Seyhan ÖZGÜR
- 2014’te Bulgaristan’da yeni sosyal hareketlenme gözleniyor.
- Roman gettolarında isyan kıvılcımları çakıyor.
- Mücadelenin hedefinde eşit vatandaş olmak var.
- Sivil toplum örgütlerinin yeni rolü!
Dünyayı değiştiren, insanların hepsinin yüzünü güldürmeye çalışan, herkesin yaşayışını yenilemeyi hedef alan, daha yaşanası, daha umutlu, daha mutlu, çocuklarımız için daha erdemli, yaşlılarımız için daha sağlıklı ve huzurlu günlere ışık olacak fikirler beyaz çarşaflı odalarda, gül bahçelerinde, kiraz dalında, çeşme başında, saraylarda ya da köşklerde doğmuyor. Yaşamaya geldim çığlıkları mücadele meydanlarından geliyor. Yeni dalgalar bütün kitleyi uyandırıyor.
Bana gelen sanal mektuplarda, “dünyayı değiştirmeye çalıştım olmadı, kendimi değiştirdim ve işler düzeldi!” ya da “akıllıydım başkalarını değiştirmeye gayret ettim, bilge oldum kendimi değiştirdim!” satırlarını yazanlar sosyal hareketlenme, köklü dönüşüm ve devrim kuramlarını bilmiyor olabilir mi?
Sosyal hayatı değişime zorlayan nedenler hangileridir?
En başta “halk kitlelerinin eskisi gibi yaşamak istememeleri” gelir.
Zorlacı, zulüm eden toplum düzenini ret etmek istediğimiz örneğinde öz olan budur.
Eski rejimi, pek çok olumlu yönleri de olabilirdi, ama bize zulmettiğinden dolayı hiçbir şeyine göz koymadan yadsıdık. Ondan silkinmek için dirildik. Zamanını doldurmuş olan zorbalıktı. Terör politikalarıydı. Adaletsizlikti. Hiçbir yerde huzur olmamasıydı. Halkın darboğaza sürülmesi, sürekli aldatılması, bezdirilip uyutulması ve aldırışsız duruma getirilmesi hedeflenmişti. Ömrü tükenenlerin amacında, işe yaramayanı biraz yaşatabilmek için aldatılmışlara göz açmadan ve bilinçlenmeleri, örgütlenmelerine ve hareketlenmelerine olanak vermeden işi bitirmek vardı. Planlarını ne pahasına olursa olsun gerçekleştirirken engelleyenlerin hepsiyle hesaplaştılar. 1980’lerde ve 1990’larda,hatta daha sonraki Geçiş Dönemi’nde bu uygulama hepimizin üzerinde başarıyla denendi, sürekli uygulandı.
Bu süreç 1960–85 yılları arasında aşamalı olarak yaşadık. Zaman zaman istesek de istemesek de pembe rüyalara daldık. 1984’ün aralık sonunda “şok” yaşadık. Kimliklerimiz değil etnik, dinsel ve kültürel kimliğimiz değiştiriliyordu. Tepkimiz güçlü ve ulusal oldu. 1989 Ağustosunda “Büyük Gezi” de bile VATANIMIZDAN KOVULDUĞUMUZUN farkına varamayacağımız kadar sarsılmış ve korkutulmuştuk. “Herkes nereye ben de oraya!” psikolojisi böyle yaratıldı. “Allahın kestiği parmak, kanamaz!” diyenler kendilerini avut salar da, bizim öz kimlik parmağımızı kesen Tanrı değil, kuldu. Ancak kendi kendimizi avutuyorduk. Karşımızdakilerin kalabalık ve güçlü olduğunu gördükçe, çekiler mengenesinde yaşadıklarımız hafızamızda zonkladıkça “kaçıp kurtulmayı” tercih etmeye başladık. Aklımızdan çıkmayan, kendimizi yenemediğimiz durumlar vardı. Geçmişimiz ezildikçe “pes” deme yolları aradığımız da oluyordu. Dayanmanın sınırı üstüne kitap yoktu.
Vatandan kaçmak, dertlerin bin birinden kurtulmak, sülalemizi cehennem çilelerinden kurtarmak bazen hepimize kılavuz oldu. Birbirimizi kolayca anlıyorduk. Bu adeta bir kahramanlık oldu. Aslında o an neyi kaybettiğimizin farkında değildik! Olsak biler anlamak istemiyorduk. Sayın okurum şu an dur olduğunuz yerde! Bir dakika düşün. Kendini sorgula. Öyleydi, değil mi? Biz seme ve boş umutlara bel bağlayacak kadar körelmiştik. Kişisel bilinçle, grup şuuruyla sorup sorguladıktan sonra hareket etmemiz gerektiğini sanki unutmuştuk. Önceden karar almadık, sürü psikolojisine karşı koymadık, pasifliğimizle yenik düştük, hepimizi sürüyen sele katılmak en kolaydı. Bu sel Vatanımızdan 5-6 defa geçmişti. “Ezilmedik” desek de, o an çok ezildik. Ezildiğimizi fark edemeyecek kadar ezilmiştik. Bitmiştik. Türkiye kanat açmasaydı, kökümüzden söküldüğümüz yerde kuruyacak ve çürüyecektik.
Bu satırları yazmamın nedeni nedir?
Konum Bulgaristan Roman (Çingene) kitlesinin 2014 hareketlenmesidir.
1973 yılında Hindistan Başbakanı İndira Gandi Bulgaristan’ı ziyaret etmişti.
Sliven şehrini ziyaret ettiğinde, “burada rahat değilseniz, GangIrmağı boyunda boş sahalar var, size tek yönlü uçak bileti göndereyim, gelin!” demişti. Giden olmadı.
Çingeneler Çingene iken sele kapılmadı. Muson yağmurlarına sevinmek istemedi.
Vatanını hiçbir şeye, haya Allah Suyu aktığı söylenen Gang’a bile değişmediler.
Biz 1976’da yine aktık. 1989’da yine sel olduk. Biz sanki hep daha iyi olanı arayan bir milletiz. Nasibimize düşen sanki bizi hep tatmin etmiyor.
Çingeneler hiç okul görmeden Çingene dilini hiç unutmadılar. Buralara bizden önce mi yoksa sonra mı geldiler bilmiyorum. Önce gelmiş olmalılar, sayıları Bulgarca’dan çalmışlar.
2014 sonunda Bulgaristan Meclis kürsüsünden ırkçılardan en şöven, faşistlerden en nazi, insan düşmanlarının en azılısı V. Simyonov yine Çingenelerimize “Gidin!” dedi.
Bu defa Çingeneler hemen uyandı. “Eşit Vatandaş Hakkı” istekleriyle Sofya’ya doldu. Büyük bir hareketlenme oldu.
Gazeteler Çingenelerin çok şiddetli saldırıda kırıldığını, kuyruğunu kıstığını kanıtlamak için “mahallelere yapılan tüm saldırıları” yeniden yazdı. Zaten okuyan olmadığından kimse etkilenmedi. Çingeneler de sanki eski veresiyeleri defterden silmişlerdi.
21 Aralık gecesi Sofiya merkezi yine protestocu doldu. “Irk ayrımına STOP!” dediler.
Bizdeki değişimin yönü belli mi?
Değişim doğal bir gelişmeyse kendisi doğru yönü neden seçemiyor?
Değişimlere neden olan toplumsal benlik neden farklı sonuçlar doğuruyor?
Tepki ezilmişliğin sosyal hayata taşması mıdır?
Bilinç bunun neresindedir!
Bu soruları ayrı ayrı sormakta değil, hepsini birden sormakta yarar var. Çünkü değişim isteyenler, hareketlenenler, direnme azmiyle yüreklenenler, ayaklanma kıvılcımları çakanlar, birbirine bağlı, birbiriyle koşullanmış isteklerle ortaya çıkıyorlar.
“EŞİT HAKLI VATANDAŞ OLMA!” “HAKARET İŞİTMEDEN YAŞAMA!” “VATANDAŞLIĞIN LA ÖVÜNME!” Güven, huzur ve yaşam sevgisinin altındaki duvar taşlarıdır. Bunlar olmadan insanların birbirine ısınması, karşılıklı saygı ortamı yaratılması, toplumun el ele vermesi, aynı yolda omuz omuza yürüme anlamsızlaşır ve olanaksızlaşır.
Bizim memleketten 2.5 milyon vatandaş nafaka için dış ülkeleri boyladı.
Yol bulamayanlar yaşam mücadelesinde en kolay geçim yolu olarak hırsızlık yapmayı seçtiler. İç İşleri Bakanlığı verilerinde her ay yüz binlerce çalma, kapma zorlama, kavga vakası açıklanıyor. Ahlak dediğimiz olay rafa kaldırılmış. Boğaz tokluğuna hırsızlık yapmak meslek olmuş. Yokluğun pençesine düşen ve çıkış yolu bulamayanlar kendilerini yakıyorlar.
Ve “eşit haklı vatandaş olmak istiyorum” diyenlerin doğru yolu bulduğuna inanmak istiyorum. İstenen kâğıt üstünde eşit haklı vatandaşlık değil, sözün tam anlamıyla, hayatın her dalında eşit hak talep etmek yüksek gururlu bir atılım olmalıdır.
Yenilenme taşıdığı önem bakımından birbirine bağlı ve birbirinden kopmaz bir sürecin halkalarıdır. Söz konusu olan nesilden nesle geçen fakat hala yeni bir dünyaya açılamayan bilinçli yaşam kavgasıdır. Sofya meydanlarını dolduran, meclisi kuşatan Çingene gençler isimlerini, dinlerini hatta Çingene mezarlığı olmasını vs. istemiyorlar. İşsizler iş istemeyi de unutmuşlar. Her şeyin başında “eşit haklı vatandaşlık” olduğunu kavramışlar. Doğruluna inandıkları bu! İnançları için ayazda yollara dökülmüşler. Pankartlar taşıyorlar. İkinci el elbise satan mağazalardan temiz giyinmişler. Hakları uğrunda mücadeleyi bir düğün, bir bayram, bir tören olarak kabul ediyorlar. Her biri diplomat gibi, Bizde Çingeneler şapka taşımaz. Kafalarındaki Türk kasketi! Aydın gençleriz rüzgârı estirmek için boyna dolalı şallar rengârenk püsküllü. Hareketlilik öfkeli, hareket dinamizmi nefret, ikinci sınıf, haklarını almayı beceremeyen kişiler kabuğunu kırıyorlar. Aldatılmış, çamurlu sokaklı, tek katlı basık tavanlı, camında dural it, tuvaletsiz, çeşmesiz, avlusuz iç içe evlerin oluşturduğu pis kokulu gettolarda yaşamak istemeyenlerin isyanı bu. “Ayrımcılığa Hayır!” yazısı çok büyük harflerle yazılmış, en önde yükseliyor. Ayrımcılık bitse sanki onları buralara taşıyan dertleri de bitecek! Olayı seyrederken şu yürüyenlerden acaba kaçı Vital’ın “Amerikan Tarihi”ni okumuştur? İnsan hakları, ırkların eşitliği davasının ebedi bayrağı Marten Lüter Kin’ı kaçı tanır! Büyük Gandi’nin eserleri bir arada görmüşler midir? Kitle hareketlerinin gücünü yönetme konusunda bildikleri nedir? Gibi sorular soruyorum kendime!
Geçen seneden beri Roman mahalleleri fıkır fıkırdı.
“Çar Kiro” gibi totaliter dönem hurdası liderlerin tutuklanmasına, evlerinin icra yoluyla alınmasına pek üzülmediler. İhtiyaçları çok büyük olduğundan yardım eli uzatanlardan en yakın olana inandılar. Kafalarındaki kıstaslarda “Çingene Çingeneye yardım etmez!” gibi tekerlemelerle birlikte, zenginleşenlerin “açların derdini anlamak istemediğini” de dillendiriyorlar.
Bizde birkaç Roman partisi var. Bu seçmen kitlesinin kalabalık olmasına karşın, bu partilerden hiç biri, seçim barajını aşıp, kendi başına meclise giremedi. DPS-HÖH milletvekilleri İliya İliyev ile Dimitır Mihaylov (Bat Sali) onlardan sayılır, fakat kitlenin sesindeki tonlarda “onlar paçayı kurtardı, artık bizi düşünmez!” edası var. Onlar artık geçimin yalnız sosyal yardım programlarıyla yoluna gireceğine de inanmıyorlar. Çünkü sosyal programlara göz dikenler giderek çoğalıyor. 7 milyonluk bir ülkede 1.7 milyon çalışan, 2.4 milyon emekli, 960 bin özürlü emekli olunca, sosyal yardıma bel bağlayanların umudu günden güne sönüyor. Çocukları okula gitmeyenler ise, çoğunluk olduğu için, (ülkede okuma yazması yetersiz olanlar nüfusun % 44) hiçbir işte gelecek göremiyorlar, mahalle işlerinde dönüp dolaşıp zaman öldürüyorlar. Bu açıdan bakıldığında, şimdiki başkaldırının temelinde ekonomik ve sosyal nedenler de var. Ekonomi raylarına oturmadan sosyal çileler bitmez, kültür yeşermez, gelecek kuşaklar ufku göremez.
Avrupa Birliği’nin Çingeneleri Uygarlaştırma Programı geliştirip finanse etmesini isteyenler kalabalaşıyor. Bulgaristan’da uygulanan ve artık kapanan “Roman On Yıllığı Programı” ekonomik ve malı bunalım koşullarında pek meyve vermedi.
Son zamanda en sık konuşulan konu ise, her Çingene mahallesine Sağlık Merkezi kurulması gereğidir. Kadın ve kızlar meslek kursları açılması teklifinde ısrar ediyorlar. Çocukların okul dışı eğitimde çamurlu yollardan kurtarılması gelecek açısından her geçen gün daha büyük önem kazanıyor. Gettolarda 3 kuşak okul görmemiş, 3 kuşak işe gitmemiş insanlar yaşıyor.
Bulgaristan etnik mensubiyet, din ve kültürel kimlik yapılanmasında en kalabalık halk topluluğunu oluşturan Romanların ayrımcı siyaseti püskürtüp eşit haklı vatandaş olma yolunda hareketlenmesi ülkenin geleceği açısından da olağanüstü büyük önem taşıyor. Daha da önemli olan Sofya’da 5 Büyük Elçilik özel tavırla ayrımcılığa tepki gösterirken, hak eşitliğinden yana olanlara arka oldu. İlk kez uluslar arası yankı bulan olaylar mahallelerde fıkırdaşırken çopur çopur kaynadı. Meydanlara taştı. Slogan ve büyük yazılarla meclis kapısı çalınırken politik nitelik kazandı. Hareketlenmenin örgütlü olması dikkat çekti.
Brüksel merkezi bakışını direk olarak Sofya’ya çevirdiğinde, Avrupa Sosyalistleri PES başkanlığı, Avrupa Halk Partileri Merkezi ve Liberaller “Bulgar neo-faşistlerinin yolu kesilsin!” uyarısında gecikmedi.
Bu çok kalabalık kitlenin mecliste HÖH-DPS lideri dışında hiçbir politik grupta destek bulmaması “öteki düşmanlığının” Bulgar toplumunu derinden sardığına bir kanıt oldu. Bu çok anlamlı ve kendiliğinden konuşan bir gerçektir. Son yıllarda HÖH partisi Bulgaristanlı Türkler odaklı merkezden Çingene mahallelerine kaydı. Defalarca yazmıştık. L. Mestan’ın şimdiki tavrı partinin Roman mahallerindeki otoritesini olumlu etkileyecektir. Ne var ki, iş oy toplamakla bitmiyor, tam tersine başlıyor ve devam etmek zorundadır. Hak arama mücadelesinde öncü olmak şeref meselesidir.
İnsanın içsel değişmesi, ruhsal dönüşümü, zihinsel farklaşması hep dış etkenlerin etkisi altında oluştu. HÖH partisi Çingeneleri arkalamakla etnik topluluklar arası dayanışmaya önem vermiş oluyor. Bu bakıma Reformcu Blok, sosyalistler ve GERB olaylara seyirci kaldı.
Değişimin bireysel ve toplumsal olduğu dikkate alındığında Roman mahallerindeki değişim, hakaret işitme, hor görülme, kötülenme, boş vaatler vs. birikimi sonucu sosyal nitelikli olduğundan ve hızla kaynayıp kısa sürede kabarma tehlikesi içerdiği için, 2015 yılında politik olayların merkezinde yer alabilir. Gazete haberlerine inanılırsa ülkede 2 milyon 400 bin Roman yaşıyor. Şimdiki hareketlenme genelde son dönemlerde Hıristiyan olduklarını iddia eden katmanı sardı.
Biz, toplumsal yani kitle tabanlı hareketlenmeyle başlayan dönüşümlerden söz ediyoruz. Baş kaldırışta genç kuşak ön saflara çıktı. Hor görülmek istemeyen, insan hakları ve yasal eşitlik esaslı adalet yolunda birleşik bir nüve oluştu. Bu son aylardaki baskıya ve meclis kürsüsü ve TV ekranında şiddetlenen hakaret söylevine karşı örgütlü yola çıkıştır.
Türklerdeki hareketlenme tüm etnik topluluklarımızı kucaklamıştı. Dinamizmi, itici güçler, kitlesel öz, kimliğimizi koruma kararlılığı bakımından 1984 ile 1989 direnişleri şimdiki hareketlenmeden farklı nitelikliydi. O zaman “hava kurşun gibi ağırdı!” Bütün demokratik dünyanın gözü Bulgaristan üzerindeydi. Radyolar Bulgaristan Türklerini anlatıyordu. İnsanlarımız çoğunlukla köylerde yaşadığından Mestanlı, Kırcaali, Dulovo, İsperih, Novi Pazar, Venets gibi büyükçe yerleşim yerleri dışında hareketimiz insan hakları uğruna gelişen somut istekli politik nitelikli spontane örgütlü bir köylü direnişiydi. Bu kavgada tutuklulara serbestlik önemli yer aldı, birleştirici rol oynadı. Rejim, önü alınmaz bir tepkiyle yüzleşmişti. Kimlik değiştirme ve kültürel soykırıma karşı kalkışmamız genel kapsamlıydı. Öncü ve yönetici kadro hapislerde, toplama kamplarında, sürgünde olsa da, kendiliğinden yayılan direniş bir başkaldırydı.
Mesela 1984 Aralığının şu soğuk kış günlerinde Güney Rodoplar’da Türk nüfusun yaşadığı köyler basılmış ve “soya dönüş” saçmalığı başlamıştı. Tankların topların, silahlı askerin, milis ve kırmızı berelerin, sivil parti sekreterleri ve sivil polis subaylarının, sopacıların, zorlayıcıların, zorbacıların, zülüm uzmanlarının köyleri basması son derece büyük bir öfke uyandırmıştı. Nefret protesto hareketini kitlesel biçimde kendiliğinden başlatmıştı. İnsanlarımızı kulaklarından tutup inden tavşan çıkarır gibi evlerinden, ahırdan, sağmanlıklardan, mahzenlerden, tavan aralarından elleri yukarda çıkarmaları öfke dalgasına zirve yaptırmıştı. Yediden yetmişe insanlarımız okul ve muhtarlıklara götürülüyor, ellerine önceden doldurulmuş birer “dilekçe” ve imza için tükenmez tutuşturup “Türk olarak ölüm vesikanı ve Bulgar olarak Doğum Kâğıdını” imzala diye kafalarına silah dayanıyordu. Yüzkarası olay halkı ayaklandırmıştı. İlk çatışmaların, atılan ilk kurşunların, ilk kurbanı için dikilen TÜRKAN ÇEŞME o gün bugün akıyor. Mastanlı ortasındaki ŞEHİTLER ANIDINA her yıl çiçek ve çelenk konuyor. Kurban vermeyen köyümüz yoktur. Ulusal anıtımızı dikmeye hazırlanıyoruz.
Kocabalkan doruklarındaki Türk köylerinde, Gerlovo, Deliorman ve Dobruca yerleşim yerlerimizde şehit düşen 40 kahramanımızın aziz anısı her yıl anarken öz davamızı haklarımızı genç nesillere devrediyoruz. Kahramanlık şiirleri gönül kabartıyor.
Mevlitler okunuyor. Dualar ediliyor. Bizimki bir kimlik davasıydı. Adalet savaşımı, özgürlük ufkunu açma kavgasıydı. Ne yazık ki, bir asır süren mücadelelerimiz sonunda vatanımızda henüz bir ADALET ÜNİVERSİTESİ kurulamadı. Bugüne bugün milliyetçilerin, ırkçıların, ötekileştirenlerin adalet anlayışı ile demokratların, etnik, dini ve kültürel topluluk mensuplarının, gerçek yurtseverlerin demokrasi, adalet, vatan ve hürriyet anlayışı kökten farklıdır. Onlar demokrasiyi etniklerden olanlara saldırma, onları köleleştirme toplumu olarak yerleştirmeye çalışıyorlar. Onların adaletinde kendileri her zaman haklı durumdadır. Onlar için AB yasalarını kırpmak, çarpıtmak ve ülkemizde uygulamamak adaletlidir. Vetan ancak onların olandır. Onlar bizi Vatan dilencisi yapma hayaliyle yaşıyorlar. Hürriyet ise, bizim hapsedilmemiz, sürülmemiz, kökümüz çıkarılıp toprağımızdan kovulmamız özgürlüğüdür. Dünyayı tamamen çarpık algılayanlarla yaşamak gerçekten zordur.
Bizim topraklarda yeşerecek ve açıp meyve bağlayacak adalet ağacı henüz dikilemedi.
Biz henüz kavanozun kapağını açmadan içindeki turşuyu yer ya da kapalı kavanozdan komposto içer durumdayız. Kendimizi iştah tükürüğü ile doyuruyoruz. Yutkundukça yutkunuyoruz. Adalete götüren yol “benim iyi olmam önemli değil, komşumun kötü olması bana yeter!” gibi saçmalıklardan geçiyor.
Bazı insanlık adalete götürdüğü sanılan bu yolu yıllar önce kapatmışlar.
Bazı çevrelerde belki kapanmamıştır umudu hala var.
Karanlıkta yürümekten, tünelde bocalamaktan, hesaplaşmaktan, hep başkalarını suçlu bulmaktan, yol almaktan değil yol aramaktan zevk alanların arasındayız.
Şimdi kitlede hareketlenme var ve desteklemeliyiz.