Mikr.Uzm Dr. Osman BUYÜKKAYA
Konu: Önderlik, Liderlik, başbuğluk…
Bizim köyde sürünün başını KARA KOYUN çekerdi. Suyu ve otlağı, gölgeleri ve ev yolunu bulurdu. O, sürünün canı ve başıydı. Bayram yaklaşırken babam,
– Bu kurbanda kara koyunu kessek, diyecek olsa da, anam sevdiğini savunur, başına kına yaktırmaz, bildiğini okumaya başlardı.
Nedense, nasılsa bilemem, ama anam kara koyunun sürüdeki rolünü hepimizden iyi bilirdi. Daha önce de sürülerimiz olmuştu, hep dağıldılar kurda kuşa yem oldular. Kara konun sürümüzün başına geçtiğinde durum değişti. Sürüdeki diğer anaçlar, toklular hatta koçlar birbirinin ardından kuyruk kokusuna giderken, kara koyunun başı dik ve gözleri ilerdeydi. Köpek onu şaşırtamaz, yolundan saptıramaz, geri döndüremezdi. O ırmağı geçmek için suya atlasa, koyunların hepsi ardından atlardı.
Bizim dağlarda KURT dolaşırdı. Bilmem görmüş müsünüz! Kurtların başbuğusu arkada kalır. Geriden gider. İzciler başta, gebeler ortada, sürüyü kollayanlar ise iki yandan ilerler. Sürü başı kurtlardan birinin ikisinin, bir grubun geri kalmasına, yoldan sapmasına izin vermez, saldırır. Uğultusuyla sürüyü uyarır, işaret verir.
Bu işler toplumlarda da böyledir.
Fakat düzen farklıdır. Eski kavimlerde yaşlıya itaat sonsuzdu. Yaşlıların eli öpülür sözü sayılırdı. Zamanla her şey değişirken, ak sakallıların devri de tarihe karıştı. Bursa’dan Mümin Topçu yazmış Darı Dere köylerinden birinde 1 yıl önce ölmüş yaşlı bir kadın şimdi bulmuşlar. Bu sosyal yaşam biçiminin, aile ilişkilerinin çöktüğüne işarettir. Nerede kaldı liderlik, muhtarın rolü vs.
Koyun sürüsünün bir KARA koyuna, kurt sürüsünün bir BAŞ-BUĞUYA ihtiyacı olduğu gibi kitlelerin de mutlaka bir öndere ihtiyacı vardır. Kitlelerde iman yaratan ve onları örgütleyen ve yöneten önderlerin psikolojisidir. Bu olmadan hiç bir şey olmaz. İstenenin olabilmesi için de önderlerin zorunlu yetenekleri kişiler olması şarttır. Bu açıdan önderlerin sınıflandırılmasına geçersek, grup yöneticilerinden, kulüp, takım ve dernek, federasyon ve konfederasyon başkanlarından, sınıf liderlerinden, parti genel başkanlarından, toplum liderlerinden söz ederiz.
Bu kişilerin her biri yöneteceklerin kitlenin sosyal niteliklerini, örf ve adetlerini, dilini, dinini, medeniyetini bilmelidir. Örneğin BULTÜRK Genel Başkanı Rafet Ulutürk başarılı bir kitle kültür ve hizmet derneği başkanıdır. Aleksandır Stanboliyski Bulgar reform isteyen Bulgaristanlı köylülüğünün dillere destan önderidir. Mustafa Kemal Atatürk Türkiye halkının doğurduğu ve yetiştirdiği mucize ulusal ve uluslararası bir önderdir. Mahatma Gandi Hindistan Kurtuluş hareketinin lideridir. Avrupa faşizminin lideri ise 25 milyon can alan Adolf Hitlerdir.
Herkes lider olamaz!
İç ve dış faktörler bunu gerektirse bile sivrilemez çıkamaz. Mesela Necmettin Hak, Mustafa Ömer, Mehmet Hoca, Güner Tahir,Osman Oktay, Kasim Dal vb Bulgaristan Türk Müslümanlarına önder olmak, onların hak, hukuk, demokrasi, özgürlükler, reformlar ve yeni bir yaşam düzeyi kavgalarını yönetmek amacıyla parti kurdular, fakat lider olamadılar, tutmadı, bu partiler halkı kucaklayıp yönlendiremedi ve kurucular ortada kaldı.
Bir hareketi ve bir partiyi yöneten liderler farklı tipler olabilir. Hareket liderini kahramanları arasından kendisi seçer. Parti liderleri kurultaylarda seçilir, kimi defa da dayatılır. Tarih sahte liderleri de tanır. Bunlardan biri Ahmet Doğan’dır, geç te olsa onu da tanıdılar amma karşısına çıkan alternatiflerin kötü olması onu bu güne kadar yaşattı.
Lider hareketi kudreti oluşturur
Bir lider yetişirken ailevi ve genel sosyal-politik şartlarla birlikte kişisel iradenin rolü çok önemlidir. Burada eğitim ve öğrenimden fazla iradenin rolünün sivrildiğini görüyoruz. Bu etkenlerin değişik olduğunu vurgularken, onay, tekrar ve yayılmaya işaret etmek istiyorum. Onaylama kurultayda olur. Lider kendi başarılarını tekrarlamak zorundadır. Yayılma dendiğinde, örgütlenmenin alt tabakalardan toplumun en üst tabakalarına kadar her yönü sarmasından söz etmeliyiz. Örgüte inemeyen, kitlede sevilmeyen lider ayakta kalamaz, halkı sürükleyemez. Yayılma durduğunda, kurulan örgütün kan devri aksar ve içse parçalanmalar, bölünmeler, hizipçilik (fraksiyonculuk) kavgalar başlar. Örgüt için kan devri normal çalıştığında halk kitlelerine ait fikirler en üst tabakalara kadar çıkar, genel toplumun olur, adaletli olur ve hareket kudreti oluşturur. Dikkat çekmek istediğim sorun da nüfus, (otorite, prestij) meselesidir. Değinilmek istediğim ise şahsi ve sonradan kazanılmış nüfustur. Nüfusun birden yok olması da çok aktüeldir.
Bu genel geçerli kuralların Bulgaristan gibi etnik azınlıklara serbest nefes aldırmayan toplumlarda çok ilginç özellikler vardır. Bulgar kendisi 1978’den sonra Türk Müslümanlar arasından lider yetişmesine ön verme gibi bir ödev üstlenmemiş olduğundan bu süreçleri sürekli etkilemiştir. Bulgar Prensliğinde, Veliko Tırnovo kurucu meclisinde Türkleri Vidin Müftüsü temsil etmiştir. Bulgar Anayasası kabul edilirken de davet edilmeyen Müslümanlar, Rus idarecisi Korsakov’un kontenjanını kullanarak, Anayasa altına 5 müftü imza atmıştır.
138 yıllık beraberlikten sonra Bulgaristan Türk Müslümanlarının düşünce yapıları da artık biliniyor. Moskova’nın “kitleler psikologları” yıllarca bu konu üzerinde çalıştı. Türk Müslüman kitlemize, ailelerimize, köylerimize topluluğumuza sızabilmek için bin bir yol denedi. Türk – Müslüman ailesini parçalamak ve içine sızmak kolay olmadı. Örneğin bu konuda ilk sulandırmalar İkinci Dünya Savaşı’nda sonra sosyalizm yıllarında başladı.
Daha somut bir ifadeyle bizdeki Kırımlı Tatar ailelerde baş gösterdi. Moskova’ya okumaya gönderilen Ali Rafiev bir Rus sarışınla döndü. Bulgaristan Komnünist Partisi Merkezx Komitesi’nde Türk Şubesi başkanı oldu.
Yine bir Kırım Tatar – Romen çakması olan Ahmet Doğan Kaspiçanlı bir Bulgar generalin kızı olan Tanya’yı 1985 olaylarından önce Birol’a hamile bıraktığında “Türklüğü” eksik veya olmayan bu şahsın “Müslümanlığı“, “Tatarlığı ve Çingeneliği” sulandırılarak eritilebildi. “Türküm” değişi içtiği viskilerin buzunda donduruldu.
Ne var ki, Bulgar istihbaratı “DS” ve Rus casus şebekesi “KGB”nin hedefinde gerçek Osmanlı Türkü soylarına, aile ve köylere sızmak, onları parçalamak, kovmak vardı.
Türklüğü yok edecek bombayı içten patlatabilmelerine böyle bir hamle gerekti. Bu araştırmada kulağına yapışılan kadrolardan biri Osmanlı Türkü Şükrü Tahirov (Orlin Zagorov) oldu. O okuduğu Mestanlı lisesinde bir bilinçli Türk milliyetçisi olarak gelişirken tutuklandı. “Belene” toplama kampını ilk gören Türklerim-izden biridir. “Seçenek yapmak senin ya isteklerimize evet” dersin ya da “Tuna’ya bakarken mum gibi erirsin” dediğinde, o birinci yolu seçti ve “soya dönüş” saçmalığına imza attı. Bu örnekleme uzayabilir.
Kulağından tutulup Türk suyundan çıkarılan ikinci kişi ise Saliv İlyazov oldu. Çırpanlı bir Bulgar kızıyla evlendi. Moskova’da okudu. Köyü Kobilyane’ye döndüğünde köy hocasını “Soğuk Pınar” (Studen Kladenets) barajına itti. “Soya dönüşe” önderlik etmeyi ya kabul eder ya da görevlerinden, hayallerinden, beklentilerinden olursun seçeneği ona da sunuldu. Birinci yolu seçti. Fakat gerçekten Türklük ortamında yetişen bir kişinin Türklüğünün erimesi pek kolay olmadı, hainliği, ihaneti, nankörlüğü, sahte liderliği taşıyamadı. Kendini votka fıçısında boğdu.
Sonra hem komünist, hem müftü, hem ateist hem de gizli polis subayı, evlenmiş boşanmış, yine evlenmiş olan Prof. Nedim Gençev gibi kadrolar arasında “lider” testleri yapıldı. Taban bu suyu emmedi, sahte mayayla mayalanmayı ret etti.
Fakat insanların bir lider arayışı içinde olduğu biliniyordu.
Bu arada Türk Müslümanlar kendi liderlerini kendi aralarında aramaya başladılar. Kendilerinden olan birinin emri altına girmek istiyorlardı. 1985-1989 baskı döneminde 4 direniş hareketi kuruldu. Demokratik Lig Mayıs 1989 Ayaklanmasını örgütledi. Halk liderini arıyordu. Bizden biri olsun da kim olursa olsun fikri bu kavgada doğdu ve DS-KGB ikilisi kendi elleriyle yetiştirdikleri Ahmet Doğan’ı Türklerin başına doladılar. İş görücü usulü bile olmadı, bela Türklerin başına yılan gibi sarıldı ve 26 yıldan beri başımızı sıkıyor, ufkumuzu köreltti.
Bulgaristan’da lider arama örneklemeleri arasında Şükrü Tahir, A.Doğan vsy. bu kişiliklerin yetiştiği ortamda Türk ruhu bozulmuş ve doğal olarak bir delinin belirmesiyle parçalanmıştır. Bulgar psikologlar bu inceliği gözden kaçırmamıştır. Bilirsiniz, deliler köylerde gezer, kasabalarda tımarhane olduğundan sokaklarda gezen dedi yoktur.
Komünist rejimin yetiştirdiği bu tip “ruhu satılmış” kişiliklerin toplam sayısı bizde 3 016 idi. Onların arasından liderlik hayal edenler yokuşu tırmanamadı, basamakları çıkamadı, belki de onlar bu yoldan 1989’dan sonra elinden kolundan tutan olmadığı için vazgeçtiler. Burada dikkati çeken özellik, DOST partisi liderliğine aday olan Lütfi Mestan’ın da o köylerinde delileri olan yöreden ve “ruhu çalınmış” kadrolardan olmasıdır. Pazara çıkarılan ruh geri dönmez.
Tecrübeye dayanarak yazıyorum, canlı varlıklardan birkaçı bir araya gelir gelmez, bunlar ister hayvan ister insan kalabalığı olsun, içgüdüsel olarak bir reisin, yani bir önderin emri altına girmek isterler. Boğa güreşlerini izlemişsinizdir. Köy meydanında baş pehlivanların yürüyüşünü görmüşsünüzdür.
Sofya’daki DOST kurucu kurultayı bu insan serüvenine en parlak örnektir. Ruse’den, Silistre’den, Haskovo’dan, Varna’dan, Burgas ve Kırcali’den vb Türkiye’den Sofya’ya akın edip oy verme hevesiyle yanıp tutuşanlar buna kanıttır. İnsan topluluklarında önderlerin büyük rolü vardır. Hele hele etnik azınlık topluluklarında…
Liderin iradesi fikirlerin gerçekleştiği bir kaynak olur. Lütfen sözümden etkilen-meyiniz: “Kitle, çobanına sağdık bir sürüdür.”
Hangi tipler önder olmaya çok elverişlidir? Bu sorunun cevabını Fransız Devrimi üzerine ve özellikle de “kitlelerin psikolojisi” üstüne derin araştırmalar yapan Güstave le Bon’dan alıyorum: “Önderler, yarı aydın insanlardır. Aydın olmak insanları tereddütte sevk ettiğinden, onlar tam olarak aydın olamazlar. Önderler, özellikle nevrotik olanlar, yaratılış olarak heyecanlı olanlar, deliliğin sınırında yaşayanlar arasından çıkarlar. Savundukları fikir ve amaçları ne kadar kötü olursa olsun, onların karakterlerine karşı her uygulama ve her değerlendirme hükümsüz kalır.” Yazar Robespier ile Hitleri örnek olarak gösterirken, Atatürk ile Gandi’nin kural dışı liderliğine ışık tutuyor.
Hakaret ve saldırı bu tip önderleri daha sert ve yoğun harekete ve heyecana getirmekten başka bir işe yaramaz. Kişisel, çıkarlar, aile, hepsi hepsi feda edilir. Kahin olmak istemesem de, 17 Aralık 2015’ten sonra Sofya, Bulgaristan, Ankara, İstanbul trafiğinde ve kurucu kurultayda böyle bir hava hakim oldu. Bu gelişmeler kimilerine nefsi koruma içgüdüsünü bile kaybettirir, o kadar ki istedikleri tek ödül çoğu defa şehit olmaktı. Öte yandan, imanın şiddeti onların sözlerine büyük bir kürsüden etkileme gücü verir. Halksa iradi olarak güçlü insanı diler ve onun peşinden gider. Şu da var, kitle halinde bulunan bireyler, bizde de bütün iradelerini kaybettiklerinden, iradesi sağlam olana içgüdüsel olarak dönerler. Fakat bu dönüş örneğin HÖH’teki “troyka” örneği ile açıklandığında, kitlenin seçenek yapamadığı ve başka bir lider aradığı ortadadır. O başka biri Lürfi Mestan ise yanında Aydoğan Ali ve Hüseyin Hafızov’a ya da başka birine gerek yoktur. Türk kitle tek başlılığa bağlanmayı tercih eder.
Biz konumuzu işlemeye devam edeceğiz. Büyük önderler birkaç yüz yılda bir yetişir. Peygamberimiz Hazreti Muhammet bunlardan biridir. Müslüman Medeniyetini yaratan odur. Tarihi yöneten büyük önderleri hep halklar yaratmıştır. Tarihi yaratan ve geliştiren halklardır. Bir lidere tapma (putpereslik) çok tehlikelidir. Bu yüzden büyük önderler parmakla sayılacak kadar azdır. Ender bulunurlar.
En kuvvetli, en enerjik etki, örnek olmaktır, örnek oluşturmaktır. Bizim emin sloganlarını tekrar ederek Bulgaristan’da kitleleri büyüleyecek lidere gerçekten ihtiyacımız var.
Devam edecek.