Mustafa i. Aliev
Gruevo, Kırcali
19 23 -1984
Mustafa İlyazov, bu yörede kimliği uğruna hayatını veren en yaşlı şehittir. O, doğup yetiştiği köyden, Gruevo’ya taşındı, yer aldı ve kısa zamanda muazzam bir ev kaldırdı. Çalışkan, sokulgan, sohbeti ve şakayı seven bir adamdı. Yerliler, ona ve ailesine acele ısınıverdiler. Eşi Sıdıka bacımın da belirttiği gibi, gerek tarım kooperatifinde, gerek demir yollarında ve sanayi işletmelerinde işçi, gerekse “Maritsa İztok”ta madenci olarak hep “Çeteyle”, yani kolektifle çalıştı. Doğal kültürlü bir adamdı. Her konuda kendi fikri vardı. Paylaşmasım ve tartışmasını da biliyordu. Zorla Bulgarlaştırma fisıltısı kulağına erince, “Asla! deyip kestirdi. Analarımız babalarımız Türk ‘tü. Türk gelmişiz, Türk de gitmeliyiz. Her ne pahasına olursa olsun, adlarımızı korumalıyız!” diye yorumladı.
Evi zaten köydeşlerinin hep beraber direniş yeri seçtikleri “Gor~alık”a yakıncacıktı. Sesleri duyunca, hemen işini bırakıp fırladı. 9rgütçülerden değildi, ama kenarda da durmadı, duramazdı da zaten. Insanlar, endişeleniyorlardı. Onların yanına vardı, tavsiyelerde bulundu, cesaret verdi. Ve “Ölüm var, dönmek yok!” diye tekrarladı.
Milisler ve askerler geldiler, derhal dağılmalarını emrettiler, ama isyancılar aldırmadı. Onlar, vira “Biz Türk’üz, adlarımızı vermeyiz!” diye bağrışıyorlardı. Azgın katil, ateş açtı. Kurşunların ikisi de Mustafa’ya isabet etti. Mustafa, düşerken “Gidiyorum … ” diyebildi ancak. Acele Momçilgrat hastanesine kaldırıldı, oradan da Kırcali il hastanesine değiştirildi. Hastanelere sağ varıp varmadığı bugüne dek bilinmiyor, zira, daha olay yerinde ayakkabıları bile kanla dolmuştu. Aynı gün de ölüm haberi alındı. Yapılan otopsinin de gösterdiği gibi, kurşunların ikisi de göğsünden girmiş, sırtından çıkmışlardı. Nitekim, 27.12.1984 tarihinde Kırcali Belediyesinden verilen 511 nolu belgede de “Göğüs kafesinde kanama sonucu ölmüştür” diye yazıyor.
Anıtıyla evinin arası olsun olsun üç yüz adım. Gittim, yakınlarıyla görüştüm, eşi Sıdıka ninenin göz yaşıyla anlattığı hayat öyküsünü dinledim.
-Ben o vakitler henüz iki yaşındaymışım, dedi genç torunu Selime. Olup bitenleri hatırlamıyorum. Dedeciğim beni çok seviyormuş, hep omuzlarında taşıyormuş. Keşke sağ olsaydı da biz de kardeşimle, kuzenlerimle hep beraber sevinseydik şefkatine, hep beraber sevindirseydik onu. Maalesef, her dava kurbanını alıyor, zorla ad değiştirme sırasında, onur davası da bizim dedemizi almış. Cesur bir dedenin torunu olduğumla iftihar ediyorum, doğrusu!..
Eh, keşke sağ olsaydı! Ama kuşkusuz o böyle de yaşayacak
Sunyto Mehmet
13.01.2012/23:50h