Dr.Nedim BİRİNCİ
1989 Mayısı’nın 13’ünde açlık grevleri, kabaran mücadele ruhunun ülkeye yayılması ve bütün Türkleri ve Müslümanları kucaklaması 2. haftasını yaşıyordu. Tutuklular, hapisler, sürgünler, kovuşturanlar, sorgu odalarında bulunanlar haber almış ve herkesin yüreği coşmuştu. Savaşım ateşinden alev olmak isteyenlerin kendilerini bir yere kaydettirmelerine, birilerine telefon açmalarına ya da mektup yazmalarına gerek yoktu. Herkes her Türkün ve çingene kökenli Müslüman kardeşlerimizin ve Pomak ernik topluluğunun bu ayaklanma içinde bir er olduğunu biliyordu.
Böyle heyecanlı ve korku perdesinin yırtıldığı bir ortamda illegal hareket eden insan hakları örgütleriyle paralel çalışacak, öncü Türklerin politik başı olacak bir siyasi partiye ihtiyaç vardı. İnsan Hakları Örgütü Demokratik Lig gerek Plevne İl Mahkemesi’nde, gerekse Sliven’e bağlı Kotel’ belediye mahkemesinde tescil rdilmedi. Parti Başkanı Mustafa Ömer artık Bursaya geçmiş Ulu Cami önünde açlık grevini sürdürürken, direnilin başına Albvanlar (Yablanovo) dan Ormanlı geçti. Sekreter Sabri İskender direniş merkezlerini dolaşıyor halkı yüreklendiriyordu.
İşte böyle bir ortamda ÖZGÜRLÜK İNSAN İÇİN olsa da bir Politik Parti için özgürlük isteniyordu. Yarı legal bir politik oluşum olan Petır Manolov’un Demokratik İnsan Hakları Hareketi içinde “Türk Kanadı” kuruldu. Bu kanat açlık grevlerinin uyanan Bulgar demokratik aydın hareketi ve Sofya’daki demokratik kitle hareketlenmesiyle bağlar kurmasında rol oynadı. Demokratik uyanış ve mücadele cephesinin ana hedefi T. Jivkov’un totaliter düzenini devirmek ve Bulgaristan’da demokratik bir toplumsal yapılanma ortamı yaratmaktı. Demokratik güçlerin karşısında tepeden tırnağa silahlı totaliter ordu, polis, kırmızı baret ekipleri, eğitimli komandolar, yargı ve zulüm makinası vardı. Direnenlerden yana olanlar, uluslararası demokratik güçler, ilerici örgütlerin dayanışması, Türkiye ve Sofya baskı rejimine yüz çeviren M. Gorboçov’un “yenilenme” rüzgarı vardı.
Grev direnilerine katılan Türkler ve onları destekleyenler başarılı olabilmek için İKİNCİ BİR DOĞA aramaya başladılar. Bu ikinci doğa mücadelenin politik ve ideolojik doğası olacaktı. 1878’de Osmanlı’dan koparılan Bulgaristan Türk ve Müslümanları, ne 1908’de kurulan III. Bulgar Çarlığına kadar, ne 1908 – 1945 arası Çart Ferdinad ve oğlu III. Boris dönemin’de, ne de 1944’ün 9 Eylülünde başlayan Bulgaristan Halk Cumhuriyeti döneminde, ta ki grev direnişlerinin toplumu çalkaladığı Mayıs 1989’a kadar kendi POLİTİK PARTİLERİNİ KURAMAMIŞTI.
Balkan Savaş’indan sonra Radoslavov’un Liberal Partisi’ne oy veren, 1919 Asker Ayaklanmasından son Al. Stanboliyski’nin Çiftçi Partisi’ni destekleyen, daha sonra aynı partinin değişik kanatlarını ve Demokratları arkalayan, 1934 faşist darbesinden sonra ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında Bulgar İşçi Partisi (komünistler) ile partizan pıtikalarında bile birlikte yürüyen ve 1945’ten sonra daha fazla Bulgaristan Halk Çiftçi Partisi ve önce Bulgaristan İşçi Partisi ve daha sonra Bulgaristan Komünist Partisi’nin davasına katılan Bulgaristan Türk ve Müslümanları artık içinde bulundukları kırmıştı. Açlik grevleri politik heddefli bir başkaldırıydı. Grevciler kavga meydanına ekmek teknesiyle çıkmamış insan hakları, özgürlükleri için ölüm kalım mücadelesi vermeye toplanmıştı. Ve bu bir sokakta, öteki köşede ve kör bir meydanda verilen bir kalmga olmakla kalmayıp, etnik azınlıkların yaşadığı bütün yerleşim yerlerinde kabarak ve bayrak olan bir başkaldırıydı.
“Soya dönüş” politikası, topyekün “bulgarlaştırma” “Türkleri eriterek yok etme” ve başka bir değişle asimile etme siyaseti bir ceset gibi köy meydanlarında kaldı. Bulgaristan Türkleri ve tüm Müslümanlar bu politikayı ağızına almadı, çiğnemeyi, özümsemeyi denemedi, yutmadılar.
1956’da Türk okullarının kapatılmasıyla tatlı şakalarla yumuşatıp yumuşatıp önlerine sürülen eritme politikasını kucaklayan olmadı. 1945 – 1956 yılları arasında oluşan Bulgaristan Türk aydın ordusu her zaman Türklüğü yaşatmadan yana çıktı, halkın manevi dayağı oldu ve Türk öncüler yetiştirdi. O yıllardan sonra iki defa göç yaşanmış olmasına, yurdu terk etmek isteyen aydınlara öncelik tanınmasına karşın, Bulgaristan Türkleri arasında Türklük ruhu kırılamadı, derin kökleri güç kazandı.
Direnmek öz doğalarında olan Bulgaristan Türkleri sosyalist totalitarizmi ret ederken yerine yeni bir politik anlayış, insancıl bir ideoloji, gönüllerini ısıtacak ve güçlerine güç katacak yeni bir siyasi açılım aramaya başladı. 1984-1989 baskı ve terör döneminde kurulan illegal ya da yarı illegal Demokratih Lig, Uzun Kış, Demokratik birlik, İnsan Hakları Teşkilatı ve başka birçok irili ufaklı ve ömürleri kısa olan, dağılan ya da dağtılan birlik ve direniş grubları legal kitle partisi niteliği alamadığından ortada bir boşluk vardı. Aydınların ve yılmaz ruhlu Türklerin hapislerde tutulması yeni politik atılımı yıllarca engelledi. Şimdiki grevciler ve onlarla gece gündüz dayanışanlar mücadele rüzgarının geçeceğini, direniş dalgasının alçalacağını duyumladıklarından olacak, enerjilerini bir örgütte, yebir bir oluşumda, bir partide toplamak ve yeni bir ideolojiyi kendilerine bayrak edip göndere çekmek istiyorlardı. Aradıkları ikinci bir kişikti. Onların Türk ve Müslüman kimliğini birleştirecek bir politik kişilikti. Aranan, Komünist Partisi dışında, Çiftçi partisi dışında, Vatan Cephesi ve Komsomol dışında, kendilerine ihanet eden, onları ezenlerin tümünün dışında yeni bir kimlik arayışı yenir bir aşamaya girdi. Mayıs 1989 direnilerinin politik dalları önderler yurt dışına kovularak kansız budanıyordu. Budandıkça da hareketlenen alt taban başsız kalıyordu. Sorunların sorunu olarak ortaya çıkan bu politik kimlik kimlik arama meselesinde onların doğaları ve emelleri birleşiyordu. Demek oluyor ki, 1989 Mayısı’nda ilk defa olmak üzere, Bulgaristan Türkleri içinde yeni bir ego oluşuyordu. Ruhu demokrat olan insanlarımızın aradığı, doğal ve insan hakları ile hayat hakkı isteyen özgürlüklerin birleştiği süper bir egoydu. Yaşam hakkı kazanan olgu yaşam alanı istiyordu. İşte bu noktada en büyük dönüşümler savaş meydanlarında doğar deyenler haklıydı.
Ve işte böyle bir ortamda, Bulgaristan Türkleri ve Müslümanları tarihinde zulmü, totalitarizmi, baskı ve terör rejimlerinin her çeşidini, adaletsizliği ve insanın insana düşmanlığının her türünü ve envayi çeşidini ret edilip, olumsuzlanıyor ve yerine insanın insana olan en yürekli kardeşiği, demokratik düzenlerin en özgürlükçü ve adaletli olanı hayata çarılıyordu. Bu yepyeni bir bilinçlenme düzeyiydi. İnsanımız o zamana kadar hayatlarında rol oynayan ve canlı olmaya devam eden herşeyden sıyrılıp kurtuluyor, olumsuzladıkları herşeye yüz çeviriyor ve ikinci bir dünya arıyordu. Bu dünyanın adı ÖZGÜRLÜKTÜ.