Dr. Osman BÜYÜKKAYA
KONU: Köylü kitlesine dayanacak ilkeli bir partiye ihtiyaç var.
Bugünkü Bulgaristan’da en yaşlı ve deneyimli siyasi partisi olan 125 yaşındaki Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) Sofya’da 49. Kurultayını yaptı. Kurultay kürüsüsünden söylenenleri özünden parlayan gerçek şudur:
“Partimiz arınmalıdır. BSP arınmadan Bulgaristan toplumu da arınamaz. Yol birdir. Erken genel seçim yapılmalı ve toplumsal yenilenme başlamalıdır.”
Biz bu çağrıyı yine Sofya’da geçen ay yapılan DOST – Demokrasi, Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü Partisi kurucu kurultayında işitmediğimiz gibi, HÖH – Hak ve Özgürlükler Partisi de toplumsal arınmadan söz bile etmedi. Bu konuda her iki kurultaydan bir mesaj, bir sonuç bildirisi, bir çağrı ya da uyarı çıkmadı.
Toplumsal arınma ne demektir?
Önce şunu söyleyelim. Bulgar toplumu “hasta” bir toplumdur. Diktatörlüğe, baskı ve teröre dayanan her toplum hastadır. Bulgar toplumu ve devleti hasta olduğu için 1985-89’da isimlerimize, dilimize, dinimize, ananelerimize, umudumuza saldırdı. Dr. gazeteci İsmail Cambazov’un TRT-Türk ekranından belirttiği üzere, yüzlerce şehit verdik.Kabalıkta haddini bilmeyen, ölümcül hastalığına çareyi Bulgaristanlı Türk Müslümanları ezmekte, Türkü Bulgar yapmakta, anadilimizi ve dünya dinleri arasında en hoşgörülü olan ve insan kardeşliğini her şeyden üstün tutan İslam dinini yasaklamakta, cami kapılarına kilit takmakta bulan Todor Jivkov yönetimi 1989 Mayısında Türk İsyanıyla devrildi. Devrrildi devrilmesine de, Bulgar toplumu totalitarizm hastalını yenemedi, taburca olmadı, hasta yatağında kaldı.
7 Mayıs 2016 günü BSP Başkanı M. Minkov’un “Bulgar toplumu hasta” diye haykırması, pek kimsenin dikkatini çekmedi, çünkü totalitarizm illetini (mikrobunu) toplumumuza aşılayan önceki adı Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) yani diktatör Todor Jivkov’un partisi olan ve yalnız ismini değiştirerek “ben artık komünist partisi değilim, bundan böyle komünist partisiyim” diyerek halka işleri yoluna koyduğunu anlatmaya çalışan bu partinin suyu iyice çekildi, toslamadığı duvar kalmadı, “Geçiş Dönemi“nin başında kendi başına iktidar olabilirken şimdi 39 milletvekili ile siyaset çarkı çevirmeye çalışıyor.Bu partinin adı, daha önce de defalarca değişmişti ama özü hep aynı kaldı. Ve BSP partisinin 49. Kurultayında da değiştirmek istenmediği partinin ve toplumun “hasta” totaliter özüdür. Bu zorunlu değişiklikse şöyle anlatılabilir: Bahar geldi, çiçekler açtı, döküldü ama duvar kenarındaki arı sahibinin sahibi güçten düştüğü, kapalı sandıktaki aç susuz cızıldayan arıları işitmediği, mevsimin değiştiğini fark etmediği ve hatta bal yemekten de vazgeçtiği için kendisiyle birlikte sandıktaki tüm arıların da gebermesine razı olmasıdır.
BSP, kendini görebilmek için önce tarih aynasına bakmalıdır.
BSP partisinin 26 yıl önce, Todor Jivkov’un Türk Ayaklanmacılar tarafından 10 Kasım 1989’da devrildiği gün “bir daha hayat hakkı istememek üzere sosyal yaşamdan ebediyen silinmesi gerekirdi.” Bu olmadı! Fakat barında totalitarizm kanseri barındıran bu siyasi oluşum, 26 yıldan beri Bulgar toplumunu PARTİ KURMAYINDAN yönetti. 15 bin irili ufaklı sanayi işletmesi hurdaya çıkarılıp yok pahasına satıldı, 15 milyon koyun kuzu kesilip kendi, milyonlarca inek, dana ve manda bıçaktan geçirildi, kooperatifçi tarım dağıtıldı, yurttaşlar ata toprağından kovuldu; “Soy Kırım” yapan hiç bir suçlu ve katilden hesap sorulmadı, halkımızın % 90’nı geçim derdi çekiyor, büyük etnik tabakalar kör cahillik hendeğinden dipsiz çukura itiliyor. BSP partisi kara gözlük taktı ve toplumu görmemeye alıştı. Halkın çilesini görmek isteyen yok! HÖH lideri Doğan da toplumu uzaktan komandolu yönetmeye alışan sosyalistlerden mikrop kaptı ve “köşke” kapandı, insanlarımızı görmekten “iğrendiğini” söylemekten çekinmiyor.
Herkes yoksulları yönetemez!
Evet, 49. Kurultayında bile komünizm döneminden kalan parti program ve tüzüğünü değiştirmek istemeyen, toplumun demokratik, halkçı, adaletçi ve özgürlükçü bir Anayasa’ya ihtiyacı olduğunu söylemekten bile korkan bir parti, % 60’i 70 yaşın üzerinde olan üyeleriyle birlikte kabristan yolcusudur.
Türk-Müslüman partileri “Koltuk Değneği” olmaktan vazgeçmelidir.
Bu parti şimdiye kadar ayakta durabildiyse HÖH partisinin ona sosyal yaşamda ve iktidarda “Koltuk Değneği” yaptığı için ayakta kalmıştır. BSP partisi HÖH lideri Ahmet Doğan’ı kullanmaya alıştılar. Onları taşlanmaktan, lanetlenmekten koruyan ve kurtaran Doğan oldu, çünkü o “HÖH partisinin kuruluş şartı olarak” “Soya Dönüş” dönemi (1984-1989) suçluları, canileri, katillerinden, Bulgar ordusunu, milisini, gizli polisini ve daha kim aklınıza gelirse hepsini Türklerin üzerine, Türk köylerine sürenlerden, gelinlerimizi çeşme başında kurşunlayanlardan, leventlerimizi tankla çiğneyenlerden hesap sorulmayacağa söz vermişti ve istediklerini yaptı. Ne ki, her hasta işlediği cinayetler kabusundan, kangrenleşmiş kanserden kurtulamadığı gibi, BSP de çan seslerini işitmeye başladı.
Hastalık mikrobu hastadan bulaşır.
HÖH partisinin 24 Nisanda toplanan 9. Kurultayına Bulgar toplumundaki “çok hasta güçlerin” gelmesi çok düşündürücü oldu. Acaba 3 yıldan beri sokağa çıkamayan Ahmet Doğanı son kez görmeye ve vedalaşmaya mı geldiler diye düşündüm. İki ucunu zor bağlayan ve ancak mevlitten mevlide görüşebilen insanların birbirinden isteyeceği ne olabilir ki? HÖH-BSP ikilisi 1989 Mayıs Ayaklanmasını gerçekleştiren mert ve gözü pek, devrimci kitle ruhunda buluşmuş bir neslin ateşini söndürmede birleştiler. Unuttukları tek şey, Türklük ateşinin asla sönmez ruhlu olmasıdır, ki bugün de yeniden alevleniyor.
Eski ağaçtan alınan kalemden farkı meyve beklenemez.
DOST partisinin Kurucu Kurultayından döndükten sonra birçok arkadaşım geldi ve izlenimlerimi sordu. “Desti kırılmış, içinden biraz akmış, onu toplama çabasıdır!” dedim. Artık yaşlandık. Ben bir hekimim. Çok insan tanıdım, çok kitap okudum, ermişleri dinleme fırsatım oldu. Ama daha önce böyle bir şey görmemiştim. Kurucu Kurultay salonunda en sık kullanılan kavram “NATO” ve “Liberalizm” oldu. Söylenenlerin ruhunu okumaya çalıştım. Bir yandan demokrasi, sorumluluk, özgürlük ve hoşgörü denirken, DOST, DOST diye tempo tutulurken, kalabalığın ağzına yakışacak olan slogan BARIŞ olmalıydı. Putinci Rusya karşı bir slogan olarak kullanılsa bile NATO!, NATO! yerine BARIŞ!, BARIŞ! dense çok daha iyi olurdu.
Milliyetçi (ırkçılık) çok tehlikeli bir hastalıktır.
Barış’ın DOST partisinin ismine alınması da uygun olurdu, çünkü birçok parçaya bölünmüş olan, hele de ana ulus ile etnik azınlık toplulukları arasındaki çelişkisi sürekli derinleşen Bulgar toplumsal yaşamı şu dönemde her şeyden önce barışa ihtiyacı duyuyor. Şunu da vurgulamak yerinde olur. Bugün yani gerçekleştirilemeyen “demokratikleşme” sloganının dalgalandırılmasından 26 yıl sonra, “sığınmacılar” ve Batı Avrupa ülkelerinden “sağ milliyetçi” (ırkçı) kesimin 70 yıl sonra yeniden palazlanmasının da etkisiyle Bulgaristan’da da sağ milliyetçilik (ırkçılık” anti-Türk, anti-İslam, anti- Müslüman bir saldırgan olgu olarak baş gösterdi, örgütlenebildi, birçok kurumu içinden esir aldı ve 2 yıl önce sözde “Yurtsever Cephe“- (PF) adı altında seçime girdi. Meclise yerleşti ve hükümet siyasetini belirlemeye ve düşmanlık rüzgarı estirirken, hele son “Seçim Kanunu Değişikliği” ile 1989’dan beri göçe zorlanan ve artık sayıları 710 bin olan Bulgaristanlı soydaşlarımızı seçme, seçilme ve vatandaşlık hakkından men etmeye çalışıyor. Bu bir zorlamadır. Sosyalist parti ve sözü geçen iki Türk Müslüman partisi (HÖH ve DOST) bu konuda dişsiz it gibi boşa havlıyorlar.
Türk düşmanlığı Bulgar toplumunda eski hastalıktır.
Bu bakıma, bugünkü Boyko Borisov iktidarı Türkleri devlet görevlerinden “kazımaya çalıştığını” gizlemezken, bu kabineye “sözleşmesiz arka olan” “yurtsever cephe” aşırı sağ milliyetçi – ırkçıları, bizi, kardeşlerimizi, soydaşlarımızı vatan hakkından,, demokratik toplumların ve insan haklarının olmazsa olmazı olan “seçme, seçilme ve vatandaşlık” hakkından mahrum bırakmaya ellerinden geldiğince çalışıyorlar.
Bu yeni kavgada bize yardım edecek olan NATO değildir. Yürütülecek olan barış, uzlaşma ve buluşma siyasetidir. Ben bugüne kadar NATO için mevlit yapıldığını işitmedim. Bakıyorum 9 Nisandan beri DOST – elit takımı mevlit dolaşıyor. Belki de dualarda NATO sözünün geçmesini bekliyor. Hayır. Bulgaristan Türk mevlitlerinde ne NATO ne de Liberalizm sözü geçmez.
Her ideoloji bizim topluma uygun değildir.
“Liberalizm” de geçmez çünkü insanımız 1942’de Alman askeri Karasu boyu (Mesta) ve Güney Rodop Türk köylerine yerleştiklerinden beri, faşizmin “liberalizm ve sağ sosyal demokrasiden” türediğini iyi bilir. 2016’da Drezden’de patlayan, sığınmacı ve savaş kaçakları düşmanı “Pegida” hareketi de, geçen hafta Stutgart’ta topladığı kurultayda köklerinin neo-liberalizme, Hıristiyan demokratlık ile sağ sosyal-demokrasi kaynaklarına uzandığını gizlemedi. Avusturya ve bazı başka AB ülkelerinde seçim kazanan bu hareketin eski kıtada havayı değiştireceği gözle görülür duruma geldi. Fakat Bulgaristanlı Türklerin faşizan, faşistçe, faşizmi andıran gelenekleri yoktur. Bulgaristanlı Müslümanlar hiç bir faşist partiye asla üye olmamıştır. Faşizm, iktidar hevesli, çok zalim, 1934-1945 yılları arasında Avrupa’da yaşamı allak bullak eden, etnik arınma, Yahudilerden, Çingenelerden ve İslavlardan kurtulma kampanyaları, savaşları yürüten çok tehlikeli bir olgudur. Bunların hiçbiri asla unutulmamıştır. Bulgaristan’da faşist Çarlık idaresinin pekiştiği 1923 ve 1940 yıllarından başlayarak Türkiye’ye zorlamalı kitle göçleri olmuş, insanımız çok ağır dönemler geçirmiş, unutulmayan çileler çekmiştir. Bu bakıma bizim için DOST aracılıyla Batı’dan aşılanacak “Liberal” dünya görüşü bir umut, bir kurtuluş simidi olamaz. Bu bakıma Mevlitlerde NATO, Liberalizm ve benzeri için dua edilmesini beklemek çok yanlıştır. Öte yandan, Liberalizm ile İslam ve bizim özgün yaşam biçimimiz ve özünde hoşgörü olan dünya görüşümüz de hiç bir askeri paktı övmeyi ya da onun ardına gizlenmeyi kabul edemez. İnsanoğlunun en büyük erdemi, en kudretli umudu BARIŞ olmuş ve olacaktır.
DOST aceleci davranıyor.
İşin bir başka boyutu da var. Bir sap, iki baltaya birden sap olamaz. Bir başkan da iki partiye birden, art arda olsa bile Genel Başkan olamaz. Almanca bir atasözü vardır: “Ateşten inen yemek hemen yenmez!” Bizde buna “Yemek az buçuk dinlensin!” denir. HÖH’ten atılınca, kanayan yarayla DOST kurup (henüz tescil edilmedi) Genel Başkan ve eski partiden kopan milletvekillerinin hepsi birden yeni partinin demir başı gibi kendini dayatıp kabul ettirme gayretine girmesi düşündürücüdür.
NATO-culuk siyaset değildir.
Lütfi Mestan ve arkadaşlarının HÖH partisinden atılması, bu partinin arınması, gizli polisle olan bağlarını kopardığı ve gerçekten demokratikleşme yoluna açıldığı anlamına gelmediği gibi, NATO-culuk da bir yeni siyasi çizgi değildir. 2004’ten beri Bulgaristan bu askeri bloğun üyesidir ve üye alınması için en büyük desteği Türkiye Cumhuriyetinden almıştır. Hatta o zaman T.C. BMM Bulgaristan ile Romanya’nın NATO’ya alınmaları için özel bir karar almış ve olağanüstü çaba göstermiştir. Bu açıdan bakıldığında, NATO içinde Türkiye’nin attığı her meşru adım Bulgaristan tarafından mutlaka desteklenmelidir. Hatta Bulgaristan buna mecburdur. Bu bakıma, Sofya meclisinde Bulgar milliyetçilerinin kaynatmak istedikleri küp yakında patlarsa şaşmamak gerekir.
Öyleyse Bulgaristan Türklerine nasıl bir siyasi parti gerekiyor?
Biz Bulgaristan Türkleri ve Müslüman kardeşlerimiz köylerimizde yaşamaya devam ediyoruz. Toplam sayımız 1.5 milyon üstündedir. Bir o kadar da T.C.de yaşayan kardeşimiz, soydaşımız vardır. Başımızda dönen kuzgun bizi anadilsiz ve dinsiz bırakıp, Türkiye’ye göçe zorlanan kardeşlerimizden, bir çok defa bu ana-baba ve evlat ilişkisidir, koparmak ve bizi öz vatanımızda aç susuz güneş altında kurutmaya çalışıyor. Bugün bize “siyasi köle” diyenler haklıdır. Olay politik boyutludur. Bulgaristan Anayasası’nın değiştirilip insan haklarımıza, özgün dili, dini ve yaşam tarzı olan etnik azınlık haklarımıza kavuşmamız son derece zorunlu olmuştur. Biz 1950’lerde elde ettiğimiz haklarımızı geri istiyoruz. Köylerde yaşamamızdan dolayı, bize demokratik ve hizmet sunan, bizimle kaynaşan ve bizim umutlarımızla yaşayan ve bu uğurda mücadele edecek bir siyasi parti kurulmasını bekliyoruz.
HÖH’ten ayrılan siyasetçiler bu işi yapamaz, çünkü her birinin ruhuna Türk düşmanlığı aşılanmıştır. Mevlit dinlemekle ve pilav yemekle ne Müslüman ne de Türk olunur.
Toplumun arınması konusuna bir sonraki yazımda da değinmek istiyorum.