BGSAM Yayınları:
Tarih: 01 Ocak 2018
Hazırlayan: BGSAM
Konu: – Bulgarların Bulgaristan ve Bulgaristan Türkleri stratejisi nedir?
– Rusçular şunu unutmasınlar: Bulgaristan batının güvenini yitirdiğinde, Türkiye’ye kalacaktır!
– Birleşik Amerika ve Batı Avrupayı “canlarından can” olduğumuza ve bir Rus ya da Türk bölgesi olmak istemediğimize ikna etmeliyiz.
Putin ve Erdoğan
Kaleme alan. Bulgaristan’ın eski Moskova Büyük Elçisi, Sofya’daki ABD Vakfı tarafından finanse edilen “Faktor. bg” elektronik yayınında politika yazarı Nikolay Vasilev. BGSAM 2018 yılında Bulgaristan, Avrupa Birliği Bulgaristan Başkanlığı ve Bulgaristanlı Türkler konularında çıkan yorum, yazıları ve söyleşileri Türkçeleştirerek okurlarına sunacaktır. Bu yazı bir stratejik değerlendirmedir ve Bulgaristan Türkleriyle ilgili Bulgar kamuoyunda egemen görüşlere yer verdiği biçin seçilmiştir.
***
2017’de “Faktor. Bg” okurlarıyla Modern Bulgaristan tarihi; Bulgaristan’ın ceo-politik konumu; Geçiş Döneminin özü; dünya birincileri arasında ilk sıra devletlerinden biri olabilme şansını nasıl kaçırdık gibi konuları işledik.
Analizlerimiz farklı konularda olsa da, hedefimizde Bulgaristan’ın geçmişine, bugününe ve geleceğine ilişkin görüşleri sistemleştirmeye çalıştık. Bu sistemleştirmeye “ulusal doktrin” diyenler de var.
Naçizane görüşüme göre, içine kapanmış bir köylü, “kuru kara toprak”, “Doğulu” halktan dünyaya açılmış, “Batı tipi” bir sivil toplum ulus, tüccar, denizci bir halka dönüşmemiz için sürekli çaba göstermeliyiz. Anlam veremediğim yasağa rağmen, kahve ve çayhanelere bacak bacak üstüne oturmuş sigara içmekten keyif alan abdallar ulusu olmaya lanetlenmiş olduğumuza inanmıyorum. Böyle olsaydık, interneti en iyi ülkeler sıralamasından ilk sıralarda yer alabilir miydik? Ülkemizdeki yatırım ve iş ortamı gönül açıcı olmasa da, bu kadar çok bilgisayar şirketimiz olur muydu?
Daha önceki yazılarımda okulda en önemli şeyi resim öğretmenimden öğrendiğimi paylaşmıştım. O, ”genelden detaylara doğru hareket edeni” sözlerini sıkça tekrar ediyordu. Önemsiz ayrıntılar için strateji çizmemize gerek yok. Daha önce bunu yaptığımızda başımıza felaketler geldi!
Bulgaristan için büyük olan tablo nedir?
Birleşik Amerika Stratejik Analiz Ajansı “Stratfor” tablosunda biz, dev bir Balkan devleti aynı zamanda bir Avrupa cücesiyiz. İlginç değil mi? Şu bir gerçektir. Balkanların en güçlü ve en zengin devletini kurma kaynaklarına sahip olan Bulgaristan’dır. (Dış etkenlerin etkisi altında kalmadığında bunu her zaman yapabilmiştir.) Ne ki buralarda dış etkenler hiç eksik olmadı. Balkanlar ceo-politik olarak depreme duyarlı bir döküntü bölgesidir. Biz her zaman “bozkırlardan” gelen ( Balkanları periyodik olarak kırıp döken fakat bizim buralarda 20-30 yıldan uzun bir dönem kalmayan) sürülerin ve Anadolu yönünden gelen (ve asırlarca süren) fetihçilerin saldırılarına uğramış ve benzer saldırıları şimdi de bekleyerek yaşamaktadır. Bundan 140 yıl önce Bulgaristan Rusya ve Osmanlı İmparatorlukları arasında yürütülen büyük bir savaşta çarpışma alanı olmuştur. O zaman yaşayan Bulgarlar Osmanlı sultanını Rus Çarıyla değiştirmek değil, bir Avrupa (Batı) devleti kurmak istiyorlardı. Rusya’ya bağımlılıktan kurtulmamız, Bulgar Çarlığı ile Doğu Rumeli’nin birleştirilmesi. Bu yönde atılmış adımlardır. 1913 sonlarına doğru Londra Barış Antlaşması imzalanırken, bir ulus olarak başarılı olduğumuz görünümü vardı. Ege Denizine çıkma hakkımız meşrulaşmış ve gelecekte önce Büyük Britanya ve ardından da Birleşik Amerika’nın stratejik müttefiki olma olanakları belirmişti. Ne ki, bunlar olacağına, art arda stratejik yanlışlar yaparak, Rusya ve Sırbistan tarafından kurulan bir tuzağa düştük Ak Deniz havzasından uzaklaştık, daha sonra Hitler önünde boyun eydik ve Stalin’e kolay av olduk. 1944 yılından sonra Demir Perde ardında Avrupa demokrasisi için en iyi 10 demokrasi yılı yaşarken
Sosyal ve manevi çöküşün en kötüsünü yaşadık.
Tüm bu olaylar birbirine bağlıdır. Belirleyici önem taşımayan olaylar yüzünden büyük stratejiden uzaklaştık ve içinden çıkmak çok zor olan yanlışlar girdabına kilitlendik. Ben, hiçbir zaman Rusya ve Türkiye ile iş olsun diye Rusya veya Türkiye ile yüzleşme çağrısında bulunmam. Ne var ki, bizim stratejik çıkarlarımızla onların stratejik menfaatlerinin birbirine taban taban zıt olduğunu kavrayamamamız da aptallık olur. Tarihin belirli dönemlerinde Rusya ve Türkiye elitleri Batı Dünyasından bir parça olmak istemiştir ama her defasında bunun imkân dışı olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durumda onların seçeneği nedir? “Stratejik Derinlik” aramaları doğaldır, yani Doğu Avrupa’da ve Balkanlar’da (en azından) etki alanı sahibi olmak isteyeceklerdir. Bizim temel çıkarımız onların bu emellerinde yolda kalmalarıdır. Burada kişisel olan hiçbir şey yoktur! Biz onların yolunu kendi güçlerimizle asla kesemeyiz, başta Amerika Birleşik devletleri olmak üzere Batı güçleriyle (ekonomik, politik ve kültürel) bağlanmak ve onları “canlarından can olduğumuza” bizi Rusya ve Türkiye nüfus alanında asla bırakmamaları gerektiğine onları kesin ikna etmemiz, hepimiz için hayati önem taşır!
Söz konusu olan Amerikalılara “dalkavukluk etmek” değildir, çünkü bu işler dalkavukluk etmekle olmaz. Bizim kendi stratejik çıkarlarımızı uygulamalıyız!
Bizim güçlü kurumlarımızı oluşturmak, Bulgaristan’ı özgür iletişim araçları olan, yatırım ortamı güvenli olan, entelektüel mülkiyet de bu arada, özel sektör için güvenli bir ortamı olan bir ülkeye dönüştürmeliyiz. Dinin düşmanlık aşılamak için kullanılmasına olanak tanımadan, ibadet haklarını güvence altına almalıyız. Cinsellikleri farklı olan kişilerin diğerleriyle eşit ve normal yaşayabileceği bir ortam oluşturmalıyız. Batılı bir kişinin kendini evinde hissettiği ve otomobiliyle gelebileceği bir ülke olmalıyız. Taksi çağırdığında bir tuzağa düşürüleceğinden korkmayacağı ve otel araç parkı alanındaki bekçiyle bile İngilizce dört laf edebileceği bir ülkeye dönmeliyiz. Estonyalılar buna yapabildiğine göre biz de yapabiliriz. Bunu yapamadığımız takdirde, uzak bir vadede Bulgaristan’ın toslayacağına şimdiden inanmalıyız!
Rusya ve Türkiye insafa gelmez!
Her hangi bir hedefe ulaşabilmek için, Rusya ya da Türkiye ile yani ikisinden biriyle “ortaklık yapamayız.” Bu ikisinin devlet sınırlarını aşarak Batıyı yönünde hamlede bulunması bizi ürkütmelidir. Onların dünyasına düştüğümüz an bizim için herşey bitmiştir. Rusçular, bizim ulusal kimliğimizin bir parçası Bulgaristan’ın Rusya’ya bağlılığıdır demeyi seviyorlar. Onlarla tartışman istemiyorum. Ne yazık ki, uyanış çağımızın ulusal stratejisine bir bütün olarak zarar veren, zamanını doldurmuş bu görüşe bağlı kalmış pek çok Bulgar hala aramızdadır. Belki de, Rusya yarın hukuk üstünlüğü ve yüksek düzeyde yaşam standarttı olan bir modern ve demokratik devlet haline gelebilir. Müttefikleri de gönençli günler görebilir belki… Mucizelere inanma günleri Noel ile birlikte geldi geçti. Rusya’nın Berdaev’in kitaplarında anlatılan yoldan yürümeye devam etmesi daha muhtemeldir: “Kaba bir yaşam tarzı, kargaşa ve çöküş, güce dayanan imparatorluğun yeniden derlenip toplandığı” izleniyor. Rus devletinin tek müttefiki kendi ordusu ve deniz kuvvetleridir! Dostoevski’yi okumayı sevip sevmememiz (bunu bizde yapanların sayısı çok azdır) ya da uzun çalanlardan Rus şarkıları dinlemeyi sevip sevmemize (onları dinlerken ben de zevk alıyorum) biz Bulgarlar için önemli olan
Ruslardan her yerde ve her zaman uzak durmamızdır.
Rusya gücünün zirvesinde olduğunda, biz Bulgarlar onun nüfus alanı dışında kalmaya çalışmalıyız. Yıkılırken ise, oluşan kargaşanın girdabından uzakta kalmamız zorunludur. Bulgar Rusofilleri şunu çok iyi bilmek zorundadırlar, Biz Batının güvenini yitirdiğimizde, Türkiye’ye bırakılacağımız olasılığı çok büyüktür!
Bulgaristan yurttaşlarından küçük olmayan bir oran Müslümandır ve onların daha büyük kısmı etnik Türk’tür. Onların, layık demokratik Bulgaristan’ı “öz” devletleri olarak kabul etmelerini sağlamamız bizim için çok önemlidir. Bulgaristanlı Türkler de diğer Bulgaristan vatandaşları gibi Güney Doğu komşumuzun giderek demokrasiden daha da uzaklaşmasından ve İslamlaşmasından korksalar da bu iş pek kolay olmayacak. Bu yüzdendir ki, Bulgar Ulusal Televizyonunda (BNT) Türkçe haberler gibi ya da Sofya’da ikinci bir cami kurulmasına karşı yükselen çığlıklar gibi Bulgar milliyetçiliğinin her belirtisi, Bulgar ulusal çıkarı için son derece tehlikelidir.
Bulgar vatandaşlığı kanununu değiştirmemiz gerektiğini daha önce defalarca yazdım. Göçmenlerin Bulgar vatandaşlığını çocuklarına da vermesi normaldir. Fakat biz bu işe şartlarımızı koşmalıyız: Dış ülkelerde dünyaya gelen çocukların Bulgar vatandaşı kaydının yapılması için, anne-babalarının 5 yıl Bulgaristan’da yaşamaları gerekir. Bunu yapmazsak, yıllar sonra, Bulgarca bilmeyen ve Bulgaristan’la hiçbir ilişkisi olmayan milyonlarca Bulgaristan vatandaşı yaşadığı gerçeğiyle yüzleşeceğiz! Bu temele dayanarak “azınlık” ve “kolektif haklar” isteklerini geri püskürtebilmemiz için “Bulgar kökeni” kavramını – (herhangi bir anlaşmaya göre göç etmemiş olan) Bulgar episkop uğunun üyeleri olan veya ilgili ülkenin yasalarına göre kayıtlarda Bulgar görünen “Bulgar vatandaşların evladı” gibi, şeffaf olmayan bir etnik kavrama uzanan, bir kurumsal kavram olmaktan kurtarmalıyız. Bulgar kökenli olduklarından dolayı Bulgar vatandaşlığı isteyen kişilerde, Bulgarca ağızlarından biri de olabilir ama Bulgarca bilmeleri istenmelidir. Bütün Balkanların Batı karakterini koruyabilmemiz için diğer Balkan halklarıyla bağlaşıklık ilişkileri geliştirmeliyiz. Zor bir iş, ama olmayacak diye bir şey yok.
Biz Makedonya ile geleneksel Bulgar kültür mirasının eşit haklı varisleriyiz. Bundan, 20. Yüz yılın acılı olaylarından kaynaklanarak, bizim Makedonlara bizden farklı kimlik tanımamız öne çıkmaz. Onlara “Makedonya Bulgarlarındır” sözlerini sürekli kakmamıza gerek yok. Fakat biz onlara “Bulgaristan’ın onların da olduğunu” anımsatmalıyız. Onları “Makedon dili olmadığına” ikna etmeye çalışmamız saçmalıktır. Günümüzün Makedonlar’ı için daha anlaşılır olması için onlara Bulgar imla kurallarından ve Bulgar edebiyatından örnekler sunmamız çokm daha akılcı olur. Kuzman Şapkarev vaktıyla böyle bir davette bulunmuştur. Son dönemde ise, artık hayatta olmayan Profesör Blagoy Şklifovda benzer çağrıda bulunmuştu. Ne ki onların isteklerine dikkat eden olmadı. Şu da çok önemlidir. Demir Perde ardında yaşadığımız sosyal ve ahlaksal çöküşün sonuçlarını aşmayı başardığımızda, Makedonları, geleceklerinin eski Yugoslavya’nın yok olan halklar “ailesiyle” değil, daha büyük bir ihtimalle Bulgarlarla olduğuna ikna edebiliriz. Yunanistan’ın Batı Kıbrıs’la sürdürdüğü tesis ilişkilerine benzet ilişkiler tesis edebilmemiz için çok çaba göstermemiz gerekecektir. Fakat bunu yapmak Bulgaristan’ın stratejik çıkarlarına uygundur. Bu işler Sırplarla çok daha zor olacaktır. Ancak Sırpların Morova ve Vardar boyu Makedonya’sı yönünde yayılmaya başlamalarının son hesapta her defasında onları iflasa götürdüğü Belgrat’ta kavranmaya başlandığında, biz gerçek müttefik olabiliriz. Ben, 1998’de, Sırbistan’ın Kara Dağ ile bağlaşıklığını mutlaka koruması ve (Bosna’daki) “Sırp Cumhuriyeti” ile olası en yakın ilişkiler geliştirmesi ve Kosova’dan KURULMASI gerektiğini yazmıştım. Sırp idarecileri “Kosova çatışmasını” seçti, olumsuz baskılarını sürdürdü, Bulgaristan’la işbirliğinden elde edeceği kazanımları dikkate almak istemedi.
Moskova ile oyun kurdu ve tosladı.
Kendileri için çok daha büyük önem arz eden Kara Dağı’yı, Adriyatik Denizi’ne çıkışı ve Batının iyi niyet kırıntılarını kaybetti. Belgrat bu doktrini gözden geçirdiğine işaret vermiyor. Bölgede yitirdikleri nüfuslarını yeniden diriltmek için bölgenin “Avrupa ile bütünleşme” çabalarından yararlanma yolunca yürümeyi öğütlemelerini öğütlememiz bizim için pekiyi olmaz. Arnavutluk ve Kosova ile müttefiklik ilişkileri kurmak Bulgaristan için çok önemlidir. Bu iki ülkenin uzakta tutulması muhtemelen “Avrupa – Asya” cephelerine kaymalarına neden olabilir. Sırbistan’ın Makedonya üzerindeki (ekonomik, kültürel ve politik” etkisinin sona ermesi Bulgaristan ve Yunanistan’a eşitler arası ilişki kurma olanağı sunar. Bulgaristan’ın Ege Denizine başlı başına (egemen) çıkışının son derece önemli olduğunu defalarca yazdım! Bulgaristan’ın Ege Denizi kıyısına kendi başına yerleşmesi onun dünyadaki yeri için belirleyici olacaktır! Fakat bu işte Bulgaristan açık veya gizli isteklerle bir şey elde edemeyecektir. Ne var ki, “eski Bulgar toprakları” , (Güney Dobruca’nın Bulgaristan’a iadeedilmesi ve Makedonya’nın Bağımsızlığına kavuşmasıyla zaten gerçekleşen) “Kahrolsun Neuilly Anlaşması türünden çılgın sloganlar” Bulgar ulusal stratejisi için hiçbir olumlu sonuç verecek nitelikte değildir. Biz ancak Yunanistan’a (binlerce yıl çıkışları ve yaşam alanları olan) Karadeniz’e çıkma olanakları önerdiğimizde Ege Denizi’ne çıkış, direk bağlantı ve ayak basma olanakları elde edebiliriz. Ne ki, bunun olabilmesi için, bizim önce Yunanları şuna inandırmamız gerekecek: Anadolu’dan gelecek muhtemel saldırı durumlarında Selanik’ten Karadeniz’e kadar olan baştanbaşa bir kuşağı deniz önüne gerilmiş bir duvar olarak değil, çünkü bu kesit artık böyle olmaktan çıkmış olacak, bir Yunan egemenlik bölgesi olarak göreceğini her yeni Bulgar hükümetinin onaylayavağına ikna etmeliyiz. Bulgar ve Yunan uluslarının büyük tabloyu görmesi ve detayları ebediyen unutması hiç de kolay olmayacak. Ben, bunun dışında kazançlı bir strateji göremiyorum.
1940 yılında Romanya ile başarılı bir antlaşma değişikliği gerçekleştirdik ve şimdi “bozkırlardan” gelecek saldırılara karşı ortak bir duvar germemiz için stratejik işbirliği tesiis etmemize engel olmaması gerekir. İyi bir diplomasi uygulayarak Moldova’daki Bulgar ailelerin (tek tek aileler olarak değil de bütün köy halkı birden) Romanya’nın da mali yardımlarıyla Bulgaristan’a taşınarak yerleşmesi için işbirli yolu açılabilir. Romanya yıllardan beri Birleşik Amerika ile stratejik ilişkiler kurmaya gayret ediyor ve Washington Bulgaristan’ı Romanya ile bir “blok içinde” görmekten vazgeçerse bizim için çok kötü olur.
Yaptığımız analizlerde, sık sık “Avrupa’dan” söz ettik. Kanımca, Avrupa bir yapıdan fazla, bir mürekkep motordur. Bu benzetmeyi, Lord İsney’in sözleriyle açarsak, Avrupa motorunun çalışabilmesi için, Amerikalıların eski kıta sorunlarını kucaklamalı, Rusların ve Türklerin eski kıtaya etkide bulunabilme olanakları kısıtlanmalı, Almanya ise kontrol altında tutulmalıdır. (Kontrol altında bulundurmanın anlamı şudur: Kıtanın pazarlarına öncelikli olaşabilmeli, fakat ekonomisi verimsiz kıta uçlarına gizlice destek sunmalı ve Doğu Avrupa hakları hesabına olmak üzere Rusya ve Türkiye ile ikili ilişkiler geliştirmesi engellenmelidir.) Vaktıyla Başbakan Adenauer, ulusunun umut edebilecek olduğu en iyi olanın bu olabileceğini umut etmişti. Angela Merkel’in ardından gelenler bunu kavrayabilecekler midir? Yoksa Almanya ve Avrupa yeniden felaket mi yaşayacaklar? Ceo-politiğin kendi yasaları vardır. Biz onları görmezlikten gelemeyiz. Bu yüzdendir ki, ben özellikle “brekzit” ten sonra kaleme aldığım yazılarımın hepsinden Avrupa’nın Amerika’dan giderek kopma “Avrupa golizmi” eğiliminin olağanüstü tehlikeler gizlediğine işaret ediyorum. Şunu da düşünelim lütfe. Birleşik Amerika ile İngiltere Rusya ve Türkiye ile gün gelip anlaşırlarsa, kurban kim olacaktır? Bu film daha önce gösterilmişti.
Sonunda şunu da unutmayalım, Bulgar ulusu olarak, içinde bulunduğumuz şu çok ağır koşullarda, birçok kez
“Kutu dışında” düşünmemiz gerekiyor.
Ayakları yere basan bir halk olarak bizim bunu yapmamız zor oluyor. Bugüne kadar sunduğum analiz yazılarımda iki soruna “kutu dışı” yani standart dışı çözüm bulmamız gerektiğine işaret ettim. Ne yazık ki, her ikisine de çözüm ararken elimize yüzümüze bulaştırdık.
Daha 1990’larda Cumhurbaşkanı Petır Stoyanov’la birlikte Latin Alfabesi’nin Bulgar dili özelliklerine uygun kılınması önerisinde bulunduk. Bu uygulamanın okullarda ders olarak okutulmasını ve gerektiğinde her kilinin “yanlış yapmadan” herhangi bir Bulgar metni Latince yazabilmesini düşünmüştük. Hepsi bize karşı çığlık attı. Stoyanov alfabemizi değiştirmek istiyor, dediler. Sonuç şöyle oldu ki, bugün gençler “maymun” dilinde yazmaya çalışıyor, Bulgarca sözler Latin harflerince yazıldığında yazılanın bir de Bulgarca okunması mümkün değildir. Örneğin “Kınev”, “Kanev” oluyor.
İkinci standart dışı sorun da çok önemlidir. Buradaki analizimiz daha ciddidir. 1990’da biz kuşkusuz bir Cumhuriyet’tik. Fakat aramızda dolaşan ve kendisine “Yüksek Hazretleri” diye hitap ettiğimiz bir şahıs vardı. Cumhuriyet koşullarında Çar olmanın anlamını açan bir yasa hazırlanmasını ve onaylanmasını önerdim. Buna standart yanıt şudur: “Cumhuriyet koşullarında Çar olmaz. Fakat bu cevap boştu ve işe yaramıyordu. Bulgar Çar’ın, etnik ve dinsel çeşitlilik sunan Bulgar halkının geleneksel canlı bir sembolü olduğuna ilişkin “özel durum” önerdim. Çar (bu unvandan kendisi vaz geçmedikçe) Cumhurbaşkanı, başbakan, başkan, milletvekili vs seçilme hakkı olmayan birisi olmalıydı. Onun bir siyasi parti yönetme ve toplumsal tartışmalarda taraf olma hakkı olmamalıydı. “Çar mülkleri” Bakanlar Kurulu’nun hazırladığı bir yönetmelikle Çarın kendisi tarafından idare edilebilirdi. Önerimle alay edildi. Bulgaristan Avrupa monarşi sülalelerinin hepsiyle yakın ilişkisi olan bir kişiden yararlanacağına, Sakskoburgotski’nin tarihsel kişisel statüsünü aleyhimize kullanmasına olanak verdik. İkinci Semiyon Ulusal Hareketi’nin (NDSV) belirmesiyle Bulgaristan’da parti sistemi tuzla buz oldu, dev rüşvet olaylarına yeşil ışık yakıldı, “Çar Mülkleri” davaları Bulgar kamuoyunu bugün de zehirlemeye devam ediyor.
Sayın okurların, demokratik toplumlar bugün ciddi bir bunalım yaşıyor. Bulgaristan demokratik dünyadan bir parça olabilecek mi? Bunun güvencesi yok. Doğudan gelen borazanları işitmemek, ülkemize çullanmış tehlikelerle baş etmemiz, komünist rejim zamanında alıştığımız ahlaksızları aşmamız için büyük irade sahibi olmamız zorunlu oldu. Gelen fırtınada alabora olmamamız için iyi bir pusulaya ihtiyacımız var. Şuna kesin inanıyorum. Arkada klan 28 yılda biz hepimiz komünist rejimi lanetleseydik, kök yeriz ama eskisi gibi olmasını kabul etmeyiz deseydik ve Moskova’dan kopmayı Geçiş Dönemi’nin ana ödevi olarak kabul etseydik, bugün Bulgaristan’da daha kolay yaşanacaktı. Özgürlüklerin egemen olduğu huzurlu ve güvenli yaşanan kıyılara çıkıp demirlememiz için yönümüzü iyi belirlememize çok çaba harcamamız gerekecek.
2018’de Tüm mutluluklar sizin olsun.