Tarih: 06 Mayıs 2019
Yazan:  Şakir ARSLANTAŞ
KONU:  Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın!

Bulgaristan 2. Papa ziyareti heyecanı yaşıyor. Bolluk ve Bereket simgesi Hıdrılleze rastlayan olaylarda, bol bol dilekler sunuldu. Kakava ateşleri yakıldı. Dilekler kağıtlara yazıldı ve ırmaklara atıldı. Hatıra fotografları çekildi. Bulgaristan Müslümanları da kutsal Ramazan ayına girdi.

Papa Francist ise, Trakya ovasından üstü kapalı, yanları açık otomobiliyle Müslümanların coşkulu yaşantılarının yanından geçerek, bizdeki 50 bin Katolik nüfustan en büyük grubun yaşadığı iki Katolik Kiliseli Rakovski şehrine yöneldi. Resül’ün programında kardinal ve yardımcıları ile birlikte bahar açmış memleketiminde dualar ederek, törensel bir ortamda ayin düzenleyerek 245 çocuğu Katolik dinine kabul etmek ve her birinin ağızına şaraba bandırılmış kutsal ekmek sunarak İsa Peygamber’in canlı varlığını ilk olarak onun yanında hissetmelerini sağlamaktı.

Gerek Sofya’da yapılan karşılama töreni ve dini ayinde, gerekse ikili temaslarında ve Plovdiv ili Rakovski Belediyesşndeki ibadetlerde onun en sık kullandığı söz BARIŞ oldu. Papa Fransız, Bulgaristan’da bir devlet başkanı sıfatıyla karşılandı. Sokak ve kiliseleri dolduran Bulgar Katoliklerin arasına saygıyla girdi. Bir Resul sevgisiyle katıldı. O, Bulgaristan topraklarında attığı her adımda barışın, sadece savaş olmayan bir ortamda yaşamak olmadığını, aynı zamanda sevgi ve özgürlüğün, hoşgörünün, iyiliklerin galip geldiği ve hükmettiği bir dünyada yaşamak olduğına işaret ederek, bunu telkin etmek istiyordu.

Sözlerindeki edada eski kıtanın bir duyumsuz dünya olduğu, Avrupa’nın Güney Doğu ucunda vurdum duymazlık örtüsünü bir ucundan açıp kaldırmaya geldim, umudu vardı. Kaldırılması gereken örgüt ise bir katlı değil, çok katlı ve kalındı.

Papa’nın mesajlarını yorumlayan Bulgar medyası ancak  İkinci Dinya Savaşı yıllarına, yani Papa Yochan 23 ve onun Kardinalı Rokali dönemine inmek istiyor. O yıllara ilişkin Papa gizli arşivi ve Kardinal Rokali ile Çar Üçüncü Boris ve yakınları arasında, Nazilerin toplama kamplarına gönderilmelerini istedikleri Yahudilerle ilgili yazışmalardan olumlu birşeyler çıkacağı hayal ediliyor. Olay şöyle ki, tarihin 70-80 yıl  derininde, Roma Katolik Kilisesi’nin Orta Çağda Batı ülkelerinde Katolikliğin katı inançlarına karşı gelenleri sapkın sayarak cezalandırmak için kurduğu kilise mahkemeleri, engizisyon, Yahudilerin İspanya’dan kovulması  ve daha brçok bilinmesi istenmeyen gerçeklerin üstünü cılalayacak olumlu gelişmeler gizleniyor.

Papa Francist, ibadetlerde olayları karanlık tarafından değil, aydın yanınından görmeye davet ediyor. Bulgaristan’da yaşanan somut örneklere dolaylı işaret ederek, “ Hristiyanız, bize gelene, kapımızı açarız”, diyerek Bulgaristan’ı sığınmacılar, mülteciler, savaştan, doğal afetlerden, geçim sıkıntısından, cahilliğin karanlığından kaçanlara dikenli tel örgülü sınır kapılarını açmaya davet etmiş oldu ama anlayana…. Tepki gecikmedi, Dış İşleri Bakanı “Bize Türkiye üzerinden göçmen seli gelmeyecek” dedi. Oysa Papa, Bulgaristan’in 2018’de Birleşmiş Milletlerin Göçmenler Anlaşmasını imzalamadığına, Harmanlı’daki “Sığınmacı Kampında” çıkan isyana, Belene kentinde Suriyeli 2 çocuklu bir ailenin kabul edilmediğini, evden eve dolaşsa da kira bulamadığını ve buna tepki olarak şehirdeki Katolik Papaz Kortezi’nin Bulgaristan’ı terk etmesine işaret etmek istiyordu. Kendini incitilmiş ve yaralı hisseden bir katolik papazın ülkemizi terk ettiği ilk olay değildi bu. 1944’ten önce Bulgaristan’daki 22 katolık din adamından birçoğu savaşa ve zülme karşı dua ettiklerinden dolayı içeri düşmüştü.

Papa Francist, Sofya ayininde “önyargısız yeni insan değerleri” için duva etti. İyi de, köksüz ağaç olur mu? Geçmişinden utanan halkların ve dinlerin geleceği karanlık değil midir? Konuşmalarında o sanki sözleriyle mücehver saçıyordu. Ve onu dinleyen sesiz politikacılara, diplomatlara ve edebiyat ve sanat elitine “sizin vazifeniz” bu kıymetli taşları toplamak ve güzel bir kolyede buluşturmaktır, diyordu. Bu arada yaratılan potansiyelin siyasete dönüştürülmesi ve iyiliğin, insanlara yararlı olanın ön plana çıkması ve karanlıkla aydınlığın düşmanlıklardan vaz geçip iç içe geçişerek uzlaşması zamanı gelmiş olabilir mi?

Papa’nın Sofya’da söz ettiği “barış” öncelikle bir iç barıştır. İnsanın kendi kendiyle barışmasıdır. İnsanoğlunun kendi içinde ve çevresinde, ailesinde, yani en küçük hücrede barış tesis edilmeden azınlık topluluğunda, toplumda, ulusal ortamda, örneğin Avrupa Birliği içinde ve jeopolitik boyutta barıştan söz edilemez. Saldırılar genelden değil, bireyden başlar. Ailede olduğu gibi, küçük ve büyük topluluklarda ve uluslararası da lidere ihtiyaç var. Papa bu konuya değinmese de, biz AB üyesi bir ülke olarak şu günlerde AP seçim kampanyasında bulunuyoruz. İkiye bölünmüşüz, kimileri federatif AB, ötekiler milletlerin AB’sini istiyor. Milletvekillerinden bazıları AB’nin nasıl güçlenmesi gerektiğini, diğerleri nasıl dağıtılabileceğini hayal ediyor. Bir de şu vites sorunu çıktı. Bazılar 2 veya 3 vitesli AB, ötekiler de tek bitesli AB düşünüyorlar. Brüksel’den en uzaktaki ülke olduğumuzdan dolayı biz bir uç beyliği durumundayız. Burada çok güçlü bir birleştirici lidere gerek var. Bu dünya görüşü çok geniş ve derin lider, önce çok kültürü (multi-kültürel) AB yapılanmasını oluşturup yaşatma ödevini kabul etmelidir. Şimdiki duruma kıyasla, yeni bir Avrupa Birliği- AB, Avrupa Parlamentosu- AP ve Avrupa Konseyi-  AK kurulması söz konusudur. Belki de burada binlerce sorunun açık, karmaşık  ve cevapsız olduğunu bildiğinden dolayı, Papa Francist konuya hiç değinmedi, Katolik dini etrafında “birleşin” de demedi, biz hepimiz “Hıristiyanız” demekle yetindi. O zaman AB’de yaşayan Müslümanlar ne yapsın?

Bu soruna yanıt aramak için yine karanlık 16. Yüzyıldaki aydınlığa, Yahudilerin kovulmasına karşı olanlara, Papa’nın da dahil olduğu yezidi  Katolik tarikatına,  Amerika’da Kızıl Derililere ve 2 yüzyıl sonra insan hakları kavgasında siyah derililere el uzatılan yıllara, İnsan Hakları Bildirisine, Yahudilerin ve Çingenelerin ve İslavların yakılarak öldürülmesine karşı olan ve kurtarılmaları uğruna halkların nati-faşist savaşına ve mutlaka XX. Yüzyıl boyunca Bulgaristan’da Müslümanları zorla Hıristiyanlıştırma ve Bulgarlaştırma zulmüne ve son yıllarda  Romen evlerini yakarak sürdürülen vahşete dönmemiz, herşeyi yeniden değerlendirmemiz gerekecektir. Bu yapılmadan, Avrupa Birliği aydınlığı bulmak için karanlığı delemez, halklara öncülük edemez.

Papa, Sofya mecejlarında BARIŞTAN sonra  her defasında SEVGİ dedi. İnsanların birlikte yürüyebilmelerinin ateşini sevgide görüyor gibiydi.

Kuşkusuz insanlar, topluluklar ve toplumlar arasındaki farklılıklar,  ülkelerde ve AB gibi büyük ünitelerde ve dünyada barış tesis edilmesine engel olmamalıdır ve olamaz. Farklılıkların oldu yerde harmoni, uyum aranmalıdır. Farklılık olmasaydı, uyum da olmazdı. İnsanın birbirini tanıması ve birleşerek güç toplaması da aslında bir çelişkidir. Çünkü toplanan potansiyel güç, her  defasında devinmek, hareket etmek ve kinetik enerjiye dönüşmek ister yani biçim ve öz olarak değişir. Bu açıdan değerlendirdiğimizde bizim barışı ve sevgiyi İYİ OLANA doğru yönlendirmemiz gerekir.İyi olansa ortak olandır. Ortak olan barıştır. Ortak olan sebgidir.

Ben şahsen “bir gün gelecek biz de iyi olacağız” iddiasına inan mıyorum. Evet, Bulgarca’da “Sen kime iyilik ettin de, kötülük buldun” atasözü var. Biz de “Yap iyiliği, bul kötülüğü” deriz. İkisi birbirine yakındır. Bu durumda insanın içine daha küçük yaşta ailesinde “İyiyilik yapma korkusu” aşılanmış olur. Ve biz bunu içimizden atamayız. Öyleyse değişecek olan nedir! Olaya nasıl yaklaşalım?

Bu sorunun cevabını aramakta zorlandığım için, yine metaforik bir örnekle düşüncemi açmaya çalışayım. Bulgaristan örneğini, ziyarete gelen Papa’yı algılamaya çalışıyoruz. Biz küçük bir ülke, nüfusu az, hayal gücü kısıtlı bir halkız. Bizim hafızamıza giren herşey sanki dışardan gelmiştir.Biz, Papanın da dediği gibi Doğu ve Batı uygarlıklarının buluşup dinlenmeye uzandığı, şekerlemeye yattığı  toprakız. Hafızamızdaki iyilik ve kötülük, sevgi ve düşmanlık, barış ve savaş ve daha binlerce değer ve kıstas bizim kendimizin değil. Biz başkalarının düşmanına düşmanız. Başkalarının sağladığı barışa seviniyoruz. Ötekilerin sevgisinden sanki mutlu oluyoruz. Bizim toprakta yetişmeyen bir şey varsa o da kültür. Çünkü kültür yanındakini, karşındakini, arkandakini ve tek sözleri öteki olanı algılamak, iyi ve kötü yönlerini öğrenmek ve faydalanabileceğin yanlarını bulmak ve beraberlik kurmaktır. Bizde bu araçlar yok. Belki de onun için Papa Francist ibadetinde ve demeçlerinde “kültür” sözünü kullanmadı. Hep din dedi. O dinin insanları kendi içine büzdüğünü, topladığını bildiğinden dolayı olacak, hep “din” dedi ki, Bulgarların dışarı uzanması hep problemli oluyor da ondan olabilir…

Bulgar haklkına “Geçmişi unutmayın ama onunla yaşamayın!” sözleri üzerinde sizin de düşünmenizi rica ediyorum…

Teşekkür ederim.

  • Papa ziyaretini vesile ederek Katolik tolerans ve Müslüman hoşgörüsü konusunu birlikte işlememizi öneriyorum.
  • Bu arada Papa Francist’in 02 Şubat 2016’da Abu Dabi’de imzaladığı Terörizmle Mücadele Bildirisini de konularımıza katalım diyorıum…

Okuyun, tartışın ve yazılarımızı bir zahmet paylaşınız.

Bilgi ortak paydamızdır.

İyi Ramazanlar.

                                      

Reklamlar