Yaz mevsiminin gelişiyle birlikte yeryüzünde cemâdattan nebâtata, hayvânattan insanâta farklı bir hareketlilik gözlemlenir. Yüzü gülmeyen dominant bir baba mizacındaki kışın, ılık bahara ve akabindeki sıcacık yaza teslim olması adeta iple çekilir. Hele de arsızca açılıp saçılma sevdalıları için bu iştiyak bir o kadar daha artar. Örneğin; “Yaz gelse de bi dekolte giysem”, ya da “Efendim, havalar ısınsa da şöyle bir kendimizi dağıtsak ve ya kendimize gelsek” diyenleri çokça duyarız.
Öte yandan bulunduğumuz ortamda “aman canım, ne var bunda sanki”,”bundan daha doğal ne olabilir ki”, “hem sonuçta bu bir kültür meselesidir” diyenleri duyar gibiyim. Onlar “sözde çağdaşlık” ve “hayâlî ilericilik” filmlerini çevirip de bi türlü bitiremeyenler. İnsanoğluna emanet olarak verilen bedeni ilkelce teşhir etmeyi kültür meselesi olarak görmek akıl kârı değildir. Şimdi bütün gerçekliğiyle konunun altını kalınca çizelim ve üzerine basa basa vurgulayalım ki, çıplaklık furyası bir kültür değildir. Hele de müslümanım diyenin kültürü hiç değildir. Çünkü içinde yaşadığımız baskın kültürün etkisinde Müslüman gençliğimiz “rüzgara tutulan yaprak misali” nereye toslayacağını bilmeden çağa ayak uydurduğunu zannetmektedir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’den hadis olarak nakledilen “Kendini bilen, Rabbi’ni de bilir” cümlesi dururken fazla bir şey aramaya gerek yok. Başta da değindiğimiz üzere, açılıp saçılmakla “kendini bulmaya” gayret edenler çoktan popüler kültürün bir parçası haline gelmiş durumdalar. Halbuki “kendini bilmek”ten maksat; hakikati aramak ve onu bulduktan sonra fıtrata uygun şekle bürünmektir. Bizim geleneğimizde “kendini biliş” insanın nereden gelip ne yaptığını ve nereye gittiğinin göstergesidir. “Kendini biliş” kişiliğin terbiye edilmesidir. Dolayısıyla kendimizi bilmek, tanımak ve kendimize gelmek en temel görevimizdir. Halk arasında “kendini bilmez adam” sözü boşuna söylenmemiş olsa gerek. Buradan hareketle çıplaklık kültürünün “kendini bilmezler” kültürü olduğunu söylesek abartmış olmayız.
Kültür söz konusu olunca aklımıza müzik, sanat, mimari, edebiyat ve folklor gibi sonradan üretilmiş değerler gelir. Normalde insan tabiatına yakışan bir tutum olmadığı halde sadece üzerindekileri eksiltmekle dikkatleri celbetmek kültürü oluşturmaz. Özden sapışın ve aslına yabancılaşmanın kültürdenmiş gibi sunulması kadını da erkeği de yaratılışındaki üstün konumundan uzaklaştırıp aşağıların aşağısına düşürmektir. Açıklık dediğimizde zihnimizde doğrudan kadının açık saçık hali canlansa da sadece kadın merkezli bir mevzu da değildir. Mahremiyet müslüman kadını ve erkeği ilgilendiren önemli bir olgudur. Kadınların mahremiyete dikkat etmeleri gerektiğini ısrarla vurgulayan pek çok erkeğin kendileri söz konusu olduğunda gevşek davranmaları kendi içinde ciddi bir çelişki meydana getirmektedir.
Günümüzde çeşitli vesilelerle güzel görünme adına açıklık özendirilmektedir. Her yıl seremoni şeklinde tertip edilen (lise) mezuniyet baloları, düğün dernekler, çeşitli eğlence mekanları v.s çıplaklık yarışının vitrini haline gelmiş durumdalar. Bu da yetmez dînî içerikli merasimlerimizde bile bu durum sanki normalmiş gibi karşılanmaya başlandı. İşin uzmanı olanlar da vurdumduymazlık içerisinde bu tabloyu görmezden gelmektedirler.* Efendim, meselenin aslı böyle değil veya durum bildiğiniz gibi değil demek gerçeği değiştirmez ve de geçerli bir mazeret değildir. Ya da bilmiyorum şu ayet bize hiçbir şeyi hatırlatmıyor mu: “Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.” (A’raf, 7/27)
Millî ve manevî değerlerden kopanların toplumun ortak malı haline dönüşmesi hem Müslüman aile yapısını çatlatmakta, hem kadının ve erkeğin psikolojisini olumsuz etkilemektedir. Çünkü ortama uyum sağlama bahanesiyle bir takım ahlak dışı şeyleri normalleştirmek gerekli gibi görünse de işin aslı hiçte öyle değildir. Dinimizin bize biçtiği bir model vardır ve biz o modele uygun tavır almak durumundayız. Yeri gelince göğsümüze vura vura Müslüman olduğumuzu söylüyoruz değil mi? Öyleyse kadın ve erkeği koruma altına alan edep ve hayâ örtüsünden başka bir şey değildir. Hayâ ve edep bilhassa asil kadınların süsü ve zinetidir.
Kanaatimce akl-i selîm ile düşünen vicdanların, günbegün kimliğini kaybeden evlatlarımızı popüler kültürün içerisinde eriyip gitmesine gönlü razı değildir. Diğer yandan “benim böyle bir derdim yok, hatta bu durum hoşuma gidiyor” diyerek Müslüman geçinip! alkış tutan ebeveynlerin sayısı oldukça fazla. Yalnız, kimliğini kaybetmemek isteyenlerin, tercihini haktan yana yapanların böyle bir derdi olması gerektiğine inanıyoruz. Dünyaya direk kalanlar olmayacağına göre Allah’ın hesabını düşünenler için bu bir mecburiyettir. Kendine saygısı olan herkesin bu ölçülere dikkat edeceğinden ve dikkat etmesi gerektiğinden kesinlikle hiç bir şüphemiz yoktur. Kendine saygısı olmayan kimseye de zorla bir yaşam biçimi dayatmak gibi bir telaşımız söz konusu değil. Edep ölçüleri önce kişinin kendi içinde olacak bir hassasiyettir. Birilerinin istemesiyle ahlak uyarlama imkanımız olmadığı gibi, bir başkalarının da insanlara kendilerine benzemeleri noktasında psikolojik baskı kurmak gibi bir hakkı da yoktur değil mi?
Temennimiz odur ki, yaşadığımız ülkenin mevcut dînî kurumlarında -alt ve üst konumda- bulunan görevliler bu noktada iyi analizler yaparak gerçekleri yoruma mahal bırakmayacak şekilde insanların önüne sunmalılar. Her vesileyle dile getiriyoruz ama bi netice alamıyoruz diyenler olacaktır elbette. Yalnız, bizler zaferden değil, seferden sorumluyuz. Dolayısıyla yapılacak başlıca şey bilinçlenme çalışmalarına -mevcut kadınlar kitlesini ihmal etmeksizin- önem vermektir. Zira bu böyle gelmiş olsa da böyle gitmemeli. Unutmayalım ki, hepimizi tek noktada buluşturan din kardeşliğidir, dolayısıyla ayırıp atacak hiç kimsemiz olmamalı.
Satırlarıma son verirken olur ya, belki bu mülâhazalarımızdan rahatsız olup yanlış anlayanlar olabilir. Hiç kimseyi hedef almış değiliz. Mesele, sadece herkesin görüp bildiği nâhoş bir durumun kültürel ve hassaten kültürümüzden olmadığını dile getirmekti. Her şeye rağmen doğruları söylemenin hoş karşılanmayıp önemsenmediği bir ortamda ısrarla doğruları söylemek abes olmasa gerek.