Özgürlükler alıp satılamadığı gibi tekele de alınamaz!
Ben daha açık ve kolay anlaşılabilmem için şöyle diyorum:
Özgürlük bir bahçe değildir! Bu bahçeden isteyen istediği zaman istediği çiçeği, sebzeyi, meyveyi koparamaz, bahçeyi yolamaz, kazayım derken kökleri kesemez, ilaçlarken bitkileri zehirleyemez, yaban otları yollarken zarar veremez.

Rafet Ulutürk
Rafet Ulutürk

Böyle başlarken, bu sabah saat 8’de Sofya’da meclis binası önündeki donanımlı polislere sarı kaldırımda demir parmaklıklar ve kırmızıçizgiler ardına dikilmiş, sol elindeki plastik kadehten kahve içen, böreğinden yağ damlayan sağ elini ağızına götürüp getiren orta yaşlı kadın gözlerimin önünde.
Kadına bakarken, Omir’ in “Aç bırakan kişi, karşısındakini silahlanmak zorunda bırakır!” sözleri geldi aklıma. Sokak ve meydanlarda, ayakta, yedikleri börek dahi olsa, kadınların yiyip içmesi, benim için, pek alışılmış bir görüntü değildir. Tüm işlerini neredeyse gizli yapan kadınlar, şimdi dimdik ayakta ve silahları duruşlarında ve birlikte olmalarındadır.
Bu biraz da, “sofradan kalanla” yetinenlerin modern direnişi oldu.
Ekmeğin tarihi, öyküsü direniş ve özgürlük kavgaları tarihinden çok daha gerilere uzanır. Altı bin yıllık geçmişi vardır ekmeğimizin. Sonu sonunda tüm yolların kesiştiği kavşak bir lokma ekmek kavgasıdır.
25 günden beri Sofya’da ve tüm ülkede dalgalanan “Hükümet İstifa” direnişlerinin bir başka dile gelişi şudur:
“Ekmeğimi, Ekmeğimizi Çaldınız! Yeter, Defolun Gidin!”
Meydanlarda “baniçka” yiyenlerin gözlerinde tane tane özgürlük açmış. Bu defa şu direnenler; Eger hayatın özü ekmekse, yeni ekmeği eski mayayla – kin ve kötülük mayasıyla – değil, kardeşlik, beraberlik ve dürüstlük mayasıyla karmak istiyorlar.
“Nankörlüğe Son!” sloganı yükseklere asılmış.
Direnişçiler, mayası şimdiki ayaklanmada tutan ekmeği, mafya sembolü Ahmet Doğan’la paylaşmak istemedikleri gibi, aşırı milliyetçi Volen Siderov’la da paylaşmak istemiyorlar. Olur ya, bu kavga adil Bulgaristan ağacını mayalıyorsa, meydandaki kararlılık, çeliğe su veren ateşse, Ahmet Doğan ile Volen Siderov ağacın belindeki kuru kap, demirdeki küf gibi düşmek ve yok olmak zorundalardır.
Bu halkımızın kesin isteğidir! Koşulsuz boyun eğmek gerekir!
Doğa yasalarına olduğu gibi, toplum yasalarına da karşı çıkılmaz, boyun eğmeyenler yok olup gider.
Bu mantık genelde geçerlidir:
Tohum tanededir. Budayın içindedir, ve buğday topraktan aldığı güçle canlanırken kabından kurtulur.
Şimdiki sosyal atılının anlamı budur. Bahardır! Yenilenme zamanıdır!
Bulgaristan’da Bulgar toplumu, görüldüğü üzere, 1990’da sosyal devrime hazır ve olgun değildi.
Jelü Jelev’in “Lenin’in madde tanımında eksikler var!” demesi, sürülmesine, 8 yıl soğan çapalamasına neden oldu ama toplumu bilinçlendirmek için yeterli olmadı, uyandığını zanneden halkımız uykuluydu.
Partiye, Moskova’ya bel bağlamış olanlar çoğunluktaydı.
İpin çürük olduğunu anlamak için yıllar gerekecekti. Biz bu yıllara demokrasiye “geçiş” süreci dedik. Ne var ki, totalitarizm kendiliğinden pes etmedi, kabuğuna büzüldü, fırsat bekledi. Eski gizli ajanlarını, köstebekleri, hainleri, müzevirleri, parti sekreterlerini, ihbarcıları kullanmaya devam etti ve ayakta kaldı.
Bu olayı kendi dillimizden örneklersek, biz, 23 yıldan beri T. Jivkov’un ambarlarında kalan tohumları ekiyoruz. Henüz kendi tohumumuzu ayıramadık.
Öyle oldu ki, ambar eski budayla dolu olduğu için ekmeğimizi yeni unla pişirmemiz hep engellendi. T. Jivkov tohumları ek ek, adam tonlarla kadro yetiştirmiş.
Mapushanede yatmış olan da ajan, sürgünü de…
Onun için bugün Ahmet Doğan’a “nimetlerin dağıtıcısı” (razpredelitel) demeye devam ediyorlar.  Ajan olarak şimdi bu önemli ödevi üslenmiş. Devletten çalınan, AB den gelen paralardan Toşko’nun adamlarına pay veriyor. Onları besliyor. Tabii bu dağıtım Türklerin, Pomakların, Romların, öksüz okullarının, hastanelerin payından oluyor. Günah be…
Ve bu işi kamuoyunun, seçmenlerimizin, aydınlarımızın gözünden uzakta, gizlice yaptığı için “partiler üstü”, “politika üstü yani meclis üstü” yani derin devlet olarak çalışıyor, diyorlar. Bu gidişle kendi ömrünü de kısaltığı görülmektedir.
Memleketimizi karıştıran, insanlarımızı 22 günden beri sokak ve meydanlarda ayakta tutan direniş aslında bu gizli, hasıraltı, Saray dolaplarına, emirlerine, planlarına, icraatlarına tepkidir.  HÖH milletvekili mafya şefi D. Peevski’nin meclis kararıyla DANS görevinden alınması gösterilerin ve direnişçilerin büyük başarısı oldu.
Millet ayaklanmasaydı yandığımız gündü. B.Borisov bile korkmuştu…
“Bağımsızlık” meydanında, öğrendiğime göre, sivil toplum örgütlerinden, protestocu meydanlarından 100 temsilci dün parlamentoya girmiş ve Meclis Seçim Kanunu komisyonu ile ilk görüşmeyi gerçekleştirmişler. Bu da çok büyük bir başarıdır. Delegeler arasında soydaş temsilcileri, dernek ve federasyonlarımızın önde gelenleri de yer almıştır. Sivil toplum örgütleri ile sokağın sesinin Bulgaristan politikasında duyulmaya başlandığına bir dönemdeyiz.
Ne mi konuşmuşlar:
Seçim sistemini incelenmiş. Bizde son 23 yılda uygulanan seçim sistemi “proporsional” yani o r a n t ı l ı seçim sistemiydi. Bu uygulamada oyumuzu partilere verirken aslında tanımadığımız kişilere veriyorduk. Örneğin Hak ve Özgürlükler Partisi’nin hırsız-kırıcı-soyguncu-dolandırıcı mayfa şefi Daniyel Peevski ile ne işi olabilirdi, değil mi?
Bak adam Kazanlık, Velingrat, Devin Pomak ve Türk oylarıyla meclise girdi. Seçilenler üzerinde seçmenin kontrol hakkı olmadığından, Ahmet Doğan da onları istediği gibi kullanıyor, kullandı, dolaplarını çevirdi. Bunlar hep senin benim adıma, ardımızdan yapıldı ve faturalar da hep halka yazıldı. Vergi kaçakçısı olan ve savcılık tarafından aranan HÖH milletvekilleri Dimitrov ile Şterev de aynı tip dolandırıcıdır ve oylarınızla seçilip milletvekiliniz olmuştur. Bu durumda HÖH’in Bulgar ve dünya kamuoyunda otoritesi mi kalır? Oyuncak olduk, oyuncak.
A. Doğan Müslüman halkını elindeki zincir gibi çevirdi, doladı, bağladı çözdü.
Uyan ey Bulgaristan Türkü, uyan!
Bir de “majoriter” yani çoğunluklu seçim sistemi var.
Burada seçmen tanıdığı, sevdiği, sözüne inandığı öz adayını seçiyor.
Dünkü tekliflerde KARMA SİSTEM olsun demişler. Bizim mecliste 240 vekil olsa, 120’si “orantılı”, %50’si de “çoğunluklu” sisteme göre seçilsin, bu konuda müzakereler açılmıştır. Böyle olursa, oy kullanmaya gittiğimizde, 2 oy kullanacağız, birini parti için, ötekini de tercih ettiğimiz kişi için.
Bu Almanya’da birçok başka Avrupa ülkesinde böyledir.
İyi oldu da 22 gün önce şu şeffaf politika direnişleri başladı. Kitlelerin gücünden güç aldı ve ayakta kaldı. Bunu yapmasaydık politikamız “eski hamam eski tas” tekerlenmeye ve eski tohumları ekmeye yani komünistlerin, eski zalim polislerin bir işe yaramayan torunlarını devlet görevlerinde en önemli makamlara tayin etmeye ve hırsızları seyirde kör gibi bakacaktık.
Ne güzel oldu da, şu göstericiler, “seçim oldu, oyumuzu verdik, iş bitti” demediler, gözlerini politikanın ve eskici hurdası siyasetçilerin üzerinden ayırmadılar, bir çiftçi gibi davrandılar, sürdükleri toprağı gözlediler, vereceği ürünü beklerken uyumadılar, ektikleri tohumun üzerinde titrediler. Hakikat şudur ki, gerek toprak, gerekse tohum hepimiz için bazen bir sırdır ama bu defa çürük tohumları biraz ayıklayabildik. Çok iyi oldu değil mi?
Evden aldığımız terbiye ne der:
Eli saban, çapa tutan kişiye saygı duyacaksın!
İnsanoğlu bugün toprağı 15 pullukla sürüyor. Kara saban unutuldu. Bugünün sürücüleri, Orakçıları, değirmencileri, makine mühendisleri, kimyagerler, öğretmenler, bilgisayar uzmanlarıdır. Onlarla birlikte iyi undan has ekmek mayalamak zorundayız.
Sokaklar inliyor, çınlıyor, sevdalanıyor.
Ekmekse sesiz ve dilsiz. Biz buğday tanesine dikkatle bakarsak her tanede bir insan görürüz. Tanenin içindeki Bulgar, Rom, Türk, Pomak, Alman değil.
İNSAN! Buğday hepimizi Adam etmek için var.
Dilimizde adı “güvence somunu” olan bir ekmek vardır. Bulgaristan’da bugün “güvence somunu” yoğruluyor, gelecek seçimde pişecek.
İş Allah bu ÖZGÜRLÜK SOMUNU olur ve kardeşçe paylaşırız.
Özgürlükler alıp satılmaz ama biz ekmeğimizi eşle dostla paylaşmayı biliriz, geleceğin sofrasının dostlar sofrası olması ve paylaşacağımız ekmeğin özgürlük ekmeği olması direniş günleri temennisidir.

Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi
Başkanı – Rafet ULUTÜRK

Reklamlar