25 yıldan beri ilk kez Bulgaristan’da büyük demokrasi ateşi yakacak politik kıvılcımlanma izliyoruz. 5 Ekim 2014 erken parlamento seçimleri öncesi beliren ideolojik ve siyası duraklama aşılıyor. Çeyrek asır boyunca bir naaş gibi önümüze atılan komünist-totaliter toplumsal ceset ne kaldırıldı, ne kokusu kesildi ne de papaz ayinleri dindi. Yavaş ama kararlı dönüşüme artık bir yönelimdir seziliyor, yeni yöne birlikte dönüyoruz.

nedim birinciAhmet Doğan’ın  “Bulgar Etnik Modeli” uydurmasıyla aldatılıp uyuttulan halkımız, bu arada diğer etnikler ve Bulgar halkı semeliği savıyor. Bu uyanışında BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneğimizin, 3 yıldan beri doğru yönde yoğun bilgilendirme etkinliklerine bir gün ara vermeyen Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezimizin başarılı çalışmalarına katılan ve böylece büyük davamıza katkıda bulunan yönetime, gönüllü yardımcılarımıza ve tüm arkadaşlarıma teşekkür borçlu olduğumuzu ifade ediyorum.

Olan ve değişmeye yüz tutan büyük gerçek nedir?

10 Ocak 1990’da Bulgar gizli polisi  “DS” (Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının tüm taleplerini, hak ve özgürlük hayallerini rafa kaldırmak, daha doğrusu kasasına kilitlemek üzere) Hak ve Özgürlükler hareketini kurdu ve iplerini Ahmet Doğan’ın eline verdi.  Bu olay  polisin gizli politik tuzağıdır. 1989’da tamamen politik istekli ve politik yönetimli Mayıs Ayaklanmamızdan ve aynı yılın Ağustos’unda 500 bin Türkün topluca ülkeyi terk etmesinden, olayın uluslar arası yankılarının büyüklüğünden korkan Bulgar devleti, bacasını saran ateşi söndürmeye seferber oldu. Halkın nabzını tutan Türk politik nüve liderlerinin, demokrat aydın tabakanın, öğretmen ve hocaların, yazan çizen ve sözü geçen arkadaşların sınır dışı edilmesinde, yarım milyon Türkün yuvalarını terk etmeye zorlanmasında en büyük görev kışkırtıcı ajanlara düştü ve bunların başında Ahmet Doğan ve ekibi vardı. Doğan’ın dönek ve kışkırtıcı ekibi bu işte başarılı oldu. Büyük sayıda kurban alan ve aktıkça akan yaranın sızısı sanki biraz kesilmişti.

 

Yalnız 1989 ve 1990 değil, 1993 yılı da Hak ve Özgürlük Hareketi’nin (HÖH / DPS) geleceği, yani halkımızın kaderi açısından çok önemli bir yıldı. O yıl HÖH partisinin Büyük Kurultayı yapıldı. Bu forumda yön belirlenmişti. Bulgaristan Türklerinin önünde iki yol vardı:

 

Bir, Bulgar toplumundan uzaklaşarak ayrılmak, kendini tecrit etmek (izole olmak, kapsülleşmek). Geçiş Döneminde gerçekleşen bu sinsi planı çizen, BSP Başkanı, KGB ajanı, Başbakan Andrey Lukanov ve DS’nin yetiştirdiği gizli ajan Ahmet Doğan’dı. Bu şahısların ikisi de Moskova (KGB) ajanı olduklarından, aslında bizim Bulgar toplumundan ayrılmamızı, kopmamızı, bir tümör gibi vücudu ezmemizi ve toplumsal bünyeyi devamlı rahatsız etmemizi Rusya istiyordu. Onun yeni planlarında güçlü ve muhtaç olmayan bir Bulgaristan’a yer yoktu.

 

Bu gidişi durmak isteyen halkımızdı. 2009 seçimlerinde Bulgaristan Türklerinin yarısı HÖH partisine oy vermedi. Her şey birden olmuyor tabii.  Bu seçim arifesinde kapıyı açan Başkanı Boyko Borisov ve liberal demokrat bir yapılanma olan GERB partisi oldu. Borisov’un tek başına iktidar olduğunda 10 Türk Bakan yardımcısı atayacağını açıklaması, işlerin bugünkü tıkanma nokrasına kesin kanıttır. Bulgar politik sisteminde, HÖH’ün yanlış olduğu defalarca ispatlanan, “Bulgar etnik modeli” ile zehirlenen toplum yapısı hastaneliktir. Bugün “Bulgar Etnik Modeli” bir cesettir. Avrupa’yı da kokutuyor. Brüksel “Siz azınlıkları ne zaman topluma katacaksınız” diye sormaya başladı. Cevap yok.

 

İki,   Demokratikleşen Bulgaristan toplumunda bütün politik partilerin tüm etniklere kapılarını açması, vatandaşın istediği partiyi seçmesi, politik yaşama özgürce katılmasına yol verilmesi şıkkı vardı.1993’te HÖH kurultayı bu yolu kapadı. Büyük politik güç olan ve toplumsal dönüşümde öncülük yapmak isteyen Sosyalist Parti (BSP), parti yönetiminde tek Türk ve Müslüman’a yer vermedi, “Bulgarlaştırma” süreci için özür dilemedi, gizli ırkçılık ve milliyetçilik besleyerek “eritme ve asimile etme” politikasıyla toplumu devamlı karıştırdı, Müslüman milletvekili seçmedi,  bakan göstermedi. Bize ikinci sınıf insan olarak baktı. Bizi Ahmet Doğan sürüsünden koyun gibi gördü. Ve bu yaklaşımının hesabını 11 defa seçim yenilgisi, her yıl parçalanma ve derin çöküşle, terziye ısmarladığı beyaz bayrağı göndere çekme durumuna gelerek ödemek zorunda kaldı.

 

Bu arada, Moskova Bulgaristan’da ana iş gücü olan Türklerin ülkeyi terk ettiğini gördüğü için, ülkenin ekonomik olarak çökeceğini öngörmüştü. Kendi yardım elini de geri çekerek, hammadde fiyatlarını yükseltip bu yıkılım sürecini hızlandırdı. Bugün Bulgaristan bir harabeliği andırıyorsa, yıkıma götüren gelişmenin kuyusunu kazan Rusya yönetimi oldu.

 

Bu politik kısır döngüde HÖH partisinin Moskova’dan aldığı ödev BSP’yi desteklemekti. Çünkü demokratik Batı dünyası ve totaliter Moskova rejimi arasında gidip gelen BSP yönetimi Bulgarlar toplumunda Rusyacı kanattan oy alıyordu. Batı ile ılımlı olma ve ödünler vererek Avrupa’daki mevcut durum içinde kalma ise sadece bir politik oyundu. Son yıllarda Rusya’nın Balkanlara ve Karadeniz jeopolitik alanına daha da yayılma atılımları, hem Bulgar halkını hem de Müslüman halk topluluğumuzu uyandırıcı etken rolü gördü.

Bugün ülkemizde izlediğimiz ve adına demokrasiye doğru politik kıvılcımlanma dediğimiz yeni süreç, bir yandan “Bulgar Etnik Modeli”nin inkâr edilmesi, ikinci de Rus egemenliğinin Bulgaristan’a geri dönmesine engel olma anlamındadır.

 

            5 Ekim 2014 seçimlerinde bu yeni süreci desteklemeliyiz.

           

Biz bugün 1993’ten beri kapalı olan kapılarınancak 2014’te aralandığını görüyoruz. 18 Ocak 2013 sabahı genç üniversiteli Bulgaristan Türkü Oktay Yenimehmedov’un Ahmet Doğan’ı HÖH partisi 8. Kurultay kürsüsünden hem bütün Bulgaristan halkı, hem de bütün dünya demokratik kamuoyu gözü önünde kürsüden fırlatıp atması, “Bulgar Etnik Modelinin” ve “Rus köleliğine dönme” planlarının ret edilip çöpe edilmesi anlamındadır. Bu olayın yanlış algılanması, ters okunması toplumu yaralayabilir. Defalarca işaret ettiğimiz üzere 2013 Ocağında başlayan süreç sertti ve ancak 2014’ün ağustos ayında erken seçimlerden bir ay önce politik kıvılcımlanma başladı. GERB Başkanının Kırcaali’ye bağlı Pripek köyündeki demecini “kapıyı açma” Bulgaristan Türk-Müslüman azınlık topluluğuna yeşil ışık yakma olarak kabul etmek zorundayız. Biz Bulgaristan’da totaliter cesedin nihayet kalkmasını, ülkemizin nefes alacak duruma gelmesini, toplumsal yaşama ve iş hayatına özgür ve eşit haklı vatandaşlar olarak katılmayı istiyorsak, politik kıvılcımlanmayı mutlaka ve mutlaka desteklemek zorundayız.

 

HÖH / DPS yönetimi, şahsen Ahmet Doğan, Kırcaali’de Boyko Borisov ile bir kahve içen Başkan Lütfü Mestan bu yeni gelişmenin kendilerini tarihin çöplüğüne atacağını biliyor. Dikkatinizi çektiyse L. Mestan’ın fincan tutan eli titriyordu. Bu titreme büyük depreme ilk işarettir. Bulgaristan politikasının fay hattı Kırcaali’dir. Tüm gelişmeler, seçim kampanyası, kamuoyundaki hareketlenme bunu doğruluyor. Bizi geleceği olmayan bir yola sokanların sahneden inmeleri işini de halkımız, bu defa kısmetse sandıkta bitirecektir. Politik mayalanma, kıvılcımlanma doğru yöndedir. Halkımız büyük politik ayaklanmasını Mayıs 1989’da yaptı. Her gün ayaklanma olmaz. “Anlamayana davul zurna az, anlayana sivrisinek saz!”  Kendilerini “saraylara” hapsedenler: “Devleti yöneten benim. Kazanın çaprağı benim elimdedir!” deyenlerin ortaçağlarda olduğu gibi, “kazan kaldırma” beklemeleri yanlıştır. Şimdiki kazanlar, seçim sandıklarıdır. Kazanı kaldıran oyunu veren halkımızdır. Bulgarları “bak herkes çanağını almış, çaprak bende” pisipisi bekletirim, istediğimi istersem aç bırakırım, havası estirenlerin zamanı tamamen doldu. Kimse gettolara kapanmış, sıkışıklıktan boğulmuş, karanlığa gömülmüş işsiz ve sefil bir dünyada yaşamak istemiyor.

 

Boyko Borisov’un bir liberal demokrat politikacı, en büyük politik formasyonun lideri olarak Bulgaristan Türklerine ve tüm Müslümanlara yaptığı davet, soydaşlarımıza yapılmış bir nazik çağrı olarak kabul edilmelidir. Bu defa kendi milletvekillerimizle yeni iktidar partisi GERB’de yerimizi almalıyız. Politik değişikliğin başlangıcı bu olacaktır.

 

Yazımı bir fıkra ile tamamlamak istiyorum. Günün gelişmelerine uygun olduğunu düşünüyorum.

 

“H e ç!”

 

Bir gün genç bir gizli polis subayı halka sormuş.

“Sen kimsin?”

“Heç!” demiş halk ve “Sen kim olursun? diye sormuş.

“Subayım!” demiş genç polis.

“Sonra ne olacaksın” diye üstelemiş halk.

“Sonra bir üst, yüzbaşı, yarbay, albay..!”

“Sonra? Sonra ne olacaksın?” diye ısrar edince de.

“General olurum!” demiş genç.

“E e e sonra!”

Sonrası yok demiş genç, Sonrası bir HEÇ!”

“Evet, ben o H E Ç İ M” halk. Çünkü “H e ç” ten büyü yoktur. En büyük olan halkımızdır.

 

Bu fıkra kendilerini bir şey sanan, böbürlen, kimseyle görüşmeyen, 8 kız değiştirip karı beğenemeyen, tavuk kümesi yanındaki pireli saya odasından çıkıp korumalı hademeli saraylara yerleştirilen tiplere cevabımızdır. Halkımız var oldukça, onların olduğu ve olacağı bir “HEÇ” ten başka hiçbir şey olamaz ve değildir. Çatırdamaya başlayan ocağın kıvılcımları hepsini sıçan deliklerinde çıkaracak ve hapishane koğuşlarına tıkacaktır.

Saygılarımla.

Dr.Nedim BİRİNCİ

Reklamlar