Eşim, çocuklarım, akrabalarım, arkadaşlarım, tanıdıklarım, tanımadıklarım genelde herkes, “Moralini yüksek tut, kendine iyi bak! Hiçbir şeyi kafana takma, moralini bozma!” diyor…

Durmuş Arda
Durmuş Arda
Almanlarda “şaadenfroyde”(schadenfreude) diye bir kelime varmış, yani başkalarının acısından ve üzüntüsünden mutlu olan insanlar için söyleniyormuş… Benim hastalığımı öğrenen bazılarının gözlerinden “şaadenfroyde” mutluluğu akmış olsa da, onlar bile, kansere karşı çeşitli doğal bitkiler öneriyor ve “moralini yüksek tut!” demeyi de ihmal etmiyorlar…
Evet…
Moralimi yüksek tutuyorum, kendime iyi bakıyorum, onu bunu kafama takmıyorum, fakat ben de insanım, deve kuşu gibi gerçeklerden kaçıp başımı kuma gömemiyorum…
Konunun uzmanı doktorlar, akciğer kanser vakalarını, ilk teşhis tarihinden sonra istatistik tutup,  beş yıllık sağkalım oranlarına göre evrelendirmişler; 1.A, 1.B, 2.A, 2.B, 3.A, 3.B ve 4. evre.
Ben 2.A evresinde olanlardanım. Bu evrenin Avrupa’daki beş yıllık sağkalım oranlarını, konunun uzmanı doktorlar, “…2. A vakalarında ilk teşhisten bir yıl sonra sağkalım oranı % 79, iki yıl sonra % 49, üç yıl sonra % 38, dört ve beş yıl sonra % 34…” olduğunu belirtmişler.
ABD’de tıp, Avrupa’dan daha ileri bir seviyede olacak ki, orada bu 2. A evresindeki sağkalım oranı % 50’lere kadar çıkabiliyormuş.
Buna şükür, ben erken teşhis evresinde sayılırım. Allah korusun akciğer kanserlerinde beterin beteri var; ilk teshişten  beş sene sonra benim evreden sonraki 2. B evrede sakalım oranı % 24, 3. A evrede % 13, 3. B evrede % 5, en son 4. evrede % 1…
% 34 sağkalım ve % 66 ölüm… Sağkalım şansı nerdeyse üçte bir…
Oysa… Sekiz ay öncesine kadar, benim için ölüm, otuz- kırk sene sonrasında uzak bir yerlerdeydi…
Şimdi ölüm o kadar yakınken… Her kemoterapiden sonraki birkaç gün,  mide ve baş ağrıları çekmiş olsam da, zihnim açık, beden fonksiyonlaım yerinde, hayata küsmüş değil, hatta hayata daha bir sıkı sıkı sarılmış durumdayım… Belki bunda en büyük etken, her bakımdan mükemmel bir eşe ve derslerinde başarılı harika çocuklara sahip olmamdır.
Kanser olanlara genellikle, “Hiçbir şey düşünme, kafana hiçbir şeyi takma!” diyorlar… Birde kanser olanların yanında ölümden bahsetmekten herkes çekiniyor. Oysa ben bedeni ölümden değil, “yaşarken” zihin açıklığmı kaybetmekten, elden ayaktan kesilmekten korkuyorum…
İnsan düşünmezse, kafasına hiçbir şeyi takmazsa… İnsan olabilir mi?
Kimse kusura bakmasın, zihnim açıkken düşünmekten vazgeçemem…
Her insan doğar, yaşar ve ölür… Fakat genleri çocuklarında ve daha sonra torunlarında yaşamaya devam eder…
Benim çocuklarım hayatlarında benden daha başarısız olurlarsa, ben asıl o zaman ölürüm…
Geriye dönüp baktığımda, ben her bakımdan babamdan kat kat daha başarılı olmuşum, çocuklarımın da benden kat kat daha başarılı olacaklarından eminim…
Bence, bir insanın cocukları, yani genleri, hayatta kendisinden daha başarısız olursa, insan o zaman tam manasıyla ölmüş olur…
Oysa bedeni ölüm, yaşamın bir parçasıdır… Kırklı yaşlarına gelen hemen hemen herkesin birinci ve ikinci derece akrabalarından muhakkak ölenler olmuştur, fakat kalanlar hayatlarına devam etmişlerdir. Atalarımız “Ölenle ölünmüyor!” demişlerdir.
Evet…
“Ölenle ölünmüyor!”…
Ne kadar istemesekte…
Ölüm… Yaşamın bir parçasıdır!
Reklamlar