleri boştu. Tarihin binlerce yıl derinliklerine bakarak gönül ferrahlığı arayanlardan uzaktı. Belki birşey işitiriz umuduyla kulak kabartanların dünyası 40 düşman avcısının okuyla vurulmuş bir geyikin ayağa kalkmayı hayal etmesi gibi bir gayret içindeydi.
Görülen ve görülmeyen düşman son asırda hepsinin bağrını yağmalamış, kültürlerini talan etmiş, ruhsal dünyalarını değiştirmek istemişti.
Şimdi Başkan Mestan karşılarına geçmiş ve çekinmeden kendilerine “oy” diyordu.
Yeni Başkan, Demir Baba’nın “Evlatlarım, veren el alan elden her daim üstündür.” vasiyetini bilmiyordu. Hiç birşey vermeden istemekse yalnız yaratana mahsustu.
Kuşkusuz buradaki kadem ve kutsal kültürde “Kapımıza geleni istemeye mecbur bırakmayın. Onlar istemeden verin! Bu iki kere vermektir! Lakin hallerini de sormadan etmeyin. Ola ki, başka arzuları, muhtaçları da olabilir!”
Son 24 yılda, halen yeni Başkanı dinleyenler, gelenek kurallarına sadık kaldı.
HÖH’le ilgili ahlaksal anlamla dolu yaşamlarına bağlı hareket ettiler.
HÖH liderlerinde hiç birini boş elle çevirmedi. Hak ettikleri özgürlüğün sembolü olan Parti, onlar için adeta bir rızık kapısıydı, ama hep kapalı kaldı. Ne vakit muhtaçları olsa açılmadı.
Oysa Demir Baba kapısı her daim açıktı. Bir de nifak tohumu ekildi. En güvendikleri adamlar, Ak Kadınlar, Kemaller ve Razgrad’lı öncü Türkler mahkemelere düştü, kimi artık Varna hapsinde nar eskitiyor. Oysa hafızasında halen süründürülenlerin geçmişleri yıldızlar kadar parlaktı.
Konuşan vijdanları bu işin içinder bir kurt yeniği var diyordu. İsteseler de, istemeseler de, akıl erdiremedikleri, HÖH’e olan güvenlerinde gittikçe işleyen ve bir çıban gibi can sıkan gerginlik belirdi. İlk yıllarda kendilerine Halil İbrahim sofrası bereketi gibi anlatılan HÖH işinin boşa çıkması, sofraya yalnız belirli kişilerin davet edilmesi, karşılıklılık ilkesinin bozulması dikkatleri üzerine topladı. Dilenen HÖH elinin kapanmadığı görüldü.
Zaman gelir yağmurdan sonra Demir Baba diyarında dolaşırken toprak kokusundan doyan bu insanlar yeni bir medeniyet yaratmak için hayata çağırılmıştı. Onlar için HÖH olayının anlamı buydu. Varizi oldukları ve değerlerini yaşattıkça gururlandığı öz tarihleri bu diyarda devasal bir uyanış yaşamıştı.
Her şeyin gökteki güneş gibi ortak olması fikri buralarda doğdu.
Bu çağırışımın ilk zamanlarında yerlilerin her biri en sevdikleri yarın nikâhından ve yanağından başka herşeyin ortaklığını gönülden kabul etti. İnsanların düşüncede birleştiği yerde medeniyetler de aynı boyda ve aynı zamanda yükselebilirdi.
Diller eşit, dinler eşit, hakta eşit, hürriyette eşit olanların toprağın verdiği ürünleri ortak ve eşit kullanma konusunda anlaşamadıkları bir sorun yoktu ve olamazdı.
Törendekiler L. Mestanı dinlerken gölge gibi susuyordu. İşittikleri ile düşündükleri, özlemleri ve umutları arasında hiçbir yakınlık yoktu.
Fikirlerinde olan şuydu: “Evladım sizi böyle “oy” dilenciliği yaptıran nedir!”
Onlar şimdiye kadar oylarını istemeden vermişlerdi. Büyük bir milletin, şanlı bir tarihin evlatları ve devamcıları olmakla gururlu olan bu güzel insanların canını sıkan, oylarının kaç defadır hep boşa gitmesi, politikada işi olmaması gereken kişilerin Bulgar Meclisi’ne sokulması ve 4 yıl sandalya eskittikten sonra çöpe atılmaları, hapse tıkılmaları, sorgulanmaları “aklıselim olamazdı.” Bu soruyu Demir Baba’nın da sorduğuna inanıyorlardı.
TEKKE taşlarında, kubbe altında bir uğultu vardı.
Bu uğultuya karışan doğa da sankı “Bir Daha İsyan Edin!” diyordu. Bunu herkes işitse de, henüz yüreklenemiyordu. İşlerin ters gittinin herkes farkındaydı.
Öte yandan, Bu diyarda, Demir Baba’dan önce de muhtelif vakitlerde farklı farklı milletler yaşamıştı. Şimdi Bulgar milletiyle birlikte olmak nasipti. Onlar için ortak yaşam değerleri aynı olmalıydı. Gururlarında, tarihten kalan her şeyi tutup kaldırmış, saygı göstermiş, yükseltmiş ve yüceltmiş olmanın gururu vardı.
Ne yazık ki, karşılarındaki konuşmacı, onların öz kültürlerinin budanmışlığından söz etmedi. Başka ağaçların yeşilliğini anlattı durdu.
Bir de, geçen asır aldıkları yaralardan söz bile etmedi.
Mayıs 1989 Ayaklanması’na şehit düşen kahramanlşarın aziz hatırası önünde bir dakika saygı duruşuna buyurmadı. Acaba kutsal ayaklanmamızı Bulgar devletine karşı işlenmiş bir suç olarak mı idrak ediyordu?
O, sanki onların geçmişini, anılarını, azizlerini, dinlerini, kültürlerini çalmak isteyen büyük hırsızın eli koluydu.
Demir Baba şöyle buyurmuştu:
“Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse kalben karşı koysun!”
Aslında bu idamın en zayıf derecesiydi.
Bunun bilincinde olmayan bir Başkandan ne istenebilirdi?
Kürsüde dönüp dolaşan Başkan, acınası bir halde olan Bulgaristan Türk ahalisine baktıkça, hiç bir çözüm ve çare bulamadı ve konuşmasını kesti. Bir kafes içindeki kuş gibi, kürsüde dönüp dolaştı, halsiz ve sakallı yüzü renksizdi, yaklaşan seçimlerin kara haberinin ilk sızısını o an oracıkta duydu.
O hafiften kıvranırken, bir telefon geldi:
“Dert etme. Kısmetten ötesi yok!” deyen, artık halkımızın arasına çıkamayan A.”Dönek”ti.
Demir Baba törenleri, Bulgaristan Türklerinin yakın tarihten gelen öfkeyi yudum yudum sindirdikleri bir yerdi. Onlar için sabır taşı burasıydı.
Anlaşılan, sabır söylenmemiş sözdü. O sözlerse çoktu.