Tarih: 10 Ağustos 2019
Yazan. Ertaş ÇAKIR
Konu: Devrimci reketle başlayıp halkın boynunu sıkanlar
Sayın Rafet Ulutürk, Bulgarların kendi uyanışları ve kimlik değerleri konusunda yürüdükleri yol olağanüstü uzun ve dikenlidir. Son 2 yazınızı ilgiyle okudum. Tabii siz devamında, yeni bölümlerinde bu kimlik oluşumu ve biçimlenmesi içinde, Türklerin etkisine de özel olarak değinirsiniz. Anlaşılan Vasil Levski iyi Türkçe biliyor muş ki, Türklerle dostluk etmiş, Türk evlerinde kalmış, Tuna nehrini hep aynı Türk kayıkçının, Kemal Bey’in teknesine binerek geçmiş, yani ona güvenmiş.
Belki, bu işler o yıllarda baştan sona gizli olduğundan dolayı, insanlar birbirlerinin ne işle meşgul olduğunu, devrimci örgütlenme işlerinin içinde kimin hangi işte ne görev aldığını pek bilmiyor olabilirler. Fakat işin içine para girdimi işler, ilişkiler, münasebetler değişiyor tabii. Ben yıllar önce, Deniz Metodiev adında bir yazarın “Levskiye adanmış derlemelerine” göz gezdirmiştim. Orada dikkatimi çeken, işaret ettiğim olay 1860’lara, 70’lere ait. Sizin Levski’nin annesi Ginka Kunçeva’nın intihar olayında işaret ettiğiniz gibi, Bulgarların o yıllarda Levski’ye ve ailesine karşı tutumu ortaya çıkıyor. Başka bir kitapta Levski bazen eve dönerken, o zamanlar adı “Aşarı Mahalle” olan Bulgar sokağından değil, de Karlovo’da Türklerin yaşadığı Stryama (Göksu) ırmağı üzerindeki “Araplı Köprüsü”nden geçmesi ilgimi uyandırmıştı. Anlaşılan, Levski hafiyelik yapan Bulgarlar tarafından ele verilmekten korkuyormuş.
Anlatmak istediğim, “reket” – devrimci koruma vadiyle ve devrim için insanlardan para toplama konusuna geçmezden önce, yazınızda eksik bulduğum Vasil Levski ailesi ve özellikle kardeşlerinden Petır’ın hayat öyküsüne biraz daha detay taşımak istiyorum. O zaman “reket” konusu ve toplum üzerindeki etkileri de daha iyi anlaşılacaktır görüşündeyim.
“Ailenin küçük oğlu olan Petır, milli kurtuluş hareketine baş koyan, ağabeyi Vasil’e devrimci ve havari etkinliklerinde etkin yardım eden, fırtınalı yılarda ise, hatta Hristo Botev çetesine katılan gençlerden biridir. Vratsa (Vraça) Balkanındaki o çarpışmalarda ağır yara almış, tutuklanmış ve ömürlük hapis cezasıyla Diyarbakır’a gönderilmiştir. Nasıl olduysa işte, Diyarbakır Kalesinden kaçmış ve Rusya’ya geçmiştir. Halk gönüllüsü birlikleri saflarında katıldığı Kocabalka’nın “Şipka Tepesi” Süleyman Paşa güçleriyle çarpışmalarda kafasından, göğsünden ve bacağından ağır yara almıştır. Tedavi için Ukrayna’nın Harkov şehrindeki askeri hastaneye götürülmüş, cerrahlar kangrenleşen sağ bacağını kesmek zorunda kalmıştır. 3 Mart 1878 San Stefano (İstanbul-Yeşilköy) geçici Barış Protokolü’nün imzalanmasından sonra, bir gözü görmez, kulakları ağır, tek bacaklı, vebaya yakalanmış bedbaht bir halde Karlovo’ya dönmüştür. Karlovo’da hiçbir kimse, idareciler ve yerli dilini yutmuşlar, onun özürlü bir erkeğin geçinmesini sağlayacak bir iş başvurusunu her defasında yanıtsız bırakır. Bulgar Prensliğinde ve Doğu Rumeli’de durum değişmiş, eski hademeler kısa sürede mal mülk sahibi olmak için kudurmuş ve insan halinden anlamaz olmuştur.
1881’de vebadan hayata gözlerini yumana kadar cami kapılarında el açarak geçinmeye çalışan, hayatını halkın özgürlüğü hayallerine kurban eden Petır Kunçev’in öyküsü, hemşirelerinin onu, ailesini, yakınlarını kabul etmemesi, kadere terk edilmiş bir şekilde aç susuz, gelirsiz geçimsiz ortada bırakması çok düşündürücü bir ibret olayıdır. Halkın devrimcilik taslayıp balkana çıkanlardan, bayrak sallayıp para toplayanlardan yüz çevirmesi, Rusları da kabul etmediği, ruhunun kaynadığı ve Osmanlı’dan kopmak istemediğine en kesin kanıttır. Türklerle Bulgarların iyi komşuluk ortamında yaşamaya devam ettiği ortam 30 yıl havasını korumuş ve esasız yeniliklere kapı açmamıştır. Levski ve yakınları unutulmuş, hatta bugün Müze olan V. Levski evinin üzerinden yol geçirilmesi kararı alınmış ve çizimler yapılmıştır. Karlı ova anlamına gelen Karlova şehrinin ismi “Levskigrad” olarak değiştirilse de yerli Bulgar ve Türkler imza toplayarak yine Karlı Zade lala Ali Beyin adına döndürülmesini sağlamayı başarmışlardır.
Burada birçok soru birbirine eklidir, bağlıdır ve zincir halkaları gibi birbirinin devamıdır. Ağabeyi Vasil bu kasabada papazlık, komşu köy Voynyagovo’da öğretmenlik yapmış, Hacı Dimitır çetesi bayraktarı olmuştu. Bulgaristan Halk Kurtuluş İç Hareketi Merkez Komitesi Başkanlığına yükselmişti. Sonunda Sofya Askeri Mahkemesinde yargılanmış ve hayatına kendi iradesiyle son vermiş olsa da, doğup büyüdü kasabadaki tüm Bulgarların ve ailelerin, soyların, akranların, akrabaların ve idarenin kendilerinden yüz çevirmesini hak edişini anlayıp anlatmak hem çok zor, hem de çok anlamlıdır.
Savaştan sonraki ilk yıllarda Bulgarların Osmanlıdan kopup düzenlerinin bozulmasını istemediğini düşünmemiz doğru olabilir mi? Yoksa belirsizlik içinde herkes birbirinden çekinir ve korkmuş durumda olduğundan bu kadar sert davranılmıştır. Üstelik sen “Ruslar için savaştın, onlara el aç” diyen de olmuştur. Bulgar esnafın Rus İmparatoru’na bağlanmayı kabul etmeyişi de bu şekilde dışa vurmuş olabilir. Şöyle düşünmüş de olabilirler. Ağabeyin Vasil “devrim için o kadar para topladı, sonra kendine kıydı, paralar kime kaldı? Hani gün gelir, geri verecekti!” sorusu da ağır basmış olabilir diye düşünüyorum. Osmanlı çok merhametli bir toplum düzeni kurmuştu. 500 yıl Türklerle beraber olan Bulgarların birbirlerine karşı daha ilk günden birbirine karşı bu kadar merhametsiz davranması akıl erir gibi değil. Sigara olsa ve aynı ortamda içilse insanın üstüne sinerdi…
Çar Ferdinand, 1903’te Karlovo’da Vasil Levski anıtı temellerini atmış olsa ve 1907’de anıt açılsa da şehrin ruhu değişmemiştir. Her yıl yapılan Levski’yi anma devlet törenlerine toplanan devlet erkanı, Osmanlı’nın son döneminde bölge idarecisi olan, 1876 Nisan Ayaklanmasını bastıran, Klisura şehrini ateşe veren, Koprivititsa asilerini tutuklayan, Panagurişte isyancılarının Bayraktarı Rayna Kreginya’yı tutuklayan ve evinde konuk eden, bölgede nizam sağlamak için askeri güç kullanan, halen sendikalar merkezi olara kullanılan Tosun Bey’in Konağı devlet konuklarını karşılama ve uğurlama mekanı olarak kullanılıyor. Bu şehrin en gözde binalarından biri de Ali Bey Vakfı tasarruflarıyla 1485’te hizmete açılan “Kurşun Cami”, Karlı Zade la la Ali Bey tarafından kurulan bu şehrin incisidir. Ne yazık ki, günümüzde milliyetçiler tarafından yönetilen şehirde belediye tarafından gasp edilmiş ve kapıları kapalıdır.
Bulgar milli duygusu kapitalist topluma aittir. Karlova gibi Balkan altı şehirlerde 1850’lerden sonra Bulgarlar arasından kapitalist üretim ilişkileri gelişmeye başlamış, esnaf ve tüccarlar milli Pazar oluşturma hevesinde, özgürlük ve bağımsızlık bayrağını bu şehirde dikmiştir. Osmanlı da, zamana ayak uydurarak, Bulgar kavmine hem kapitalist (sermaye sahibi) hem de el kol emeğini satan işçi, amale, zanaatçi veya aydın papaz ve öğretmen olma hakkı ve özgürlüğü tanımıştı. Şehirde, gülcülük, lavanta üretimi, bağcılık, sebze üretimi ve hayvancılık sanayi işletmelerine ham made vermiştir. Bulgaristan’da ilk pamuklu, ipekli dokumacılık ve el işlemeli halıcılık burada yaygın haldedir. Fakat devrime açılan yol parayla yürünecekti. Gerekli olan parayı, Sırp’tan, Rus’tan, İngiliz ya da Alman’dan borç olarak değil, halktan toplama fikri V. Levski’nin aklına İstanbul’da esmiştir. O istenilen parayı vermeyenlerin sorusuz sorgusuz idam edileceğini açıklayan kişidir. Hem de milli devrim için gerekli ilk parayı 1868’de Osmanlı İmparatorluğu Devlet Konseyi üyesi olan İvanço Hacı Pençoviç’ten talep etmiş ve şöyle almıştır.
1822’de Rusçuk’ta dünyaya gelen ve 1945’te Paris’te hukuk öğrenimini tamamlayan Hacı Pençoviç, 1817’den 1857’ye kadar Rusçuk (Ruse) belediye meclisi üyesinin oğludur. 1865’te Rusçuk valisi olarak Mithat Paşa’nın atanmasıyla, kendi aralarında Fransızca konuşan ve Osmanlığının dönüşerek değişimini evrim yolunda gören, Rusçuk eyaletinde Türk ve Bulgar çocuklarının aynı okullarda eğitilmesi gereğine inanan bu iki aydın devlet adamı arasındaki fikirsel yakınlaşma, Tuna şehrinde bir Türk-Bulgar Okulu kuruculuğunda pekişmiştir.
1868’de Mithat Paşa Osmanlı İmparatorluğu Devlet Konseyi Başkanı olarak yeni görevine atandığında, Rusçuklu dostunu unutmamış ve Devlet Konseyi üyesi olarak göreve buyur etmiştir. Nihat Paşa Hacı Pençeviç Dostluğu İstanbul’da devam etmiştir.
İşte böyle bir ortamda 28 Ağustos 1872’de Vasi Levski İvanço Hacı Pençoviç’le şöyle tanışmıştır. Levski bir iş için İstanbul’dadır. Huzurlu bir evde gecelemesi gerekir. Büyük Ada’da oturan Hacı Pençoviçi bulur, güler yüzle karşılanmasa da, evinde konaklar. Vevski, komite kurduklarını mali yardıma ihtiyaçları olduklarını anlatır ve ev sahibinden 80 lira yardım talep eder.
Pençoviç 100 lira verir ve buna karşılık Levski kendisine bir imzalı makbuz ve bir rozet verir. Bunlar devrimci davaya yardımda buluna tapudur.
İvan Hacı Pençoviç Bulgaristan milli kurtuluş davası için kendisinden para istenen “reket” gören ilk kişidir. Parayı vermezse öldürüleceğini bilir. Bunlar binlerce kişidir. Levski, “devrimci reket” usulüyle makbuz karşılığı 4,5 kg altın toplamıştır. Fakat altın toplayan komitacılar 25 kişidir. Ötekilerden hiç biri hiç kimseye rozet ve makbuz vermemiştir. İnsanlar boğazına pıçak dayayarak “devrim için” para toplayanlardan biri olan Loveç (Lovçalı) Marin Popnikalov Loveç Devrim Komitesi üyesi olarak topladığı 1 364 adet altınla tutuklanmış ve mahkemeye verilmiştir.
Bulgar Milli Devrim Hareketinin insanları ölümle tehdit ederek zorla para toplamasına “reket” denmiştir. Bu işten çok insanın canı yandığı için Karlovo esnafının Levski hanesine, kardeşi Petır, Babası ve anasına karşı kesin dışlayıcı tutumu bundan da kaynaklanabilir. Bu, XIX yüzyıl sonunda Bulgar nüfus içinde beliren güvensizlik nedenlerinden de birisidir. “Bulgar’dan ödünç para alınmaz!” “Bulgar’a ödünç para verilmez” gibi Türk atasözleri de o zaman belirmiştir. Böyle durumlarda kullanılan “arkasını arama” değimi de yaygındır.
Bu vasfın Bulgar dilindeki adı “reket” olup, kimi yerde devlet idaresinden kişilerle bağlantılı olan zorbacı gruplar tarafından gerçekleştirilen, koruma vaadine karşı şiddet kullanarak para toplamaktır. “Reket” şiddeti uygulayanlara idam cezası Osmanlıda olmadığı gibi günümüzde de yoktur. Bu şahıslar dış devletlere ajanlık yaptığından dolayı komitacı cezalandırılamaz şayiası alıp yürümüştür. 150 yıllık Bulgar tarihinin psikolojik analizine bakarsak halkın, kamuoyunun yasa dışı işlere tepkili olduğunu görürüz.
Reket olayları Bulgar kişiliğine ana çizgi olarak yerleşmiştir. 2019 yılında ülkenin en önemli sorunlarından biridir. Bu sene Bulgaristan’da yüz binlerce domuz öldürüldü. “Afrika vebası” aldı yürüdü. Geçen sene “veba” koyun ve keçileri sarmıştı. Avrupa Birliği önleyici tedbirlerin parasını önceden göndermiştir Paralar dağıtılmış ama ilaçlar gelmemiştir. Bulgaristan’da her işe adı karışan Ahmet Doğan’ın “Volf” temizlik, süpürme ve çöp taşıma firması Şumen ve Varna’da iki adet öldürülen hayvanları yakma merkezi kurmak için Bulgar devletinden 60 milyon leva para almış, ama merkezler kurulmamıştır. Bu nedenle öldürülen domuzlar yakılmıyor, oraya buraya gömülüyor. Bu olayı açıklayan ve devlete bildiren “NOVA TV” gazetecisi Ginka Şekerova ise işten atılmıştır. Yani “reket” olaylarının ardında olan devletin kendisidir. Karadayı’nın köyüne yapılan 10 milyon veva “dağ köşkü” yatırımı da aynı işlerdendir. F 35 amerikan uçaklarının alınmasına el kaldıran milletvekillerine kaşan bin dağıtıldığı ise henüz açıklanmamıştır. “Reket” bizim ayrık otumuzdur. Çingene çocuklarını okutmak için Avrupa 400 milyon Avro göndermiştir, çocukların hepsi cahil, paralar yutulmuştur. Köy ekonomimizi kalkındırmak için 10 senede gelen 7,8 milyar Avro da kayıplara karışmıştır. Bu olayların hepsinin adı dolandırıcılıktan, rüşvette ve kayıplara karışmadan önce “rekketir.” Parayı vermezsen git mezarını kaz anlamındadır.
Bu olayı özellikle şiddetli bir şekilde 2007 ve 2008/9 yıllarında yaşadık. Eski partizanların torunları, 10 Kasım 1989’da Todor Jivkov devrilince “devrimci reketten” dedelerinin payını alamayınca, fidye için insan kaçırmaya başlamışlardı. Kişi başı birkaç milyon leva istiyorlardı. Çok vatandaş burunsuz ve kulaksız kaldı.
2019’da beliren yeni “elektronik reket” grupları doğrudan hükumeti devirmekle tehdit ediyorlar. Milli Gelir Ajansı (NAP) verilerini (5 milyon kişi, şirket ve kurum) indirip dış ülkeye çıkarınca, Borisov’tan saat saymasını istediler. Birinci işleri ele geçirdikleri kişisel verilerle “bankalardan başkası adına kredi çekmek” ve halkı borçlandırmak oldu. Levski zamanında başlayan “reketin” yeni adı halkı banka borçlarıyla boğmaktır. Osmanlı bu işlerle başa çıkmayı başarmış da günümüzde genel olarak yolsuzluk dediğimiz olay rapor ve dosyalara girmiş ve Birleşik Amerika Senatosu’na sunulmuş durumda. New York’ta açılan ilk Bulgar dolandırıcılık ve rüşvet yani “reket” davası 200 milyon Amerika doları üzerinden ve Hak ve Özgürlük Hareketi milletvekili ve Ahmet Doğan’ın en yakın dostu Delyan Peevski hakkında açılmıştır. İncelemeye çalıştığımız olay Bulgaristan’da 150 yıl derin kökleri olan ve toplumu sürekli sarsan bir kötülüktür.
Okuyanlara teşekkürler.
Bu bela hepimizin başındadır…
Paylaşınız lütfen.