Ahmet TÜFEKÇİ
Tarih: 18 10 2020

Eski anlayışta toplum devlet demektir. Toplumun aklı da anayasasında tecelli edendir. Biz Müslümanların anlayışında Kuran’la inen ve “oku” ile başlayan kurallar kaderimizdir. Ne ki biz, 1878’de Müslüman Dünya dışında kaldığımızda, kurallar değişti. Daha da kötüsü, yeni anayasayla dayatılan düşen Bulgarların kendilerine de yabancı, tanımadıkları bir toplumsal nizamdı. Bulgaristan Müslümanlarına ise tamamen yabancıydı. İşte o zamandan beri biz 4 anayasa değiştirdik. Birisi monarşi diğeri ikisi de totaliter komünist, birbirine tamamen zıt, rejimlerle bugünlere gelebildik.

Son yıllarda içine düştüğümüz, Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in ifadesiyle  “toplumsal bataklık” hatta buna “rejim çıkmazı” da diyebiliriz, yeniden yeni bir dönüşüm ve değişimin kapısına dayanmış bulunuyoruz ki, buna da “sosyo-ekonomik ve manevi bunalım” dedik.

Biz kendi aramızda görüş değiş tokuşu yaparken, her toplumun dünyayı kucaklama gücü anayasasından belli olur,  anlayışına saplanırız. 1878’e kadar Bulgarlar yatay bir yaşam sürüyorlardı. 1879 Anayasasıyla gelen dikey hayat biçimi onlara yabancıydı ve daha ilk anda, Müslümanların bu yeni dikey düzene sarılmalarını önleyici önlemler alarak, toplumu çatlattı.

Yöneldiğimiz yolun ufkunda Avrupa Birliği (AB) kuralları var. Bu kurallar Ortak Pazar bünyesinde 70 yıldan beri olgunlaşıyor. Ne ki  27 devletten oluşan şu Avrupa Birliği bu kuralların birleştirip yoğurarak ortaya adam gibi bir AB Anayasası çıkaramadı. AB Anayasası olmadığına göre, biz de, AB değer yargılarını öğrenip kabul etmeye yönelmek zorunda kaldık. Ne var ki, bu işin okulu, akademisi olmadığından, el yordamına yol alırken kendimizi kaotik bir ortamda bulduk ve şimdi sokak gösterileri, anayasa değişikliği ve adalet reformu ile içinde bulunduğumuz toplumsal ortamı okuyup öğrenerek değiştirip yeni kurallar oluşturmaya çalışıyoruz.

Olaya Mevlana açısından bakalım.

Mevlana Celaleddin Rumi’nin “Mesnevi Şerif” eserinde, “Eli Kesen Şeyh” siması vardır. “Boğaz tokluğu için rüşvet alarak” geçinenlerin ayağını ya da elini kesen adalet amirine takılmış lakaptır. (İnfaz memuru).

Günün problemi ve derdimiz halktan çalınan ve AB’den gelen paraların adaletsiz paylaşılmasıdır. Rüyada yaşıyor gibiyiz. Rüyada anayasa, yasa, kural, ceza kanunu, falaka, tutuklama sorgulama falan filan hem vardır hem yoktur. Vardır da, bu istemlere uyularak rüyanda elin ve bacağın kesilse bile, uyanınca hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam edebilirsin. Elin kolun yerinde ve rüyandan ders almazsan, kuralların tümünü çiğneyerek (hiçe sayarak) yolsuzluklarına devam etmek bizde gelenektir.

İnsanların hepsinin aynı anda ibret olacak rüyayı birlikte görmeleri olanaksız olduğundan, Sofya meydanlarında anayasa ve dolayısıyla yasa değişikliği için direnenler, acaba kendileri için de uygulanacak yeni bir ceza kanunu istirler mı? İnsanoğlunun kafasında çalışmayan (defolu) parçalardan birisi bu. İnsan kendisine kötülük edecek parçayı kendi düzenine koymaz. Koymaz da insan beyninde toplum düzeninden farkı olarak boş yer yoktur.  Toplum “Başsavcı”, “Başsavcılık”, Anayasa Mahkemesi veya Yüksek Denetim Organı gibi, işlevlerin durmasına, bozulmasına, tatil edilmesine ya da hurdaya çıkarıp dışlanmasına sebep olan organlar yaratabilir. Örnekleri çoktur. 1944’ten beri hiçbir vatandaş katil devlete kava açıp, karar alamadı, dava kazanmadı, kimseden hesap soramadı… Biz bunlara “vuslat kapısını kapatanlar” da diyebiliriz. Mücadele etmekten bıkmış usanmışlar var.

Demek istediğim, Bulgaristan’da 1944’ten beri işlenen kötülükleri, kanun dışı suçları işleyenleri tutuklayıp yargılayarak adıl cezalandırmak istemeyen Başsavcı ve yönettiği Başsavcılığın tatil edilmesiyle – Başsavcı İvan Geşev’ın istifaya zorlanması ve Başsavcılık makamının adalet yapısından sökülmesiyle – açılacak boşluk kendiliğinden adalet lehinde çalışmaya başlayacak mıdır? Hayır!

Başbakan Borisov’un mafya hükümeti düşse, istifa etse, Bakanlar Kurulunda tüm sandalyeler boşalsa, 24 ayar dürüst yeni Bakanlar Kurulu ekibi bulabilir miyiz? Hayır bulamayız! Biz hepimiz aynı tuzlu denizdeyiz ve sudan çıkan da suyun içinde kalan da tuzludur ve tuzlunun ak pak olup artık temizlendim demesi zaman ister.

Protestocular, yeni partiler ve adaletten yana olan diğer Bulgaristan vatandaşları, bu işlerin örneğini Avrupa devletlerinden ve Avrupa devletleri örneklerinden almak istiyorlar. Bu konuda İtalyan Mafyasını, GLADYO’yu çökerten “kızıl savcı” Giovanni Falkone örneğini çarşı pazarda satmıyorlar. Bu işler romanları okumakla olmuyor. Çekilen filmleri görmüşler ama yeterli sayılmaz.

Adına “hukukun üstünlüğü” denen o eksik (arızalı) parça toplumsal yapıda noksansa ya da arızalanmışsa, dışardan ithal “hukukun üstünlüğü” parçası getirip taksan Bulgaristan toplumunda tıkır tıkır çalışacak mı?  Mesele bu!

Olaya AB açısından bakalım
Bakış açısı 1: “Hukukun üstünlüğü” toplumsal düzenin kalbiyse.

Çalışmaz Bizim dertleri yüklenmez. Yüklense taşıyamaz, çöker.

Eleştirmek kolay. Eleştirirken durgunluğun nedenlerine işaret ediyoruz. O da kolay.  Biz engelleri aşma yolunu göstermeliyiz.

Şimdi bir yolsuzlukları ve rüşvet olaylarını örneklerle öne çıkarıyoruz. Bunları halkın bilmesinin yararlı olacağına inanıyoruz. Bütün eksikler bir yere toplansa ve büyük bir yığın olsa, çalışan bir parça etmez. Şimdi her akşam meydana toplanan 140 bin kişinin bir hükümet etmediği ve hükümetin de bir gösterici alayı etmediği gibi. Birbiri için ikisi de hurda.

Bakış açısı 1: Biz istisna bir vakayız.

Fakat bunu yaparken önce Bulgaristan’ın Avrupa Birliği (AB) ülkesi olmasından yola çıkmamız gerektiğine inanmalıyız. Buradan açılmazsak, sistem değişikliği ışık tutamayız. Biz AB’ne ham ve yetersiz alınmışız, AB’nin ne hukuku ne de medeniyeti, hiçbir parçası bize uymuyor. Biz de “verin parayı, yiyelim içelim ve sisin gibi olalım” diyoruz. Aynı eski sömürgelerde olduğu gibi. Hiçbir koloniden metropol olmadı. Hiçbir köleden köle sahibi, hiçbir toprak kölesinden toprak ağası olması, hiçbir işçiden kapitalist olmadı. Bizden de AB’nin tam üyesi olmaz. Olamaz çünkü çok eksiklerimiz var ve bizim eksikliklerimizin yedek parçası yok.

Burada başat olan AB değerleridir. Bulgaristan AB’ye kendi  (olmayan) değerlerini taşımazdan önce, AB değerlerini Bulgaristan’a taşıyarak ülkemizdeki yargı değerlerini, düzeni ve politik sistemi değiştirmeye heveslidir. Bu değerlerin başında demokrasi ve hukuk devleti gelir. Medeniyet demek istemiyorum. Bulgaristan’da uygarlık diye bir şey yok. Avrupa da eski ve yeni medeniyetin arasında bocalıyor ve bize verecek bir şeyi yok.

Bakış açısı 3: Biz istisna bir vakayız.

Monarşi faşist Çarlık ortamında ve totaliter diktatör T. Jivkov döneminde ülkemizde Bulgaristan’da demokrasi yoktu. Olaya seçimler açısından bakarsak, Çar kimi isterse kulağından tutup meclise götürür ve “şu sandalyeye otur ve benden haber almadan, hiçbir şey yapma!” diyordu.

Jivkov da milletvekili adaylarının hepsi ile önceden görüşür ve hepsine “ben el kaldırmadan el kaldırmayacaksın, ne söyleyeceğini önce bana söylemeden kürsüye çıkıp konuşmayacaksın!” tavsiyesini emir olarak söylerdi.

Jivkov’un taktiğini uygulayan Ahmet Doğan da milletvekili adaylarını ön görüşmeye davet ediyor ve ancak “Bulgarlaşmayı kesin ve kayıtsız koşulsuz kabul etme gibi şartlarını kabul edenleri” aday gösteriyor. Seçim sistemini değiştirme önerimizin ana nedeni budur. Önceden koşullanmış, gözü kapanmış dili tutulmuş, eli kolu bağlanmış insanlarla ne özgürlük ne de demokrasi mücadelesi verilebilir ve bu mücadele ateşine girmek istemeyen kişilerin mecliste ne işi olur? Meclis kör sofra mıdır?

Örneklersek, o,  Mustafa Karadayı’ya “benimle danışmadan, söyleyeceğin 4 söz olsa bile yazmadan, konuşma!” önerisinde bulunmuş, ama bizimki son dönemde berberini ve kullandığı kolonyayı değiştirmiş, kaldırmış başını ve pot ardından pot kırıyor.

Olacaksa olsun, HÖH Genel Başkanı kim olursa olsun, Bulgaristan Türkleri adına konuşurken pot kıramaz. Bu işi yapacak kapasitede değilse yerine başkası bulunur. Liderle alay edilemez. Lider ihanet edemez ve kendi değerini, kimleri temsil ettiğini bilmelidir.

Demek istediğim, şu “demokrasi” ve “hukukun üstünlüğü” kavramlarının AB’deki anlamını bilmeyen siyasetçiler, Bulgar medyasında halka hitaben konuşurken aktarmayı doğru dürüst yapamıyor, gerektiği gibi anlatamıyorlar işte.

Bakış açısı 5: Bizi AB parlamentosunda rezil edenler görevden çekilmelidir.

5 Ekim’de insan hakları, azınlık hakları, bireysel ve ortak haklarımızın eksikliği, noksan olması bir yana, olmadığı konusunda HÖH milletvekili grubu AB parlamentosunda oylamasında “tarafsız” oy kullandı. Biz hak hukuk davasında tarafsız değiliz. Bizim davamızdan tarafsızlık tecelli edemez. Etmemelidir. Olan yüz karasıdır. Başlı başına pot kırmak değil de nedir? VMRO faşistleriyle aynı kazanda kaynıyorsunuz, farkındamısınız?

Düşünebiliyor musunuz? Bizim HÖH milletvekilleri AB koridorlarında ve salondaki sandalyelerde “liberal” sürüden sayılırken “tarafız” oy kullandılar.  Oysa tutucu, muhafazakâr, konservatif dediğimiz Avrupa Halk Partisi ENP grubundan 39 milletvekili, tüm baskılara rağmen, “Evet” oyu kullandı. Bulgaristan halkının çilelerine mehlem olmaya çalıştılar.

Ardından 16 Ekim gecesi, rüzgârlı havaya ve dinmeyen yağmura rağmen, Sofya’da “Beşinci Halk Ayaklanması” adı altında düzenlenen büyük mitinge İrlanda, Hırvatistan ve Almanya’dan AB parlamentosu konuk milletvekilleri katıldı. Konuşmalarında protestoculara tam destek verdiler. B. Borisov hükümetinin, meclisin ve başsavcının değişmesini, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve adalet reformu, AB fonlarının adil dağıtılması gibi konularda çok sert konuştular. Yolsuzluklara ve hırsızlara karşı Avrupa Birliği Ceza Kanunu ve İç Ceza Mahkemesi kurulmasını istediler.

Halen AB’de iç hukuk mekanizması çalışmıyor.

Şimdiye kadar uygulanmayan mekanizmalardan biri olan, Avrupa Birliği ortak değerlerini kabul etmeyen, hukukun üstünlüğünü uygulamayan ve demokratikleşmeye gölge düşüren ülkelere yardım, teşvik ve yatırım fonlarından paraların kesilmesi etkili olabilir. Bu AİHM kararları, Avrupa Konseyi (AK) kararları olabilir. Biz Bulgaristan Türkleri etniklerin kimliği, dili, dini, kültürü, sağlık ve anadillerinde eğitim gibi konularda destekleyici kararlar bekliyoruz. Bulgaristan’dan başka Polonya ve Macaristan da bu gibi konularda sert tepki gösteriyor. Bu konuda AB ülkelerinde derin araştırma ve analiz yapılması da gündem oluşturuyor. Çünkü AB’den gelen paralarla yeni kölelik ilişkileri ve diktatörlük, hukuksuzluk ve adaletsizlik besleniyor. BTK adıyla bilinen Bulgaristan Ticaret Bankası çöktüğüne, yargıç ve avukat hesaplarında yarım milyon leva depozit olduğu açıklanmıştı. Polislerin maaşlarına bir yılda 3 defa zam yapılması da memlekette hesapsız, kayıtsız, kara kaynaklardan paralar olduğuna işarettir.

2004 ile 2007 yılları arasında, AB Doğu Avrupa ülkelerine genişlerken “hukukun üstünlüğünden” kaynaklanan ve bu ülkelerde uygulanması gereken kurallar üzerinde durulmadı. 15 yıldan sonra AB’nın Doğuya kaymasının biraz aceleci olduğunu ortaya koydu. Hele de Güney Doğu Avrupa’ya (Balkanlara) kayma biraz hesapsız kitapsız oldu. Bu ülkelerde sabit demokratik kültür ve demokratik kurumlar olmadığı görülemedi. AB bir Federasyon olmayıp milli devletler birliği olduğundan dolayı sivil toplumun örgütlenmesinde belirleyici olan milli devletin rolü kaldı.

Bulgaristan’ın sistem gidişine açılabilmesi için Avrupa Birliği’ne bakışın kökten değişmesi de gerekiyor. AB’ye bize para versinler de otoyol yapalım ya da köy meydanımıza asfalt döşeyelim zihniyetinden kurtulmamız gerekiyor. Biz AB’ye belirli bir şeyler için para veren bir kurum gibi bakmamalıyız. Bu 14 yıldan beri devam ettiği gibi devam ederse çöküşümüz daha da derinleşecektir. Çünkü paralar yolsuzluğa boğulmuş devlete geliyor ve devlette çıkarken kayboluyor. Kaybolan paralardan sorumlu olan kimseler yok. Savcılık ta göz yummaya alıştı. Burada sorun, Bulgaristan’ın AB’den gelen paraları ardında iz bırakmadan çalabilmesinde değil, ülkenin yasaları işleyen, yargıçları doğru kararlar veren, hakça adaletin yerleştiği normal bir AB ülkesine dönüşebilmesidir. Bu olmazsa, bizim yolsuzluk balı ve rüşvet kaymağı ile beslediğimiz oligarşi özgürlük ve adaleti boğmaya devam edecektir.

Devam edecek.

Ellerimizi sabunla yıkamak ve maskeli gezmek en etkili koruyucu etkenmiş. Kendimizi koruyalım.

Okuyanlara ve paylaşanlara teşekkürler.

Reklamlar