BGSAM
Kobnu: Şu Tiplemeyi Tanıyalım
Bulgaristan’da ordu, polis, radyo, televizyon, itfaiye, üniversiteler, devlet memurlukları ve diğer müessesler daha 1989’un Nisanı’nda komünist partisi teşkilatlarını dağıtmaya ve kapatmaya başlamış, görevinde kalıp çalışmak isteyen kadrolar partisiz duruma gelmişlerdi. O zaman memlekette siyasi hızını azaltan bir ölü dalga meydana geldi. Bu oluşum 2012’ye kadar su yüzüne çıkmadı, partileşmedi, aktifleşmedi ve toplumsal nimetten daha büyük bir payı sanki istemedi. Sözünü ettiğim siyasi ölü akımın adı Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi için Vatandaşları, kısa adı GERB partisidir. 2012’den beri iki defa iktidar olan bu akım şimdiye kadar hiçbir reform yapmamış ve bugün de ülkeyi “bu nimetlerin hepsi önce benim, sonrasına sonra bakarız” zihniyetiyle yönetiyor.
İşte bu düşünme ve hayatı yönetme tarzı bugün Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı adayı gösteremiyor. Çünkü ölü dalga, ölü akım kısırdır. Kendisi yenilenmek ve değişim yanlısı olmadığı gibi genelde mevcut durumun korunmasından yana tavır alıyor. Bakanlar kurulunda “reform” sözünü ağzına alanların hepsinin Reformcu Blok’tan olması dikitinizi çekmiyor mu? Ölüm akımın İç İşleri Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Baş Savcılıkla ülkeyi yönetmesi yüzde yüz olasıdır. Ve öyle de yapıyorlar.
Başka bir değişle, içinde kocaman bir buz parçası olan bir bardak su düşünün. İşte bu kocaman buz parçası, 1989’dan beri erimeyen Bulgar totaliter kalıntıdır ve siyası adı GERB’dir. Onun için siz, bir sıra Kırcaali kahvelerinde Lütfi Mestan’ın HÖH Genel Başkanı sıfatıyla GERB Başkanı Boyko Borifov’la kahve içmesi, hizmet, oy önermesi ne tuttu ne söktü. Tutmadı çünkü bir ortaklık meydana gelmedi. Sökmedi çünkü buz parçası asla erimedi hatta biraz daha büyüdü. Bugünkü durumun özeti budur.
****
Olaya bir de Bulgaristanlı Müslüman/Türkler içindeki ölü dalga ve ölü akım açısından bakalım.
1989’un Temmuz sıcaklarının iyice koyulaştığı günlerde “Belene” ölüm kampında kimse kalmamış gibiydi. Kamptakiler Türk’tü ve kelepçelerden boşanan gözlerini sınıra çevirdi. Ülkede kalanlar da oldu kuşkusuz. Çünkü kamptaki 10 tutukludan biri içeri diğerlerine göz kulak olması için gönderilmişti. Onlar göç etmediler.
Göç yolu çile yoludur. Bunları birçok defa anlatan ama anlatamayan, yazan ama yazamayanlarımız var. Kimileri eşlerinden çekindi, diğerleri torunlarından utandı ve büyük gerçek hep içlerinde gizli kaldı, taş gibi büyüdü. Bu gerçeklik yeni tip insan yarattı. Daha fazla dinleyen, daha az konuşan, konuşsa konu açmayan, derinleşmeyen tipler aramızdadır.
Ses sanatçısı Kazım Koyuncu “İşte Gidiyorum” şarkısının girişinde sanki onları anlatıyor. Dinleyenlerin bacaklarının kesildiğinin, nefes alamadıklarının, yerlerinde donup kaldıklarının, pişti oynarken oyunu unuttuklarının farkındayım. Bu şarkı onları ele veriyor, iç dünyalarına esir ediyor.
İŞTE GİDİYORUM
İşte gidiyorum.
Bir şey demeden
Arkamı dönmeden
Şikâyet etmeden
Hiç bir şey almadan
Bir şey vermeden
İşte gidiyorum
Arkamı dönmeden
Yol ayrılmış
Görmeden gidiyorum
Ne küskünlük var
Ne pişmanlık var halimde
Son derece açık bir ruhsal durum! Ölümden kurtulmuş insanın yeni bir kimlikle hayata katılmasını açıyor. İhanet, sahtekârlık, ajanlık, dolandırıcılık, ihbarlar ve daha ne kadar kötülük varsa, hepsi bir imzayla aklanmış ve yeni bir dünya doğmuş havası var bu insanlarda. Yarısı Bulgaristan’da ve beklide yarıdan fazlası ya da azı Türkiye’de Almanya’da Kanada veya Avustralya’da olsalar da bu tipler bizim hayatımızsa ölü dalgayı ve ardından ölü akımı oluşturdular. Halkımız bunlara “suya sabuna dokunmayanlar” ve hatta “hiçbir işe yaramayanlar” adını koydu. Bunlar bizim toplumumuzda dip dalgası ile aktif yönetici kesim arasındaki yerinde duran, gerekirse biraz konum değiştiren, fakat her zaman her yerde olan ölü akımdır.
***
Şimdi de şu ölü dalga olayına bir de öz olarak bakalım. Denizin ölü dalgası suyu temizlemez, en tehlikeli özelliği can almasıdır. Hele şu Temmuz aylarında, hele Karadeniz sahillerinde, yüzmek bilmeyen yüzücü avındadır.
Yukarıdaki şarkı metninde ölü dalga veya akımın psikolojisine ayna tutulmuştur. Bu kişiler tutuklanmış, hapishanelerde çürümüş, gelecekleri kurutulmuş insanlar olmasına rağmen, arıtan, yaratan, oluşturan dalgaya katılmazlar, pasiflik oluşturan aktiflikteki tutumları ilginçtir. Onları “Totaliter Rejim Katillerinin Bulunup Tutuklanarak Yargılanmaları Bildirisi”ni imzalamaya çağırsak ya gelmezler, ya da gelseler bile imzalamazlar. Geçen sene Sofya’da düzenlenen böyle bir foruma, Kasım Dal gelmedi, Korman İsmailov geldi ama Baş Savcıya gönderilmek için hazırlanan bildiriyi imzalamadı. Böyle binlerce örnek verebilirim. Hatta Sofya’daki “Thaber.bg” elektronik yayınının gerçeklik yolu açacak yazıları hasır altı etmesi ve ancak kör kuyuya taş doldurması parlak bir örnek olabilir
***
Okuma yazması pek olmayan ve sevilen şairlerimizden Naim Bakov’un kendileri hakkında “düşmüşler bir defa gericilerin şer tuzağına!” dediği bu tipleme, hayatın kafalarına keser küpleğiyle kaktığı küflü enserden, boşaltılan kafataslarına doldurulan tuzlu sudan bir türlü kurtulamadı. İnsanların sonsuz gücüne inananlar “gökyüzüne kibritler çakar, yakarım yağmurları” demiştir hep. Bizim ölü dalga tiplemesi gölgede olmaktan ve ay ışığından memnun!
***
Hayatın başka kuralları da var. “İnsanları özgürlüğün kaybolmasından ayıran yalnız bir nesildir.” Kötü olan bu ölü dalga tiplemesi özgürlük ateşimizi söndürüyor. Ateşimizi gelen kuşağa devredebilmemizi engelliyor. Biz özgürlük ateşini kan yoluyla evlatlarımıza devredemiyoruz. Doğanın kuralı böyle… Özgürlük için her defasında yeniden savaşmamız ve evlatlarımıza bizim yaptıklarımızı yapmaları gerektiğini öğretmemiz gerek. Yaşları 20 ile 26 arası 120 bin kişilik göçmen gençleri ordumuz var artık Türkiye’de. Bazıları vatan toprağımızın kokusunu genizlinde hissedemeden yetiştiler. Okudular, spor yaptılar, hayata hazırlandılar ve yepyeni bir Türk dünyası dokusunda birleşmek için can atıyorlar.
***
Soru: Yeni kuşağın kendi devrimi olacak mı?
Yanıt: Devrimler bunalımlardan patlar. Hayatın kendisi gebedir bunalımlara. Bu, doğmaya çırpınanların yarattığı çelişkidir. Bugünkü genç kuşak kendi devamını yaratırken bu çelişki de eskiyecek ve yeni olana yol verecektir. Bu doğanın bir kuralıdır.
Bu farklılıklar arası sonrasız diyalog, tartışma, kavga ve savaşım sosyal yaşamın kendisidir. Bu, dünya günlerini doldurmuş olanlar ile hayat kapısını yeni çalanlar arasında bir serüvendir. Çürüyenle filizlenen yarışıdır.
Yukarıdaki şarkıda “işte gidiyorum” yeni bir şey yaratmamak, eskimiş olandan vaz geçmemek, hiçbir şeyi olumsuzlamamak, yenilenmemek, doğum acılarını bir daha asla yaşamamak itirafıdır. Hem Türkiye’de hem Bulgaristan’da ayaklarımıza dolaşmışlar, onunla yaşamaya sanki razıymışız gibi bir ortamda kalmışız bizde… İçi boşalmış, ruhu buharlaşmış olan bu tipleme, yerini devamlı değiştiren raftaki vazoya benziyor. Örneklemek istiyorum: Mestanlı’da DOST partisi kuruluş toplantısındayız. Eskiden Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) Momçilgrad (Mestanlı) Tarım Sanayi Kompleksi (APK) Parti sekreteriydi. Ardından 3–4 süre Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) milletvekilliği yaptı. Sonra “Bulgartabac AD” tütün ve sigara şirketinin ülkemizdeki Rus oligarşi sermayesi temsilcisi Delyan Peevski’ye aktarılması ön koşullarını hazırlayan Hasan Ali arkadaş, şimdi de DOST partisinde liste başı olmuş. Almancada şöyle bir atasözü var: “Eski hizmetler için yeni ödül verilmez!” Biz bu sefil günlere hürmette noksan etmediğimiz için geldik. Hasan Azizler etnik azınlığımız içindeki totaliter ölü akımın baş temsilcileridir. Etrafınıza bakın ve onları her adımda göreceksiniz. İçinde buz olan su bardağı ısınmaz ve içilecek duruma gelmez. DOST partisi biçimlendirdiğimiz tiplemeyi saflarına toplarsa, oyun başlamadan biter…
***
1989’un Mayısında çizmeye çalıştığım tiplemeden Türkiye’ye gelenler oldu. Bulgar, 2 yıl önce Sofya’ya davet ettiği birkaç tanıdığımız şahsa yüksel devlet nişanı verdi. Bazı olayları anlamakta güçlük çekiyorum. 24 yıl hapis yatan, sürgünde ezilen, şair Nuri Adalı; Demokratik Lig kurucu Genel Sekreteri Sabri İskender ve Prof. Dr. Zeynep Zafer ödüllendirildiler. Yıllar yılı hiçbir Bulgar yazar ve devlet makamı Türklerin totalitarizmin devrilmesi ve demokratikleşmemize katkılarından söz etmezken, bu olay dikkatleri üzerine topladı. Bilindiği üzere, Bulgaristan Türklerinin Mandela’sı olan şair Nuri Adalı kaldığı evde açlıktan ve ilaçları tükendiği için son yolculuğuna çekildiğinde, 7 gün sonra köy köpeklerinin leş kokusuna havlamasından haber alınmıştır. Bu çok acıdır. Mestanlı Belediye Başkanı, daha sonra BULTÜRK Cumhurbaşkanı adayı olan Sali Şaban mezar anıtını yapmaya kalktığında HÖH yönetimi küreği onun elinden almıştı. Demokratik Lig’in illegal ortamda, sürgündeki kurucu Başkanı Mustafa Ömer ortadayken, kurucu sekreter Sabri İskender’in devlet nişanıyla ödüllendirilmesi de düşündürücü olsa gerek. Biz, Bulgaristan Türklerinin yaratıcıları anadilimizde Bulgaristan Türkleri Edebiyatı yaratmaya çalışırken ve bu davada verdiğimiz kurbanların, çektiğimiz çekilerin hakkı hesabı yokken, yarattığımız eserleri Bulgarcaya tercüme eden ve soydaşlarımız arasında edebiyatımızı Bulgarca yaymaya gayret eden Bayan Zeynep Zafer’in bu denli yüksek bir ödül alması da gözden kaçmış değildir. Önce şunu yazmak istiyorum: Bulgaristan Türk demokratik aydınlarının Bulgar halkının namusunu kurtardığı gerçeği, Bulgar aydınlardan işittiğim bir hakikattir. Fakat bu aydınların arasından kimin kaç para ettiğini ve kimin ödüllendirilmesi gerektiğini belirlerken bu çorbada izin veriniz de bizim de bir tutam tuzumuz olsun. Bu gerçek üstün gelmedikçe, dünya leş kokmaya devam edecektir.
***
Dikkat çeken bir başka olay da şudur. Bulgaristan’da 1989’da ayaklanan Müslüman/Türkler Sofya iktidarına karşı kaba kuvvet ve silah kullanmamıştır. Tankların ve zırhlı araçların üzerine tırpan, satır, kazma ve kürekle çıkmışlar. Şiddet görmüş şiddete başvurmamıştır. , Demokrasi, insan hakları, adalet kavgasında tolerans gösteren biziz. Direnişlere erkeklerle birlikte kadınlarımız da katılmıştı. Hacı bürgülerini, yemenilerini, adı ne olursa olsun her türden tülbentleri, oyalı pırıl pırıl başörtülerini demokrasi bayrağı yapan onlardı. Yeri geldi baş örgülerini yaraya bastılar. Kanlıdır bizin analarımızın, gelinlerimizin, kız kardeşlerimizin yemenileri. Üzerindeki kan Bulgaristan’da demokrasi davasında dökülen kanımızdır. Ve bugün ülkemde başörtüsünü yasaklayan kanun çıkarmak isteyenlere selam olsun!
Bugünkü “ölü akım”, Bulgaristanlı Müslüman/Türklerle totaliter rejim arasındaki çelişkilerin esasında insan haklarının çiğnenmesine, baskı ve teröre, şiddetlendirilerek tırmandırılan zulme karşı halk direnişine seyirci kalanların kıpırdanışıdır. “Biz olmadan bu işler olmaz!” havası estiriyor memleketimde… Bu kıpırdanmanın çok derin bir anlamı olduğuna inanıyorum. Şimdiye kadar her şey sıkı kontrol altındaydı. Dip dalgasındaki bağımsız hareketlenme ölü akın yükünü sırtından atma gereğine inanmış bulunuyor.
***
Eğer Bulgaristan’da totaliter sistem krizi 1989’da gemlenebilmişse, Türkler sayesinde olmuştur. Bunalımları aşma yolu tektir. Devrimci dönüşümden başka bir şey olamaz. Bu dönüşümde en önemli özelliği ise, Bulgaristan Türker’inin hak, özgürlük, demokrasi ve adalet için verdiği direnişlerde devrimci yükselişin doruğuna erdiklerinde, asla zora başvurmadan, büyük bir olgunluk göstererek, çekilmeyi seçmeleri olmuştur. Bu halkımızın olgunluk belgesidir. Ata toprağında kan dökmek bize şeref vermez anlayışıdır. “Mutluluk hiç kimseye muhtaç olmadan yaşamaktır” bilincidir. Avrupa’da zulme ayaklanma bu derece yüksek şuurluluk sergileyebilmiştir. Diğerlerin akıbeti kan gölünde boğulmak olmuştur. Bizden sonra bu örneği Kosova’da, bugün zaman zaman Suriye’de görüyoruz. Bu yeni eğilimin yerleşmesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin izlediği barışçı siyaset çizgisinin önemi belirleyicidir. Çatışmalarda kan dökülmesine yol vermeden uzlaşma bulmak 21. yüzyıl diplomasisinde esas olmalıdır. Uygulanan memleketten kısa süre uzaklaşma taktiğidir. Burada belirleyici olan herhangi bir liderin şöyle ya da böyle söz etmesi değil, ezilerek, zülüm görerek olgunlaşmış olan kitlemizin birlikte sağduyulu hareket etmiş olmasıdır.
Yeri gelmişten bir noktaya daha özellikle deyinmek istiyorum. Dönüşümleri ateşleyenler devrimciler değildir. Viski bardağı elinden düşmeyen Ahmet Doğan gibi zavallıların bu işte halkımıza ve davamıza hizmeti olduğuna asla inanmıyorum. Kazmakla kaynak bulunmaz. Daha sonraki yıllarda “tüm çakılan kibritleri ateşleyen bendim” diyenlerin bugün elektriği kesilmiş sözde saraylarda el yordamına dolaştıklarını biliyoruz.
Yazının baş kısmındaki şarkıda, ölü dalga ve ölü akıntının her zaman ve her yerde var olduğu izlenimi doğuyor. “Belene” ölüm kampında veya hapiste-sürgünde bulunmuş ama insanlarımızın hakkında “Bu adamın Türkiye’de ne işi var?” dediğini duymuşsunuzdur. Bunlar gizlice pasaport çıkartan, gece yola çıkan “Kimseye hoşça kal demeden, kimseyle vedalaşmadan” göç eden ölü canlılardır. Bugün kendilerini her parti kurucu kurultayında, parti ve dernek dönem toplantılarında gördükçe utanıyorum. Fotoğraf çekilirken yüzünü eliyle kapatanlar, TV mikrofonlarından kaçan, gazete okumaktan korkan tiplerdir onlar. Her kutlama merasiminde, her rakı masasında ve iftarda olanlar, hatta törensel buluşmada kıravat takıp ön saflarda yer almaya yanaşanlar… Hiçbir işe yaramayan “ ölü dalga oluşturan, ölü canlılar” yığını. Onlar kalabalık amorf kitledir. Diyalektiğin niceliklerin birikiminden nitelik doğar yasallığı onlar için geçerli değildir.
DOST partisinin, bağımsız mayalanmanın ve sivil toplum örgütlerimizin bu yararsız kitleden kurtulması şu anda olanaklı görülmüyor. Çünkü genel boyutlu bilinçlenme dalgası yükselmeden, yeni tip örgütlenme gerçekleşmeden toplum arınamaz. İnsanımızın nitelik çizgilerinin başında mahrumiyet içinde kıvrandığını kabul etmemek gelir. “Dinsize el açılmaz!” yetiştirildiğimiz başat kuraldır. “Allahın verdiği bize yeter ya da kıt kanar geçiniriz” yaşam ilkemizdir. Bu bakıma “yönetilenlerin eskisi gibi yaşamak istemediği ve bu nedenle ayaklandığı” kuralı Müslümanlığımız altında ezilendir. Bu nedenle olacak 2016’da bize “siyasi köle” dediler. 1989 Mayısında bir aç ve yoksul olduğumuz için baş kaldırmadık! Haklarımızın elimizden alındığı, özgürlüksüz yaşamanın mümkün olmadığı, adaletsiz bir dünyanın karanlık olduğu için diklendik, direndik ve adalet, aydınlık, eşitlik aradık.
***
Ayaklanan nesil yaşlandı. Yeni bilinçlenme süreci ise bizde henüz başlamadı. İlk adımların atılabilmesi için önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği – BULTÜRK’ün İstanbul göçmen semtlerinden en az 80 bin oy çıkarması, Bal Göç’in ise Bursa’da bu defa rekor kırmasını beklemek doğal sayılmalıdır. Toplumda “ölü dalgadan” kurtulma ver dip dalgasına katılma gereği belirmiştir. Olaylar bu açıdan incelendiğinde amorf kitlenin DOST partisini içerden çökerte bilme tehlikesi görülebiliyor. Hak ve Özgürlük Hareketinde kapsülleşebilen güçler bugün de ayaktadır. Camide hocadan başka kimse konuşmaz, bu gerçek ölü dalga etalonudur. Siyasette, particilikte bu iş böyle değildir. Olaylara farklı bakıldığında, Kasım Dal- Korman İsmailov, Osman Oktay ve Güner Tahir partilerinin arda arda çökmesinin temelinde sahte umut uyandıran “bir ölü akımın” olduğunu hemen izleyebilirsiniz.
***
Anlatmak istediğimi daha kesin anlayabilmemiz için şu örneklemeye dikkat edelim:
Şu aylar zamanı olmasa da, b,r kaysı fidanı diksek, tutup tutmayacağına o ilk yıl kendi karar verir. Tutarsa halkımız “yerini sevdi”, tutmazsa “yerini sevmedi” der. Fidanın yerini sevmesi 6 metre derinde su olduğu anlamına gelir. Fakat fidanın kökleri ile 6 metre derinlikteki nem arasına yerleşmiş büyükçe bir taş varsa, fidan yine tutmaz ve sulansa da ıhmaz ve giderek kurur. İşte bu taş, toplumda “ölü dalga”, “ölü akım”, “canlı ölü”, “amorf kütle” dediğimiz işi bozandır. Toplumu çökerten ölü güçtür budur… Görmek istemeyenler görmesin ama şu an GERB Bulgar sosyal gelişimini frenlemiştir.
***
Devrimi devrimciler yapmaz dedim. Fakat devrimciler hareketlenen kütleye yön vermek için başa geçmelidir. Son hedefinde yeni bir uygarlık olamayan hiçbir yönelim başarıya ulaşamaz. HÖH partisi Müslüman/Türklerin özgürlük atılımlarını, yaratıcı enerjisini durdurdu. Elde ettiği nedir? Parti çöküyor. İnsanlarımızın kudretini kelepçeleyen Ahmet Doğan hainidir.
***
1989’dan farklı olarak, bugün Bulgaristan’da sol cephe küçüldü, fakat 2012- 2015’te yeni tip sağcılar dediğimiz “ölü dalga” aysberg gibi baş gösterdi. İtiraf edelim, onlar bugün iktidardadır. Aralarında güçlenmekte olan bir ırkçı ve milliyetçi hırçın ve düşmanlığını gizlemeyen akım da var. “Yurtsever Cephe” (PF) adıyla etkin olan bu kesim kozlarını başarılı oynuyor. Hükümete istediğini yaptırabiliyor. Anti-Türk ve anti-İslam cephede yeni edinimlere uzanmaya gayret ediyor. Müslüman/Türkler arasındaki “hareketsiz, suskun akım” bu gelişmelere seyirci kaldıkça, karşı taraf güç topluyor. Onlar, sanki henüz kentleşme süreci yaşamaya başlamış, her geçitte yeşil ve kırmızı ışık arasında sarının da yanıp söndüğünü bilmeyen, hatta kuralları kendileri çizmeye çalışan bir sel gibi hareket etmek istiyorlar. Ağır mizaçlı Bulgar köylüleri gibi hareket etmekle, milliyetçilik bayrağına sarılmış ve dolaylarındakilerin hepsine şüpheli gözle bakmakla topluma yerleşmeye çalışıyorlar. Meclise doldular Avrupalı gibi uygarlaşmamıza ciddi engel doğurabilirler. Onları düşündükçe aklıma Naziler geliyor. “Ne düşündükleri belli olmayan, ağızlarından çıkana bakılırsa Nazilik kokan” tiplerle de hiçbir şey yapılamaz. Devrimci dönüşümler her zaman serbest ruhlu insanların işi olmuştur ve bu memlekette Müslüman Türklerden daha özgür ruhlu insan yaşamamıştır.