Nevzat ÖZTÜRK
Oruç, hayatın anlamını ve hedefini yaşayarak öğrendiğimiz bir okuldur. Gönül dünyasının güzelliklerini, iyilik ve yardımlaşmanın huzurunu, barış ve kardeşliğin gücünü, dünya ve ahiret saadetinin yollarını burada öğreniriz. Yüce Allah, “Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de oruç tutmak farz kılındı. Ta ki korunasınız.” (Bakara, 183) buyuruyor. Allah Teâlâ’nın emri olan orucu tutmak, Allah’ın emrini tutmaktır. Gayesi ise, Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak, böylece takvaya ulaşmaktır. Oruç, asıl değer ve üstünlüğünün maddî farklılıklarda değil, ahlâk ve fazilette olduğunu ifade eder. Hedef olarak takvayı gösterir. Oruç, hedefimizi tutturmak için tutumumuzu gözden geçirmektir.
Oruç, bir kalkan gibi bizi kötülüklerden korur. (Buhari, Savm, 2) Şeytanın elini kolunu bağlar, geçit noktalarını kapatır. Duygularımızı yumuşatır. Öfkemizi teskin eder. Düşüncelerimizi derunileştirir. Davranışlarımızı olgunlaştırır. Gönül dünyamızı aydınlatır. Eksiğimizi ikmal eder. Oruç hem bir onarım hem de bir donanımdır.
Oruç kardeşlik ve barıştır. İnsanca bir duruştur. Olumsuz olanı durduruş ve yeniden diriliştir. Bütün ibadet, iyilik ve ahlâkî davranışlar gibi oruç da bize cennetin kapılarını açan bir anahtardır. Sadece ramazanda değil, bütün hayatımız boyunca, kapımız kötülüklere kapalı, hayır ve iyiliklere açık olmalıdır. Biz oruç tutarız; oruç da bizi kötülüklerden, günahlardan ve cehennemden uzak tutar.
Dikkatlerimizi maddenin ve midenin ötesine çeken oruç, Allah’a kulluk etmek (Zariyat, 56) ve güzel ameller sergilemek (Mülk, 2) noktasında varlığımızın gayesini hatırlamamıza vesiIe olur. Sadece varlık gayesini idrak edenler, varlığın hakikatine vâkıf olabilirler. Gafil olanlar, sefil olurlar.
Oruç, niyet, hareket ve davranışlarımızı Allah rızasının rengine boyar. Hayatımıza ibadetin huzurunu, tefekkürün derinliğini ve ahlâkın yüksekliğini katar. Allah Teâlâ’ya onu görüyor gibi kulluk etmeyi (Müslim, İman, 1) bir hayat tarzı haline getirmemizi sağlar. Din, sadece cami içerisinde yaşanan bir nizam değil, bütün hayatın kendisiyle ölçüldüğü bir nizamdır. Oruç, Allah rızasını, sonsuzluk âlemini ve sorumluluk duygusunu hesaba katmaktır. Oruç tutmak, Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmayı, her durumda göz önünde tutmaktır.
Hakikate susamış gönüllere ilâhî bir rahmet olan Kur’an-ı Kerim, Ramazan ayında nazil olmaya başlamıştır. Bu sebeple bu ay bütün mevsimlerin güzelliklerini taşır. Oruç ikliminde yaşamak, müminlerin, bütün yıl boyunca gönüllerinde yaşatılan bir özlemdir. Camilerde, mescitlerde ve evlerimizde daha sık saf tutuyoruz, ellerimiz daha çok Kur’an tutuyor. Kur’an’a tutunarak hayatımızı daha tutarlı bir hale getirmeye çalışıyoruz. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır” (Bakara, 185) Oruç tutmak, Kur’an’a tutunmaktır.
İlâhî rahmet, bütün mevcudatı bürümüştür. Yüce Allah buyurur ki: “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır.” (Araf, 156) Herkes kendi gayret ve çabasıyla nasibini çoğaltır. “Herkes için ancak çalıştığının karşılığı vardır.”(Necm, 39) Oruç ilâhî rahmeti kuşanmaktır. Hayat şartlarının meydana getirdiği ayrılık ve ihtilâfları, insanlık şartlarının gerektirdiği birlik, beraberlik ve yakınlık noktasına bağlayan ve bu noktayı merkezileştiren bir özelliğe sahiptir oruç. Oruçla toplumsal barış yeniden tesis edilir. Gönülden gönüle sevgi ve saygı akımı başlar. Oruç, İslâm’ın eşitlik ilkesinin en mükemmel tezahürlerinden biridir. Kardeşliğe aykırı ne varsa oruç ona karşı çıkar. Oruç ellerimizin daha sıcak tutuşmasıdır. Sevgiye, kardeşliğe, paylaşmaya, iyiliğe doğru yol tutmaktır.
Oruç, kötü alışkanlıkların zincirini kırar. İradenin yönünü hayra ve iyiliğe doğru çevirir. Nefsin zaptettiği kalelere özgürlüğün bayrağını diker. Rahmet kapılarını açar, Cehennem kapılarını kapatır. (Buhari, Savm, 5) En kötü kölelik, kişinin nefsine tutsak olmasıdır. Nefsanî arzularını kontrol edemeyen bir insan kolaylıkla kötülük işler. Kötü alışkanlıklarının kurbanı olur. En önemli kontrol mekanizması imanî ve ahlâkî değerlerdir. Yüce Allah: “Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni gördün mü?” (Casiye, 23) buyurur. Sevgili peygamberimiz de şöyle buyurmaktadır: “Akıllı adam, nefsini kontrol altında tutan ve sonsuzluk hayatı için hazırlık yapan kimsedir.” (İbn Mace, K. Zühd, c. 2, s. 1423) Oruç tutmak, nefsin tutsaklığından kurtulmak, onun dizginlerini elinde tutmaktır.
İrademizi kuvvetlendiren oruç, nefsanî ve şeytanî dürtülere karşı mukavemetimizi artırır. Oruç bir nefis tezkiyesi, bir irade terbiyesidir. Söz ve işlerini yalanla kirletenleri uyarır. (Buhari, İlim, 30) Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir” (Şems, 10) Oruç, her türlü günah ve kötülüklere karşı kendini tutmaktır.
Oruç, riya ve gösterişi hayatımızdan kovmayı öğretir. Oruç şeytan elinin ulaşmadığı, gösterişin bulaşmadığı bir ibadettir. Nitekim kutsi bir hadiste Yüce Allah şöyle buyurur: “Oruç, benim içindir; onun karşılığını ben vereceğim” (Müslim, Siyam, 164) İhlâs ve samimiyet ibadetlerin ruhudur.
Allah Teâlâ’ya yakın olmanın sırrına erenler, başkalarının görmesinde, kendileri için itibar araştırma zilletine katlanamazlar. Oruç tutmak, basit hesapları aşan bir ruh yüceliğine ve olgunluğuna ulaşmak için kendimizi değerlendirmeye tabi tutmaktır.
Oruç bize, sabrı, sebatı, istikrarı, azmi ve kararlılığı öğretir. Hayatın zorluklarına katlanamayanlar, başarının doruklarına kanatlanamazlar. Oruç sabırla sınanmak, azimle donanmaktır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Sabredenlere mükâfatları, hesapsız ödenecektir!” (Zümer, 10) Sabrın ödüllerinden biri de başarı ve zaferdir. Oruç tutmak, sağlam bir iradeyle zorluk ve kötülüklerle savaşa tutuşmaktır.
Oruç bize mahrumiyeti tattırarak elimizdeki nimet ve imkânların hem kıymetini hem de kaynağını gösterir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Şükrederseniz elbette size nimetlerimi artırırım ve eğer nankörlük ederseniz, azabım pek çetindir.” (İbrahim, 7) Hayatın ve sahip olduklarının değerini bilmeyenler, onları değerlendiremezler. Şükretmek için farketmek gerekir. Unutmak gaflete, gaflet dalâlete, dalâlet hezimete yol açar. Oruç bir uyarı, bir uyarış, bir farkına varıştır. Oruç, pas tutan gönül aynasını parlatır. Oruç, kadrini bilenleri, Kadir Gecesi’nin rahmetiyle arındırıp bayramın aydınlığı ile kucaklaştırır. Oruç, insanın gönlünü aydınlatarak bütün hayata ışık tutar.
Oruç, Yüce Allah’(c.c)ın insan üzerindeki müdahale hakkıdır. Yani insanın hayatını düzenleme, disipline etme, kontrol etme hakkı Allah’a aittir. Zaten her mümin de şöyle inanır: “Benim hayatım, ölümüm, ibadetim, namazım alemlerin Rabbi Allah içindir”.(Enam Suresi 162) Hayat Allah içinse, insan Allah içinse, insana müdahale etme hakkı Allah’a aittir. İnsan hayatını düzenleme, hayatını yönlendirme, hayatını biçimlendirme hakkı da Allah’a aittir. Bu bakımdan Allah, oruç üzerinden kulun kendisine tabiyetini, aidiyetini ortaya koyuyor. Oruç tutan herkes canımın istediği gibi yaşarım değil, Rabbimin istediği gibi yaşarım tercihini ortaya koymuş oluyor. Benim yemem, içmem, oturmam, kalkmam; hayattaki tüm reflekslerim, taleplerim, tutumlarım, davranışlarım, düşüncelerim, bakışlarım Allah’ın bilgisi dahilinde, isteği dahilinde gerçekleşir. İlahi tasarrufa ben tabiiyim. Bu anlamda bağımsız değilim, bu anlamda özgür değilim. Oruçla biz şunu deklare ediyoruz: Ben arzularım ne olursa olsun Allah’a rağmen hiçbir isteğimi hayata geçirme hakkına sahip değilim. Dolayısıyla oruç aynı zamanda Allah’a bir teslimiyetin de ifadesidir. İslam da teslim olmak kökünden geldiğine göre bu çok yönlü, çok boyutlu bir teslimiyetin fiili olarak tezahürüdür.
İçinde yaşadığımız çağ, insanın fiziki ihtiyaçlarını öne çıkarıyor. Seküler bir bakış açısını, dünyevi talepleri önemsiyor. Dolayısıyla insanın ruh yönü ihmal ediliyor. Şu an insanın ruhu aç ve açıkta. Aç ve açıkta bırakılan insan ruhu her türlü kirlenmeye, aşınmaya, yaralanmaya, çürümeye maruz kalıyor. Oruç üzerinden açıkta olan ve aç olan ruhumuzu yeniden doyurmaya yoğunlaşmış oluyoruz. Fiziki ihtiyaçlarını önemseyen günümüz insanı tüm enerjisini, eforunu buna göre sarf ediyor. Ama sonra yine huzursuz, doyumsuz, yine güvensiz. Neden huzursuz? İç dinamikleri aç bırakıldığı için, zayıf bırakıldığı için. İşte oruçla bir ruh zenginliği yakalıyoruz. Oruç başlamadan önce dağınık olan insan ruhu oruçla birlikte toparlanıyor. Tabiri caizse oruç bizim için bir rektefiyedir ya da modern söylemle resetlenmedir. Buna revizyon da diyebiliriz, bir iç restorasyon da diyebiliriz veya reform da diyebiliriz.
İnsanın her türlü fiziki ihtiyaçları anında karşılanıyor. Neden hala insanlık tedirgin? Neden hala insanlık huzursuz? İnsanın ihmal edilen bir tarafı var; akla yönelirken kalbi, bedeni beslerken ruhunu aç bırakıyor. İnsanın midesi büyüyor ama kalbi küçülüyor. Beden güçlenir ama ruh zayıf düşüyor. İnsan dengesini kaybediyor. İşte ruhu bu anlamda güçlendirme, kalbi takviye etme eylemi oruçla sağlanıyor. Bunu insana başka türlü izah etmek zor. Bundan dolayı oruç ayında sadece yer sofralarında değil gök sofralarında da doyuyorlar.
Oruç, sadece içe yönelik bir ibadet değildir. Bir de sosyal boyutu vardır. Dünyadaki açlık sorununu aç kalmadan nasıl anlayabilirsiniz? Ya da dünya üzerinde sosyal adaletteki dengesizliği, sömürgeci güçlerin, işgalci güçlerin elindeki kaynakları talan etmelerini nasıl insanların önüne koyabilirsiniz? Bu konuda duyarlılık da ancak oruç disiplininden, oruç mektebinden geçmekle mümkündür. Bu bakımdan orucun psikolojik, sosyolojik, pedagojik tüm sonuçlarını ele almak lazım. Sosyal sonuçlarına bakmamız lazım. Oruç sadece bir aç kalma olayı değildir, aç kalarak yeryüzündeki bir açlık sorununu da gündemlerine alma, açın halinden anlama eğitimi söz konudur.
Ramazan ayında sadaka ve fitreler verilir. Yani toplumsal dayanışma anlamında da çok güçlü bir boyutu vardır Ramazan ayının. Oruç aynı zamanda paylaşmayı da beraberinde getiriyor. Toplumsal dayanışmayı önümüze koyuyor. Sosyal adaleti gündemimize taşıyor. Bakıyorsunuz ki, oruçta Kur’an’a yoğunlaşan insanlar, kıbleye yoğunlaşan insanlar, kardeşliğe yoğunlaşan insanlar gerçeğiyle karşı kalıyoruz.
Orucun şöyle bir boyutu da var. Ramazan’da iftar sofrası kurulduğunda, her zaman bir arada olamayacak zenginle fakir bir araya geliyor. Belki son zamanlarda Müslümanlar arasında sofralarda yavaş yavaş ayrım oluşuyor ise de, Ramazan bu ayrışmaları, ayrılıkları kaldırması gereken bir aydır. Ramazan insanları bir anlamda eşitler, aynı lokmayı paylaşmayı getirir. Böyle bir etkisi de var Ramazan’ın.
İslam’ın ibadette ortaya koyduğu sonuçlara baktığımız zaman bireysel bir ibadet tarzı baskın değildir. Her ibadetin toplumsal tezahürleri vardır. Çünkü Müslüman temelde kendisi için yaşayan insan değildir. Namazıyla da kendisi için değildir, orucuyla da kendisini merkeze almamıştır. Özellikle şu ayet-i kerime üzerinden Müslümanın hayatla, toplumla ilişkisi anlatılıyor: “Sizler insanlık için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz”.(Al-i İmran 110)
Buradaki “insanlık için” vurgusu çok önemlidir. Dolayısıyla Müslüman, başkası için de yaşayan insandır. Başkasını önemseyen insandır. Sadece kendi iyiliğini, kendi rahatını, kendi cennetini düşünen insan değildir. Ötekinin cenneti, cehennemi beni ilgilendirir. Yani şu toplumda ateşe giden bir insan varsa ona ulaşma imkânı, onu uyarma imkânı varken o kişi ateşe gidiyorsa orada bizim de sorumluluğumuz vardır. Oruç bu ruhu daha da pekiştirir, daha bir geliştirir. Dolayısıyla oruç üzerinden toplumsal sorunları oturup düşünmek, farklı bir sorumluluk yükler. Yani insanı inceltir, insanı hassaslaştırır, bencilliklerden, cimriliklerden, pintiliklerden, bireyselliklerden kurtarır; topluma açar, perspektifini genişletir, öteki için ne yapabilirim düşüncesi verir. İnsandaki merhamet dürtülerini harekete geçirmede orucun çok büyük bir etkisi vardır.
Bir diğer konu da; “Ramazan Müslümanlığı” şeklindeki algı ve yaşayış da yanlıştır, sakattır. Yılın on bir ayında Allah’la ilişkilerini askıya alacak, Ramazan ayında Allah’a ihtiyaç duymak, O’na yönelmek, ibadetlere sarılmak insanın kurtuluşu için yeterli olmaz. Tüm zamanlarda Allah’a kulluk ahdimiz, tüm zamanlarda sorumluluğumuz, tüm zamanlarda Allah (c.c)’nin denetimi vardır. Oruçla, on bir aylık açıklarımızı, döküntülerimizi, zafiyetlerimizi, aşırılıklarımızı, acziyetlerimizi yontmak ve kendimizi bu uzun soluklu sefere yeniden bilemek için, yeniden donanmak için, yeniden arınmak için özel bir eğitime tabi oluyoruz. Orucun esas hedefi tüm seneyi kuşatacak bir yeterliliği elde etmektir. Bundan dolayı oruç günlerine bugünkü tabiriyle, Ramazan günlerine Kur’an merkezli, yoğunlaştırılmış bir kamp hayatı yaşamalıyız. Kur’an’ı anlama gayreti içinde olmamız, nefsimizi Allah’a açmak, sadece Kur’an’a açmakla mümkündür. O zaman Kur’an da kendisini bize açacaktır. Vahyin güzellikleri de bize kendisini açacaktır ve kararlılıkla Allah’ın yolunda yürüme takatini elde edeceğiz. Bu bakımdan Kur’an’ın tezgahından geçmemiz, Kur’an’ı içselleştirmemiz lazım. Kur’an’ın bizde ete kemiğe bürünmesi lazım. Kur’an’ın işaret ettiği bir şahsiyet olma noktasında, bu ayda kendimizi hızlandırılmış ve yoğunlaştırılmış bir eğitim ve terbiye programına tabi kılmış oluyoruz. Bu bakımdan Ramazan başındaki ben ile Ramazan sonundaki ben aynıysa, Ramazan’ı biz kaçırmışız demektir. Oruçla kendimizi yeniden inşa edeceğiz. Tercih elimizde.
Ramazan ayında “Bin aydan daha hayırlı “Kadir Gecesi vardır. Ramazan ayının 27.Gecesi olarak bildiğimiz Kadir gecesini önemli kılan Kur’an’dır, Ramazan’ı önemli kılan Kur’an’dır, Hz. Muhammed’i önemli kılan Kur’an’dır; Mekke’yi, Medine’yi önemli kılan Kur’an’dır. Dolayısıyla bizim de önem kazanmamız, değer kazanmamız Kur’an’a olan ilgimizledir. Gecelerimizin anlam kazanmasını istiyorsak, gündüzlerimizin bereket kazanmasını istiyorsak Kur’an’a ihtiyacımız vardır. Kur’an, Medine’yi Münevver kılmıştır. Aynı Kur’an’a karşı biz sorumluluk bilincinde olursak bizi de münevver kılar. Kur’an Mekke’yi Mükerrem kılmıştır. Bizi de Mükerrem kılacak olan Kur’an’dır. Kabe’yi muazzam kılmıştır. Bizi de muazzam kılacak olan aynı Kur’an’dır. Dolayısıyla Kur’an’la ilişkimizi gözden geçirmemiz lazımdır. Kur’an’ın bize inmesi lazım. Kadir gecesi bin aydan hayırlı ise biz de bin kişiden hayırlı bir kişi olmak istiyorsak, Kur’an’ın bize inmesi lazım. Biz sadece Kur’an tilaveti, kıraatı, tecvidi, hıfzıyla yetinemeyiz. Yürüyen bir Kur’an olmamız lazım, Kur’an’la var olmamız lazım. Yürüyen Kur’an Hz. Muhammed (sav)’dir. Kur’an’ın sadece alfabesiyle ilgilenmemiz yetmez. Kur’an’ın ahlakıyla da ilgileneceğiz, ahkamıyla da ilgileneceğiz, ameliyle de ilgileneceğiz.
Kur’an’ın bize yüklediği, akide, ahlak, amel, ahkam… Bu dört şey çok önemli. Allah katında kadrimizin olmasını istiyorsak Kur’an üzerinden önce Allah’ın kadri kıymetini bileceğiz, sonra Kur’an’ın kadri kıymetini bileceğiz, sonra kardeşlerimizin kadri kıymetini bileceğiz ve kendimizi de bu anlamda ihmal etmeyeceğiz.
Hepinizin “Evveli Rahmet, ortası mağfiret ve sonu Cehennem azabından kurtuluş “olan Ramazan-ı Şerifinizi tebrik eder, arınma ve adanmaya vesile olmasını Rabbimden niyaz ederim.