Raziye ÇAKIR
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) vefatı, İslam dünyası için son derece büyük bir hüzün ve sarsıntı dönemi oldu. O, yalnızca bir peygamber değil; aynı zamanda Müslümanların önderi, rehberi ve hayatlarına ışık tutan bir güneşti. O, Allah’ın elçisi olarak 23 yıl boyunca insanları İslam’a davet etti, hayatıyla ahlakın, adaletin, merhametin ve sabrın en güzel örneklerini sundu. Ancak Allah’ın kanunu gereği, bu dünya hayatı bir son bulacaktı. Peygamberimizin vefatı, bir güneşin batışı gibiydi; ışığıyla dünyayı aydınlatan bu kutlu insan, bu dünyadan ayrıldı.
Hastalığının Başlaması
Peygamberimizin vefatına giden süreç, hicretin 11. yılında, Rebîülevvel ayının başında başladı. Veda Haccı’nın ardından Medine’ye dönen Peygamberimiz, o yıl içinde çeşitli rahatsızlıklar geçirmişti. Ancak bu rahatsızlıkların en ağırı, vefatına yakın dönemde ortaya çıktı. Gün geçtikçe halsizleşiyor, ateşi yükseliyor ve bedenindeki zayıflık kendini belli ediyordu. Onun hastalığı, Medine’deki tüm Müslümanları derinden üzdü; çünkü onlar, rehberlerini, en sevdikleri insanı kaybetme endişesiyle karşı karşıya kalmışlardı.
Hastalığı sırasında Peygamberimiz, eşi Hz. Aişe’nin evinde kalmayı tercih etti. Onun bakımını bizzat Hz. Aişe üstlendi ve Peygamberimizin yanında hiç ayrılmadan ona hizmet etti. Bu dönemde, Peygamberimiz, namazları kıldırmak üzere Hz. Ebubekir’i görevlendirerek, ümmetine liderlik konusunda bir işaret vermiş oldu. Müslümanlar, bu emri, Peygamberimizin rahatsızlığının ciddiyetinin farkına vararak derin bir hüzünle karşıladılar.
Son Anlar ve Veda
Peygamberimiz, vefatına yakın dönemde, ümmetine son öğütlerini vermeye devam etti. Hasta yatağında bile ümmetini düşündü ve onlara hem dünya hem de ahiret hayatı için gerekli olan tavsiyelerde bulundu. “Namaza dikkat edin! Emanetlerinizin hakkını koruyun! Kadınlarınıza iyi davranın!” gibi uyarılar, onun son nefesine kadar ümmetinin iyiliğini düşündüğünü gösterir.
Peygamberimizin hastalığı sırasında ümmetine verdiği en önemli mesajlardan biri de, onun bir beşer olduğunu hatırlatmaktı. “Ben de sizin gibi bir insanım,” diyerek, kendisinin de Allah’ın bir kulu olduğunu, bu dünyadaki görevinin bir gün sona ereceğini ümmetine bildirdi. Bu mesaj, Müslümanların onun vefatını kabullenmeleri ve İslam’ı sürdürebilmeleri için bir hazırlık niteliğindeydi.
Rebîülevvel ayının 12. günü, Pazartesi sabahı, Peygamberimizin son anları yaklaşıyordu. Hz. Aişe’nin dizine yaslanmış bir haldeyken, ellerini semaya kaldırarak, “Refîk-i A’lâ” (Yüce Dost) dedi ve gözlerini ebediyete kapadı. O anda, Medine’de büyük bir hüzün dalgası yayıldı. Müslümanlar, onu kaybetmenin acısıyla derin bir kedere büründüler. Peygamberimizin vefatı, bir güneşin batışı gibiydi; Müslümanlar için o güne kadar hissettikleri en büyük boşluk ve acı anıydı.
Müslümanların Tepkisi ve Hz. Ebubekir’in Tavrı
Peygamberimizin vefat haberi, Medine’de bir şok etkisi yarattı. Onun ölümsüz olduğunu zanneden bazı Müslümanlar, bu durumu kabullenmekte zorlandı. Özellikle Hz. Ömer, Peygamberimizin ölümünü kabul edemeyip, kimsenin onun öldüğünü söylemesine izin vermemekle tehdit etti. Bu karışık ve acı dolu anlarda, Müslümanların toparlanmasını sağlayan kişi Hz. Ebubekir oldu.
Hz. Ebubekir, sakin bir şekilde mescide gelerek, Müslümanlara hitap etti. “Kim Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki Muhammed vefat etti. Kim Allah’a tapıyorsa, bilsin ki Allah hayy’dır, ölümsüzdür,” diyerek, insanlara gerçekleri hatırlattı. Ardından, “Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O ölür veya öldürülürse, topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz?” ayetini okuyarak, Peygamberimizin de diğer insanlar gibi bir fanî olduğunu belirtti. Bu sözler, Müslümanların kalplerine sükûnet getirdi ve onları gerçekle yüzleşmeye hazırladı.
Cenaze ve Defin
Peygamberimizin vefatından sonra, onun naaşının nasıl defnedileceği konusunda sahabe arasında kısa süreli bir tereddüt yaşandı. Ancak, Peygamberimizin sağlığında söylediği, “Peygamberler, vefat ettikleri yere defnedilir,” sözü hatırlanarak, cenazesinin Hz. Aişe’nin odasında bulunduğu yere, yani vefat ettiği yere defnedilmesine karar verildi.
Cenazesi, sade bir şekilde yıkanıp kefenlendikten sonra, hiç kimsenin imam olmadığı bir cenaze namazı ile kılındı. Müslümanlar, gruplar halinde Peygamberimizin cenazesini ziyaret edip namazını kıldılar. Ardından, Hz. Ali ve sahabeden bazıları tarafından, Hz. Aişe’nin odasına, Peygamberimizin vefat ettiği yere defnedildi. O günden itibaren, bu mekân Müslümanlar için kutsal ve hatırlatıcı bir ziyaret yeri haline geldi.
Peygamberimizin Vefatının Ardından
Peygamber Efendimizin vefatı, Müslümanlar için büyük bir kayıp ve acı kaynağı oldu. Onun varlığı, Müslümanların hayatında bir rehber, bir ışık gibiydi. Ancak, Peygamberimizin vefatı aynı zamanda ümmet için bir sınav ve yeni bir dönemin başlangıcıydı. Artık Müslümanlar, Peygamberimizin öğretilerini ve getirdiği dini, onsuz sürdüreceklerdi.
Peygamberimizin vefatından sonra, İslam toplumu kısa süreli bir şaşkınlık yaşadıysa da, Peygamberimizin öğütleri ve bıraktığı miras, onların toparlanmasına ve yeniden güçlenmesine vesile oldu. Hz. Ebubekir’in halife seçilmesiyle birlikte, İslam devleti düzenini koruyarak varlığını devam ettirdi. Bu süreçte, Peygamberimizin hayatı, sözleri (hadisleri) ve sünneti, Müslümanlar için rehber olmaya devam etti.
Bir Güneş Batıyor, Ancak Işığı Kalıcıdır
Peygamber Efendimizin vefatı, tıpkı bir güneşin batışı gibiydi; onun ışığı, hayatı boyunca insanlara yol gösterdi, ısıttı ve aydınlattı. O, bu dünyadan ayrılmış olsa da, bıraktığı ilke ve öğretiler, İslam’ın temelini oluşturmaya devam etti. Onun hayatı, Müslümanlara doğruluk, adalet, merhamet, hoşgörü, sabır ve ahlak konusunda rehberlik etmeye devam ediyor.
Peygamberimizin vefatı, Müslümanlara şu önemli gerçeği hatırlattı: İnsanlar fanidir; ancak inanç, ahlak ve adalet gibi değerler kalıcıdır. O’nun bıraktığı İslam dini, kıyamete kadar insanlığa rehberlik edecek bir ışık olarak varlığını sürdürecektir. Peygamberimiz, bu dünyadan ayrıldığında bile, ümmetine bıraktığı bu ışıkla, milyonlarca insanın kalplerinde ve hayatlarında yaşamaya devam etmektedir.
O gün bir güneş battı; ancak ışığı, onun izinden gidenler sayesinde hâlâ parlamaya devam ediyor. Peygamberimizin mirası, bugün de dünya üzerindeki Müslümanların yolunu aydınlatıyor; onun sevgisi, inancı, ahlakı ve öğütleri, Müslümanların kalbinde ebediyen yaşamaya devam edecek.