Seyhan ÖZGÜR
Demokrasi ve Askeri Disiplin
Sofya hükümeti, halk meclisi ve ırkçı milliyetçi Ulusal Cephe partisi birbirini zincire vurdu.
Zıt uçları kabinede buluşturan programa imza atan etnik ve yabancı düşmanı ırkçı V. Simiyonov başkanı olduğu 19 MC milletvekilini İç Tüzük Kafesine sıkıştırdı. Tüzükte vekillerin tepki göstermeye, başkandan izinsiz eleştirmeye, yorum yapmaya, öteki milletvekilleriyle yakın temas kurmaya, meclis salonlarında kulislere katılma gibi hakkı kısıtlandı. Cezalar da derecelendirildi: birinci ceza “ihtar”; ikincisi “200 leva” para cezası ve üçüncüsü “meclis grubundan uzaklaştırmaktır.” Milletvekili eski gazeteci Velizar Ençev meclis kulisinde yaptığı bir konuşmadan dolayı dün “ihtar” cezası ile uyarıldı. O, Bulgaristan’ın Avrupalı Geleceği İçin GERB partisi Başkanı B. Borisov Başbakan seçilirken “hayır” oyu kullandı.
1984–1990 yılları arasında zulüm politikasını uygulayan bu eski totaliter rejim elemanları gözlerini açmışlar, yeni hükümetim “Ortaklık Programını” ihlal etmesini bekliyorlar. Anlaşılan ilk istekleri Bulgar Ulusal Televizyonu I. Kanalında her gün yayınlanan 10 dakikalık Türkçe haberleri yasaklamak! Türkçe söz işitmek istediklerini meclis kürsüsünden hemen beyan ettiler. İkinci olarak da 5–6 yaşındaki çocukları Bulgar ana yurtlarına toplayıp zorla Bulgarca öğretmek ve kendi değişleriyle hedef “Bulgaristan’da Türkçenin köklerini tamamen kazımaktır.” Eğitim reformundan anladıkları da budur.
Parlamentoda Disiplin Tüzüğü uygulama nedeni ise MC parlamento grubunun bölünmesini önlemektir. “Beraber hareket edersek hükümeti istediğimiz an devirebiliriz.” Diyorlar.
Bununla birlikte sol milliyetçi “Ataka” partisi 11 milletvekiline “disiplin bozma cezası” olarak 150 bin Euro değerinde birer senet imzalattı. Başkan Volen Siderov senetleri özel çelik kasaya topladı. Böylece Sofya meclisinde somunlar aşırı sağ ve aşırı sol uçlardan iyice sıkıldı.
Aşırı sağ ile aşırı sol şimdi birbirine selam vermese de, Bulgar milliyetçiliğini ve Türk düşmanlığını düne kadar aynı kazanda kaynatıyordu. Yeni sloganda “kedinin beyaz ya da siyah olması önemli değil, önemli olan sıçan tutmasıdır” yazıyor. Bu tekerlemedeki “fare” Türklerdir ve onlara saldırılmalıdır!
Meclis lobisinde anlatılan yeni fıkra aslında çok eski:
İnsan felsefesinin babası sayılan Aristoteles bir gün bir işçi çavuşuna 3 soru sordu:
İLK SORUYU SABAH SORDU:
– Ne yapıyorlar?
Cevap aldı:
– Çalışıyorlar!
İKİNCİ SORUYU ÖĞLEN SORDU:
- Ne yapıyorlar?
Cevap aldı:
- Çalışıyorlar!
ÜÇÜNCÜ SORUYU AKŞAM SORDU:
- Ne yapıyorlar?
Cevap aldı:
- Çalışıyorlar!
NE ZAMAN DÜŞÜNÜYORLAR? Diye sordu ve
Cevap aldı:
- Düşünmüyorlar!
Bulgar parlamentosunda bu fıkra “çalışıyorlar” sözünü “oturuyorlar”, “düşünmüyorlar” sözü de “uyukluyorlar” sözüyle değiştirilerek anlatılıyor.
Bir iş nasıl başlarsa öyle devam eder. Mu meclis işe didişmeyle ve öküz altında buzağı aramakla başladı ve bu iş böyle devam eder.
Meclis açılışının ilk haftasında bazı büyük gerçekler ortaya çıktı.
12 Mayıs 2013’te yapılan erken meclis seçimlerinde, Milliyetçi Cephe partisi başkanı Simyonov’un, Sofya TV I. Programındaki 10 dakika Türkçe haberlerin yasaklanması için GERB partisine 50 bin oy verdiği, fakat GERB partisi o zaman muhalefete kaldığı için bu işi yapamadığı açıklandı. Olay su yüzüne çıktı. Bir ay süren hükümet kurma pazarlıklarında ne görüşüldüğü de anlaşılmış oldu. Başbakan Yardımcısı Bıçvarova ofisine gitmezden önce “NOVA” TV’ye uğrayıp “Birinci Ulusal Programdaki Türkçe haberleri yasaklayacağız!” dedi. Bu konuda baskı altında olduğu da anlaşıldı. Ve önce borçlar ödenmeye başlandı. Arkamızdan dönen pazarlıkları bir bilseniz! Ben kendi kendime soruyorum: Hepimizi Bulgaristan’dan kovmalarının bedeli kaç paradır acaba!
Bizim ana dilimizde özgürce konuşma, özgürce yazma ve özgürce ibadet etme haklarımız için kutsal mücadelemizi yeni baştan başlatmamız zorunlu oluyor.
Şu mısra halkımızın bugün söylediği türküdendir.
Diyar diyar göçtük.
Gurbet suyundan içtik.
Az çalıştık çok çalıştık.
Bir türlü yaranamadık.
Bize “önder” diye verilen “çoban,” koli beden çıktı, “sayaya” kapandı.
Siz kendiniz beş para etmezsiniz, kendi başınıza bir şey yapamazsınız diyor.
Yakındır! Binlerin akını yeniden hareketlenmeye başlar!
Hayat hakkı arayanlar, bu defa kendi önderini kendileri doğururlar.
Türklerin köyleri derebeylik mülkü gibi oldu.
Bulgar olmayan herkesi hor görenler hem çok, hem de iktidar oldu.
Ahlaksızlık diz boyu aldı yürüdü. Oyuna geldik yazık oldu.
İstenmez olduk yine, yaşayana hayat ağır oldu.
Tarih bizi başka bilir.
Türklerde milli duyguların kesafetini Orhun Yazıtlarında görürüz.
Bizim başımız bugün Bulgar milliyetçileri ve ırkçılarıyla derttedir.
Daha milattan önce dil konusunda Araplara karşı mücadelede Türk dilini ve haliyle Türklüğü ve Türkleri öne çıkaran Kaşgarlı Mahmut’u unutmayalım.
Öyle bir milliyetçidir ki, Türklük konusundaki anlayışını dinimize dayandırmak için, Hz. Muhammed’den hadis rivayet etmiştir:
“Allah’ın devlet güneşini Türk burcundan doğdurduğundan ve onların mülkleri üzerinde göklerin dairelerini döndürmüş bulunduklarını gördüm. Allah onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzüne hakim kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı. Dünya milletlerinin yularını onların eline verdi. Onlarla birlikte çalışanları, onlardan yana olanları aziz kıldı. Türkler yüzünden onları her dileklerine eriştirdi. Bu kimseleri kötülerin, ayak takımının şerrinden korudu. Oklarının isabetinden kurtulmak için aklı olana düşen vazife, bu adamların yolunu tutmaktır. Derdini dinletmek ve Türklerin gönlünü almak ve onların diliyle konuşmaktan başka yol yoktur…”
Bu satırlar Türk olmanın gururunu ortaya koyar.
Ben Türklerin sözünde duranlarını, bir dediğini iki etmeyenlerini, en açık konuşanlarını, hak ve özgürlük davamıza gece gündüz devam etme azmiyle yananlarımızı tanımak istiyorum.
Bir bütün olduğumuzu anlamamızın tek yolu DİLİMİZDİR. TÜKÇEMİZDİR. ANADİLİMİZDİR. BİZİ TEK VÜCUT YAPAN ÖNCE ANADİLİMİZDİR.
Biz Türkler İslam dinine girmekle de kendi öz kimliğimizi koruduk.
Bu konuda başka bir hadis şöyle buyurur:
“Şayet Oğuz Türkleri İslamiyet’ten önce veya Müslüman olmadan Batıya gelselerdi, daha önceki Türk kitleleri gibi belki de Hıristiyanlaşacak ve eriyip gideceklerdi; hâlbuki Oğuz Türkleri Müslüman olmakla, hem siyasi önceliği (inisiyatifi) ellerine geçirdiler, hem de milli kimliklerini koruma imkânına kavuştular. Bu anlamda İslamiyet bugünkü varlığını hangi derecede Türklere borçluysa, Türk ırkı da milli mevcudiyetinin bekasını aynı derecede İslamiyet’e minnetle borçludur.”
Bu ibret veren satırlar, fikirler kaleme alınalı binlerce yıl geçse de yazımızın başındaki örneklemelerde görebildiğiniz üzere değişen pek bir şey olmamıştır. Biz en hoşgörülü, en hayırsever, en iyi komşu olan millet olsak da hayat hiç istememiş olsak bile hayatımız bir yere kadar devamlı didişmeden ibarettir. Geçen yüzyılın büyük göçlerini unutamayız. Haklarımız için ayaklandık, onunla yaşarız. Çok çektik sızılarıyla yaşarız.
Bizim kavga etmemize gerek yok, kavgacılar zaten etrafımızda kol geziyor. Uyanık, hazırlıklı, cesur ve kararlı olmamız yeter de artar. Hayat hakkını veren hepimize zaferden zafere koşma coşkusunu beraberinde bahşetmiştir.
Biz işimize gücümüze bakalım.
Şimdilik demokrasi ile meclisteki askeri disiplin onlara kalsın.