Nedim AKIN
“Ölü kütüphaneleri” ifadesi, çoğu zaman bilgi ve kültürün hareketsiz, statik ve zamanla bağlamını yitiren bir şekilde sunulmasını ifade etmek için kullanılır. Bu kütüphanelerdeki kitaplar, bilgilerin sadece yazılı formda olduğu, ancak toplumla ve zamanla etkileşimde bulunmayan bilgi depo alanlarıdır. Ölü kütüphaneleri, genellikle bilginin sadece akademik bir araç olarak kullanılması, halkla paylaşılmaması ve toplumsal gelişimden bağımsız olarak varlıklarını sürdürmesi gibi eleştirilerle anılır.
Batılılar, özellikle sanayi devrimi ve modernleşme sürecinin başlangıcında, bilgiye yaklaşımda büyük bir değişim yaratmışlardır. Batı dünyasında kütüphaneler, eğitim ve bilgi sistemlerinin merkezlerinden biri haline gelmiştir. Ancak, Batı’nın bilgi ve kültür anlayışındaki bu gelişmeler, bazen bilgiyi elinde tutan elit sınıfların halktan ve toplumsal gelişimden uzak bir şekilde depoladığı “ölü kütüphaneleri”ne dönüşebilmektedir.
Batılıların Ölü Kütüphanelerine Yol Açması
-
Bilgiye Egemen Olma ve Merkeziyetçilik: Batılılar, tarihsel olarak bilgiye merkeziyetçi bir yaklaşım geliştirmişlerdir. Özellikle Rönesans ve Aydınlanma dönemlerinde Batı dünyasında bilim ve eğitim, elit bir sınıf tarafından denetlenmiştir. Bu süreç, bilgiyi toplumdan izole eden ve sadece belirli grupların erişimine sunan “özel” kütüphanelerin çoğalmasına neden olmuştur. Bu tür kütüphaneler, genellikle aristokratlar, din adamları ve bilim adamları tarafından yönetilmiş ve halkın bu bilgilere erişimi sınırlı kalmıştır. Sonuç olarak, bu kütüphaneler toplumla bağlantısını kaybedip, bir tür “ölü” bilgi alanlarına dönüşmüştür.
-
Kolonyalizm ve Kültürel Hegemonya: Batılı güçlerin kolonizasyon süreçlerinde, yerli halkların bilgi ve kültürlerine olan saygısızlıkları, “ölü kütüphanelerinin” doğmasına sebep olmuştur. Kolonyal yöneticiler, yerli halkların geleneksel bilgilerini küçümsemiş ve çoğu zaman yok etmiş, kendi kültürel normlarını ve bilgi sistemlerini dayatmıştır. Batılı kütüphaneler, genellikle kolonilerin kültürel mirasını bir tür “geçici” malzeme olarak görmüş ve bu bilgiyi depolamaktansa, “ölen” kültürlerin kaybolmasına katkıda bulunmuştur. Bu da, halkların geçmişleri ve geleneksel bilgileriyle bağlarını kaybetmelerine yol açmıştır.
-
Endüstriyel Devrim ve Bilgi Üretiminin Ticarileşmesi: Sanayi devrimiyle birlikte Batı dünyasında, bilginin üretimi ve dağıtımı ticarileşmeye başlamıştır. Bu durum, bilginin sadece belirli sınıfların erişebileceği bir malzeme haline gelmesine neden olmuştur. Kitaplar ve diğer yazılı materyaller, belirli bir kitleye hitap edecek şekilde üretilip satılmaya başlanmıştır. Bu süreçte, kültürel ve entelektüel miras, ticaretin ve ekonomik çıkarların bir aracı haline gelmiştir. Bunun sonucunda, halkların bilgiye erişim hakları sınırlanmış, bu da “ölü kütüphaneler”in oluşmasına yol açmıştır. Yani, bilgi, sadece belirli elitler tarafından sahiplenilip, halka ulaşmadan yok olmuştur.
Ölü Kütüphanelerinin Batılı Etkisi:
-
Halktan Yalıtılmış Bilgi: Batılı kültürlerde bilgi, genellikle akademik elitlerin kontrolünde olmuştur. Bu durum, halkın kendi kültürel ve tarihi bilgilerine sahip çıkmasını zorlaştırmış, ölü kütüphanelerin doğmasına zemin hazırlamıştır. Batılılar, bilgiye sadece entelektüel bir araç olarak yaklaşırken, bilgiyi halkla paylaşmamış ve kültürel mirasları “arşivlemiş” ve dolayısıyla yaşatmaktan uzak bir şekilde saklamıştır.
-
Tekdüzelik ve Evrensellik: Batı, kültürel ve tarihsel çeşitliliği yerine, kendi standartlarını evrensel bir ölçüt olarak dayatmıştır. Bu yaklaşım, diğer kültürlerin bilgilerini “değerli” saymamakta ve onların varlıklarını bir şekilde silmeye çalışmaktadır. Batılı kütüphanelerde yerli halkların kültürleri, yazılı formlarından çıkarılmakta ve toplumların geçmişleri, sadece Batı’nın sunduğu doğrultuda anlatılmaktadır.
-
Bilginin Ticarileşmesi: Batı’nın ekonomik gücüyle birlikte bilgi ticarileşmiş ve elitlere ayrılmıştır. Bu da bilgiye ulaşımın maddi şartlara bağlanmasına neden olmuş, “öngörülebilir ve satılabilir” bilgilerin varlığı, halkların gerçek anlamda faydalanabileceği geleneksel ve kültürel bilgilerin kaybolmasına yol açmıştır.
Sonuç:
“Ölü kütüphaneleri” Batı’nın bilgiye yaklaşımının ve kültürel hegemonya kurma çabalarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Batılılar, bilgiye ulaşımı çoğu zaman elit sınıflara veya ticarileşmiş bir düzene indirgemiş ve halkların kendi kültürleriyle olan bağlarını koparmıştır. Ancak bu yaklaşım, zamanla toplumların tepkisini çekmiş ve bilgiye daha erişilebilir bir şekilde yaklaşılması gerektiği anlaşılmıştır. Bugün, toplumlar ve bireyler, sadece yazılı materyallere dayanmayan, yaşayan bir bilgi anlayışını benimseyerek, geçmişin ve kültürün aktif bir şekilde yaşatılması gerektiğini kabul etmektedirler. Bu, geçmişle bağ kurarak, geleceğe doğru sağlam adımlar atmamızı sağlayacaktır.