Raziye ÇAKIR
Ey kör ! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş !
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş !
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş !
Türk Milletinin tarihi milattan önceki yüzyıllara kadar gider. Araştırmacıların tespitlerine göre Türk Milleti 116 Türk devleti kurmuştur. 1990 sonrası da Türk Cumhuriyetlerinden Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Özbekistan ile Türk Milleti günümüze kadar 122 devlet kurmuştur. Rodoplar’da kurulan 3 Türk Devleti ve KKTC de bunların arasında yer almaktadır.
Bilindiği gibi Rodoplar’da kurulan ilk Türk Devleti Ahmet Ağa’nın Başkanlığında Batı Trakya Rodop Türk Devleti’dir. Bu devlet 1878 yılından 5.Nisan 1886 yılına kadar devam etmiştir.
Burada Rodoplarda 2. Devlet ise 31.08.1913 yılında Kuşçubaşı Eşref Beyin yönetimindeki Batı Trakya Türk Cumhuriyeti kurulmuş ve bu devlet de 25.10.1913’e kadar devam etmiştir. Son 3. Devleti de Peştereli Tefik Bey ve Fuat Balkan’ın yönetiminde merkezi Hemetli olan 3. Batı Trakya Türk Devleti kurulmuştur. Bu devlette Müttefik devletlerin baskılarıyla yıkılmıştır.
1.RODOP’LARDA BATI TRAKYA TÜRK DEVLETİNE GİRİŞ
19.y.y. sonlarına doğru Rusya Çarlığı Balkanlar’daki Ortodoksların hamiliğini elde etmeye çalışırken panslavist fikirlerini de sürdürüyordu. Bulgar bağımsız kilisesinin kurulması Slav azınlıklarda Panslavizm’in yayılması ve kışkırtmalar ile ayaklanmalar bir birini izliyordu.
Bosna Hersek-1873-75; Karadağ ve Sırbistan 22.07.1976’da Osmanlıya savaş açıyorlar. Fakat sonuç Sırpların istediği gibi olmuyor. Osmanlı Sırpları üst üstte bozguna uğratıyor. Sırpların barış istekleri sonucunda İstanbul’da büyük devletlerin gözetiminde bir Konferans toplandı. Büyük Devletler bu konferansa Osmanlı delegelerini almadılar. Önce kendi aralarında anlaşarak bir ön anlaşma tasarısı hazırlandı. Bu tasarıyı da zorla Osmanlı devletine kabul ettirmeye kalkışırlar. Red cevabını alınca da, İstanbul konferansı dağıldı. Büyük devletler, yine kendi aralarında 1877’de de Londra Protokolü’nü imzaladılar. Bu protokole göre, Osmanlı İmparatorluğunda azınlıkların durumunun düzeltilmesi, bu düzeltmenin yapılıp yapılmadığının kontrol edilmesi, Osmanlı Devletinin silahlarının azaltılması, Karadağ ile zorunlu barış yapılması kararlaştırılmıştı.
Ruslar ise, Londra Protokolü’nün Osmanlılar tarafından reddi halinde bunu savaş nedeni sayacaklarını ilan etmişlerdir. Osmanlı 11.04.1877’de bu Protokolü reddetti.
Bunun üzerine önceden Romanya ile anlaşmış olan Rusya 24.04.1877 Tuna nehrini aşarak Osmanlı topraklarına girdi. Büyük devletler tarafsızlıklarını ilan ettiler.
İngiltere ise İstanbul ve Suveyş kanalının el değiştirmesi söz konusu olursa tarafsız kalamayacağını ilan etti.
Karadağ ile savaş sürüyordu, 11.08.1877’de Romanya da Türkiye’ye Osmanlıya savaş ilan etti. Bir süre sonra Sırbistan’da savaşa girdi. Savaş gittikçe aleyhimize gelişti. Bu savaşta birkaç başarı dışında Osmanlı orduları tam bir hezimete uğradılar.
Plevne müdafaası ve Rodoplar’daki direniş ise bu savaşın unutulmayan kahramanlık destanlarıdır.
1878 ocak ayında Osmanlı delegeleri Rus ordu karargahına gönderildi. Görüşmeler sürerken Rus birlikleri, Edirne’yi alarak Ege ve Çatalca’ya kadar ulaşmışlardı. Bu arada Rodoplar’da Ruslara karşı mücadele devam ediyordu. Daha sonra 3.03.1878 tarihinde Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması imzalandı. Çok ağır şartları olan bu antlaşmaya göre, tüm Balkanlar tanınmayacak şekilde parçalanıyor, geriye kalan Osmanlı topraklarının birbiri ile bağlantısı dahi kesiliyordu. Bu anlaşmaya göre, Adriyatik denizi, Karadeniz ve Tuna nehri arasında Büyük Bulgaristan Devleti kuruluyordu. Ayrıca Karadağ ve Sırbistan, topraklarını genişleterek tam bağımsızlıklarına kavuştular.
Rodop Türk Hükümeti Kurucuları
Rodoplar’da yaşayan Türkler bu anlaşmayı kabul etmeyerek, ayaklanıyorlar ve Rusya’ya karşı kurtuluş savaşını yürütmeye devam ediyorlar. Rodoplar merkez olmak üzere, bir hükümet kuruluyor. Kırcaalili Abdullah Efendi, Hidayet paşa, Ahmet ağa, Hacı İsmail Efendi, Hacı Mümin, Hacı Halil, Kara Yusuf ve Ali Ağa bu Rodop Trakya Devletinin kurucuları idiler.
Rodop –Batı Trakya Yönetimi, Murat Ağa’nın Komutanlığı ve Kahramanlıkları:
Herkesin bildiği gibi Rodop Türkleri bilhassa Kırcaali sancağı, 1877-78 Rus-Osmanlı savaşında büyük fedakârlıklarda bulunmuşlardı. Bu savaşta Tuna nehrini kolayca aşan Rus Ordusu Bulgarların desteği ile Filibe’yi geçerek Rodoplara doğuru yol alıyorlardı. Fakat Kırcaali halkının direnişi ile karşılaşmışlardır.
Burada Ruslara karşı direnen Osmanlı ordusu değildi, bizzat Kırcaali Türk halkının kendisiydi.
Kırcaali’nin Fındıcak köyünden Murat Ağa Süleyman Paşanın yanında götüremeyip Kırcaalide bıraktığı silah ve cephanenin yerini biliyordu. Murat Ağanın örgütlediği Rodoplu delikanlılar ile Rusların ve Bulgarların Rodoplara geçit noktalarını tuttu. Rusların hiç beklemedikleri bir noktada karşılarına çıkan bu cesur vatanseverler karşısında Rus askeri ve Generalleri neye uğradıklarını şaşırdılar ve Osman Paşanın direnişinden sonra ikinci bir direniş karşısında ilk defa büyük bir hezimete uğradılar.
Bu direniş karşısında Ruslar çok büyük bir kayıp verdiler.
Fındıklı Murat ağa Rusların tekrar geri döneceğini biliyordu, bunun için Kırcaalinin tüm köylerine adamlar göndererek Yunus oğllarından İsmail Ağa, Halil Ağa, komutasında Ahi Çelebi, Mestanlı, Eğridere, Koşukavak, Karagözler ve tüm Kırcaali civarından silahlı gönüllü Rodoplu vatanseverleri toplayarak hepsi koşup geldiler.
Rodop halkı ile Rus Ordusu arasında mütiş bir savaş başladı. Rus General Hesikov komutasındaki Rus piyade alayı ile bir kozak alayı taarruza geçtiler. Ayrıca bir alay haline getirilmiş Bulgar çeteleri de Ruslara yardım ediyordu. Ruslar Bulgar çetelerini arkadan kuşatmaları için bir plan hazırladılar. Fakat bunu hisseden Murat Ağa kıvrak zekası ile daha önceden davranarak Çetecileri içeri çekti ve Türklerin Hilal taktiği ile hepsini yok etti.
Murat Ağa kendi yönetimindeki 354 köyde bir idare kurdu.
Burada Rodoplu Türk kadınları evinde yaptıkları yiyecekleri Katırlarla taşıyaşan Rodop’lu Askerlere ve Gazilere yiyecek taşıyorlardı.
Ruslar şiddetli top ateşi ile Rodoplu Mücahitleri yıldırmak istediler. Fakat düşen top mermileri Rodop dağlarında parçalanıyordu, Rodoplu Mücahitler ise bir adım bile geri adım atmıyorlardı. Rus Generali yine hücum emri verdi fakat Rodop’lu Mücahitler öyle bir kurşun yağmuru yağdırdılar ki Rus taburları perişan oldu. Rus Askerleri Rodoplu Mücahitlerin karşısında duramadı ve kaçmaktan başka çareleri de kalmamıştı.
Bunun üzerine Rus Generali Hersikov Murat Ağa’ya haber göndererek kendi ile görüşmek istediğini bildirdi. Murat Ağa elinde tüfeği ile bir katırın sırtında yalnız başına Rus Generalin karargâhına gitti. Rus Generali bütün askerlerine emir vererek bu kahramanı selam ile karşılamalarını ister. Murat Ağa ile Rus Generali görüşerek Murat Ağa Rodop dağlarından bir karış toprağı bile kendilerine teslim etmeyeceğini kesin olarak belirtti.
Bu görüşmeden sonra Rus kuvvetleri geri çekildi ve Rodoplar kurtuldu.
Burada Rodop insanının bu büyük kahramanlıklarını hiç kimse unutmamalıdır, Rus askerinden herkes kaçarken Rodop Mücahitlerinin karşısında ise Rus askerleri kaçardı.
Berlin’de toplanan kongre Osmanlı İmparatorluğunu parça parça ederken. Kırcaali sancağını da Bulgaristan prensliğine dâhil ediyordu kâğıt üzerinde yapılan bu anlaşmadan sonra iki Bulgar taburu Kırcaali’ye geldiğini duyan murat ağa aya kalktı.
Kırcaali’yi teslim almaya gelen Bulgar askerlerinin ellerinden tüfeklerini alarak, memurlarla birlikte hepsini geri gönderdi.
İşte bundan sonra Kırcaali’de Trakya Rodop Türk hükümeti kurulmuş oldu.
Bu hükümet 1886 yılına kadar devam etti. Daha sonra Osmanlı Devletine ilhak oldu. Bu Rodop Türk mücahitlerinin yapmış olduğu fedakârlıklar unutulmamalı ve unutturulmamalıdır.
Bu kahramanlar daha sonra Eşref Kuşçubaşının yapmış olduğu Edirne ötesi harekâta da canla başla destek vererek ilk Batı Trakya Türk Cumhuriyetinin temellerinin atılmasında da öncü olmuşlardır.
2.BATI TRAKYA TÜRK CUMHURİYETİ
İlk Türk Cumhuriyeti
30.05.1913 yılında Trakya, Edirne, Tekirdağ ve Kırklareli’nin bazı bölümlerinin Bulgar’lara bırakılması, buralarda bulunan Türkler üzerinde şok tesiri yaptı. Ümitler kesmemişti amma, sokaklarda Bulgar askerleri dolaşmaya başlamıştı. 10.08.1913 tarihinde Bukreş Anlaşmasının imzalanması ile İskeçe, Gümülcine, Dedeağaç Bulgaristan’a kaldı. Çünkü Rusya’nın direktifleri ile Bulgaristan, Ege denizine bağlantı istiyor ve bu hususta çok direniyordu. Büyük devletler de Bulgarların yanında yer aldılar ve barış Bulgarların lehine döndü.
Türk yurdu olan topraklar düşman eline bırakıldı. Bulgarlar da burada görülmemiş gaddarlıklar ile halka etmediklerini bırakmadılar. Türklerin hayatlarını yaşanmaz derecede zorlaştırıyorlardı. Bulgar askerlerinin hepsi de aç ve çıplaklardı. Köy halkının kendilerine gizledikleri yiyeceklerini buldurup alıyorlar ve olmadık hakaret ve işkenceler yapıyorlardı.
Türkler kendi aralarındaki husumetlerin, partileşmelerin, sen ben kavgalarından kurtularak, artık bir araya gelmeleri birlikte hareket etmeleri gerektiğini anlamış oldular. Böylece geç de olsa yer yer kıpırdamalar, gruplaşmalar başladı. Çaresizlik durumuna düşen Türkler de kendilerine dönerek teşkilatlanmayı bu fikirlerden cemiyetler oluşmaya başlamış oldular.
Balkanlar’da önce Ocak 1913 tarihinde “Müdafa-i Milliye” cemiyeti kuruldu. Bu cemiyetin yaptığı ilk toplantı “Vatan içinde ortaya çıkan görüş ayrılıklarının, particiliğin, hizipçiliğin geride bırakılması, tüm kaybolan toprakların yeniden Türk hâkimiyetine kazandırılması çabalarının başlamasına” karar verildi. Ardından Türkler bir sürü cemiyetler peş peşe kurulmaya başlandı. Bu cemiyetlerin hepsinin tek amacı vardı. “Kaybedilen Türk topraklarının esas sahiplerine geri verilmesi ve bu uğurda mücadelenin hızlandırılarak, tek vücut halinde savaşılması.” Kurulan bu cemiyetler de amaçları doğrultusunda çalışmalarına başlayarak bunu Kurtuluş Savaşı sonuna kadar yürüttüler. Fakat bu işe geç başlanması kaybolan Türk topraklarının hepsinin kurtarılması mümkün olmadı.
Edirne’yi kurtarma harekâtı – 3 ay 27 gün Bulgarların elinde kalan Edirne’nin tekrar ele geçirilmesi için Eşref Kuşçubaşının nefes kesen anılarını paylaşmak isteriz: Eşref Kuşçubaşı İlk Batı Trakya’nın kuran kişilerin başını çeker, yani tüm teşkilatlanmaları o başlatmıştır.
Eşref Kuşçubaşı 25 arkadaşı ile buralara gelişini anlatıyor;
“İlerleyişimizin Kıyık ve Kafkas Tabyalarındaki gözcülerden mümkün olduğu kadar saklayarak karanlık içinde yürüyorduk. Bir köye girdik hiçbir evden ışık gelmiyordu. Çünkü köyde kapı namına bir şey kalmamıştı. Tavanlar bile sökülmüştü. Köy bomboştu. Kapı ve tavan tahtalarını Bulgar askerleri kışın yakmışlar veya köylü bu ateş hattında kalamayacağını anlayınca kendileri söküp getirmişler. Bütün didinmemize rağmen, coşkun Arda nehrini geçecek hiçbir yol bulamadık. Karanlıkta ilerliyorduk, şafak sökerken bir insan boyu yükselmiş süpürge tarlası içine düşmüştük. Burası Ayşe kadın mahallesi idi ve Edirne tabyaları birer kartal heybeti ile üzerimize yükseliyor, ağır topların namluları adeta bizi tehdit ediyordu. Süpürge tarlasının içine dağılarak kendimizi gizledik. Şoseye çok yakındık caddede bir adamın alaca karanlık içinde koşmakta olduğunu gördük. Çakır Efeye işaret ettim, kaplan gibi atıldı ve adamı boğazından yakalamasıyla beraber ortamıza sürüklemesi bir oldu. Zavallı neye uğradığını şaşırmış, korkudan titriyordu. Kendisini teskin ettim, kıyafeti Türk olmadığını gösteriyordu.
-Türkçe bilir misin?
-Bilmez olur muyum Beyim? Ben şu yandaki köydeki Rumlardanım. Türk askeri geldi diye Edirne’de kargaşalık var. Mahpustum, bizi de bıraktılar, şimdi köyüme kaçıyorum.
Şehrin panik halinde olduğu anlaşılıyordu. Tam teçhizatlı idik, bir baskın macerası arzusu karşı gelinemez bir hasret halinde benliğimize hâkim oldu. Arkadaşlarımın da aynı arzu içinde olduklarını yanıp tutuştuklarını hissediyordum. Birden ileri diye haykırdığımı hatırlıyorum. Birkaç dakika sonra Ayşe kadın Topçu kışlasının önündeydik. Kapıdaki Bulgar nöbetçi bizi görünce şaşırdı ve hemen içeri kaçtı. Büyük kapıdan içeri daldık. Yanıma Bulgarca bilen 4 kişi almıştım, bunlar tepeden tırnağa kadar silahlı, mümkün olduğu kadar da muntazam kıyafetli idi. Birisine emir vererek ileri fırlattım, patırtıyı duyarak koşup gelen kumandanını önledim:
Şehir tamamen Türk askerleriyle çevrili. Hayatınız emniyettedir, kışladan çıkmayınız.
Bulgar ordusundaki panik her haliyle gözüküyordu. Başını önüne eğdi, odasına doğru yürüdü. Kapıyı yüzüne kapattık ki ne görelim. Bir tabura yakın Bulgar askeri ricat hazırlığı halinde paltoları simit gibi boyunlarında büyük avluda saf nizamındalar. Allahtan ki silahları ileride çatılmış, emir bekliyorlar. Hiç tereddüt etmeden yanımda Bulgarca tercümanımla kumandan olduğu anlaşılan ve karşısındaki hazır ol vaziyette küçük zabitle görüşen subayın üzerine yürüdüm. Beni görünce afalladı Selam verdim, nezaketle selamımı aldı. Tercümanım, emir tekrar ediyormuşçasına tekrar etti. Bu sırada bizimkiler çatılmış vaziyette olan silahların etrafını kuşatmışlardı. Kumandana, kışla kumandanını da içeride teslim alarak muhafaza altında olduğunu bildirdim. O da aynı akıbette çaresiz boyun eğdi.
Şimdi kışla bizim elimizde idi. Süratle hükümete girmek ve yardım istemek lazımdı. Silahları altta bir salona doldurarak ve Dudullu’lu Pehlivanı da üç kişi ile kapı önünde bırakıp hükümet binasının önüne yöneldik.
Hükümet binasının önüne gelmiştik, binada bir tek müfrezeden başka Bulgar kuvveti yoktu. Onları bir araya tıkmak, silahlarını almak hiç de zor olmadı. Burada kapalı 50 kadar Türk esiri varmış. Bunlar da bize katıldılar, Kendilerine hemen Bulgarlardan aldığımız silahları kendilerine verdim. Kuvvetimiz çoğalmıştı, hükümet binası da elimizdeydi. Hemen tüm mahalle muhtar ve imamları topladım. İmam ve muhtarlara asayişten mesul olduklarını, kimseye asla fenalık yapılmamasını tembih ettim. Edirne’nin çevresi Türk askerleri ile sarıldığını sanan Bulgarlar durmadan kaçıyordu.
Bu durumu Enver Bey’e en hızlı atlardan biri ile Çakır Efeyi haberci olarak gönderen Eşref Bey, daha da ileri giderek Cizri Mustafa Paşa (Svilengrad) ve Habibçe kasabalarını da Bulgarlardan temizler. İstasyondaki bütün malzeme ve erzaka da el koyarlar.
Eşref Bey şunları söylüyor:
“O andan itibaren bizim bugünkünden daha da ilerlemiş olan sınırlarımız içinde bir tek düşman kalmamıştı. Şükran secdesine kapandım ve bize bu günleri nasip eden Allah’a minnettarlığımızı arz ettim ve bu uğurda kanlarını döken şehitlerimize de şefaat niyaz eyledim.” Milletlerarası sorun haline gelen, içte ve dışta birçok tartışma ve didinmelerden sonra niyet Edirne ciddi hiçbir mukavemetle karşılaşılmadan 21.07.1913 günü kurtarıldı.
Edirne’yi ele geçiren askeri kuvvetlerin, özellikle önde yürüyen milislerin ilerleme ve savaş hevesi artmıştı. Balkanlarda Bulgar çetelerinin çok fazla zülüm yaptıkları haberleri de geliyordu. Bulgarların kini tükenecek gibi değildi. Zira Bulgarlar, Doğu Trakya’dan kovulmalarının acısı Bulgaristan, Yunanistan ve Makedonya’da yaşayan Türklere akla gelmeyecek işkenceler yaparak intikam alıyorlardı. Buralardan gelen haberler tüyler ürperticiydi.
Yine Enver Bey’in himayesinde olanlar Meriç nehrini geçmeye karar vermiş ve gönüllü arkadaşlarının arasından seçtiği 100 Er ve 16 Subay ile birlikte yani 116 kişilik seçme bir gönüllü Kuvvet ile Rodop bölgesinde bulunan Ortaköy ilçesine doğru ilerlemeye başladılar.
15.08.1913’te Ortaköy’e vardığımızda hayretle gördük ki, buralarda hiç kimseler kalmamıştı. Bir ara bitkin perişan bir ihtiyar gördük. Başından geçenleri anlattı, bizi olay yerine götürdü. Manzara feci idi üst üstte atılmış, çürümeye başlamış bir yığın kadın, erkek cesetlerini gördük. Ölülerin sayısı 400 civarında idi.
Eşref Bey’in hatıralarından;
-Raporumuzu Edirne’de bulunan Enver beye gönderdik. Fakat bu hal karşısında geri dönmeye de utandık, herkes bunları bulup hesaplaşmak istiyordu. Hepimiz bundan sonra Koşukavak yolunu tuttuk. Birkaç kilometre kala öncü takımdan bir haber geldi.
-Üniformalı ve sivil kıyafetli atlı ve yay bir kafile gelmektedir. Hemen üzerlerine ateş açtık, karşılık veremeden dağıldılar ve kaçmaya başladılar. Öldürdüklerimiz arasında Koşukavak kazasının Belediye Başkanı Vasil de vardı. Diri olarak yakalanan bir Bulgar çavuşu Koşukavak içerisinde Bulgar çeteleri ile dolu olduğunu öğrendik. Milli kuvvetler Koşukavak kazasına girişinde, şiddetli bir ateşle karşılandı. Eşref Bey Bulgarlar kaçmak için ateş etmektedir. Kazanın sağ tarafı tutuldu, tek geçit yeri olarak demir köprü ele geçirildi. Bundan sonra kazanın içine girildi ve sokak savaşı başladı. Bulgar çetelerinin kumandanı elinde tabancasıyla meydana çıkarak Türkçe “Abe…
Başınızdaki komutan gelsin” diye haykırdı. Hemen gidip teslim alındı ve diğerleri de teslim oldular.
-Bulgar çetecilerden 3 Subay, 1 Doktor, 1 Çete başı ve 83 kişi teslim alındı. Ölenlerin sayısı ise 1200 kişi. Bizde Nişantaşılı Teğmen Sıtkı ile altı şehit ve 16 da yaralımız vardı. Burada alınan esirler Edirne’ye gönderildi. Alınan silahlarla da yerli Türklerden bir tabur teşkil ettik. Halk kurtuluşu göz yaşları içinde kutluyordu ve her fedakârlığı da göze alıyordu. Koşukavak kazasında hemen Milli bir idare kuruldu. Kamber Ağa adında yaşlı bir Türk Hükümet Reisi olarak atandı. Asayiş ve emniyet korunması bunlara bırakıldı. (16.08.1913) Bu arada Mestanlı kasabasına yola çıkıldı, burada bir Bulgar nakliye koluna rast geldi. Bunlar Gümülcine de bulunan Bulgar askerlerine erzak ve cephane götürüyorlardı. Çatışma başladı, kısa bir zamanda tüm Bulgarlar ele geçirildi. Kuşçubaşı-13.08.1913 sabahı Mestanlı’ya geliyorum, büyük sayıda elimizde erzak ve cephanelik, nakliye arabaları elliyi ve mekkâre hayvanları yüzün üstündedir. Mestanlı kazasında da diğer ele geçirilen yerlerde olduğu gibi hükümet idaresi kurulur.
Burada yakalanan askerlere ayaküstü kurulan askeri mahkeme kuruldu. Tahkikat sonunda, bunların kumandanlarının korkunç bir zorba olduğu, birçok masum Türkü kılıçtan geçirdiği, atlarına çiğnettiği tespit edilmiştir. Bundan sonra kanunca yol üzerinde kurşuna dizildi.
Gönüllü Milisler Kırcaali ili önlerine geldikleri zaman Türkler ilkindi namazına hazırlanıyorlardı. Gelişimiz adeta sürpriz olmuştu, Bulgarlarla yapılan hafif bir çatışmadan sonra Milli kuvvetler kente girdiler. (19.08.1913)
Burada Talat Bey’in dayısı, yeni teşkil olunan 600 kişilik milli taburun komutanı oldu. Eski Belediye Başkanlarından Mustafa Bey adında yaşlı bir kişi hükümet Başkanı yapıldı. Gönüllü kuvvetlerden de bir subay askerliğe ait işler için danışman olarak tayin olundu. Kuşçubaşının azından: Şimdi Batı Trakya ordusu 2.000 kişiden kurulu bir milli kuvvetin sahibidir. Edirne’de bıraktığımız 4.000 kişilik asıl kuvvetimiz de bize katıldığında 6 – 7 bin kişilik bir kuvvetimizle kurtuluş çaresi arayan Milletimizin emrindeyiz.
Balkanları kurtarmaya giden bu Türk Milli Kuvvete “Kuvayı Milliye” deniyordu ki, Anadolu’daki Milli Mücadeleden önce “Kuvayi Milliye” ismi ilk defa Balkanlarda kullanılmıştı. Kısa zaman züllüme uğrayan Balkanlardaki soydaşlarımız ve topraklarımızın bu milli “Kuvvayi Milliye” kuvvetlerince geri alınması üzerine, elde edilen başarılar, İstanbul’da hükümet çevresinde, halkın kendilerine bir tepkisi olarak algılanıyor, dış baskıların da etkisi ile bu ilerlemeyi resmi olarak tasvip etmiyorlardı.
Bu arada Eşref Bey’e İstanbul’dan gelen bir telgraf: -Koşukavak’tan daha ileriye gitmemize izin verilmiyor. Durum icabı, belki geri çekilmek gerekebileceğinden, harekete hazır bulunmanız gerekir.