Ertaş ÇAKIR
Tarih: 21 Nisan 2020
Olgunlaşamayan Bulgar Milletinin Çekileri
Yalnızlık Bulgarlar için değil!
Hıristiyanlar, İsa Peygamber’in dirilişini Cumartesi gecesi kutlarken kiliselerde papazlardan başka kimse yoktu. 300 bin araç Sofya’dan kaçarken “izin” için polis karakollarında durduruldu.
Bu gerilimi TV ekranından izleyen, ruhu Bulgaristan’a sımadığından, sivri kalemlini sırtlayıp Fransa’nın Puatye kentine yerleşen, gazeteci Mariya Kasimiva-Muase, bilgisayarına oturdu ve Bulgar sosyal medyasını sarsan şu etkileyici satırları yazdı:
“Siz Bulgarların dindar olduğuna inanıyor musunuz?
Ben inanmıyorum!
Evde kalma yasağını kabul etmeyen ve büyük şehirden ayrılıp kendini başka bir yerde başkalarının arasına izole etmek isteyenler arabalarında, 1 metre sosyal mesafeye uyan maskeli aileler, ihtiyar bir adamın bacaklarından fırlamış damarları andıran yola sessizce dizilmişler…
Fakat ben evlerinde yalnız kalan Bulgarların bir şeyler yapabileceklerine ise asla inanmıyorum…”
Yola çıkanlardan 125 bin araç “çıkış izni” alamayınca yoldan dönmek zorunda kaldı. Vatandaş çaresizdi. Çare arayan vatandaş ise sefil kaldı.
Pazar ertesi (20 Nisan 2020) TV “Evropa” da saat 9’da “Özgür Bölge” programını açan bilinen gazeteci G. Kuritarov, Puatye şehrindeki Bayan Maria Kasimova-Muase ile skype üzerinden bir söyleşi gerçekleştirdi.
Kısa değerlendirmenin toplumu fazlasıyla etkilediğine vurgu yapan Kuritarov, “Siz gerçekten yalnız kalan Bulgarların hiçbir şey yapabilecek durumda olmadığı görüşünde misiniz?” sorusuna aldığı yanıtta, Mariya Kasimiva – Muase “ Ben Bulgar milletinin henüz olgunlaşmamış bir erginlik çağı yaşadığına inanıyorum!” dedi.
Çocukları “anne sen ne iş yapıyorsun?” sorusunu yönelttiklerinde, “ben insanların bakış açılarını değiştirmeye çalışıyorum evlatlarım” cevabını vermekten çekilmeyen Mariya, kültür bilim okumuş bir gazetecidir.
İsa Peygamberin “dirildiği” güne rastlayan korona virüs tedbirleri çerçevesinde Başbakan Borisov Ortodoks Hıristiyan Dini Baş Piskoposluğu Baş Piskoposu Neofit’i makamında ziyaret etti ve hükümet önlemlerine uyulmasını sağlık verdi. Ne var ki, “Kilise kapısını kapamak, Tanrı kapısını kapamak olur!” cevabını aldı. Sonuçta kiliseler boş kaldı. Papazlar ayinleri kendileri söyledi, kendileri dinlediler. Müminler yollardaydı.
Bu olay bana, 1984-1989 yılları arasında Bulgaristan Türk bölgelerinde yol kenarlarına dikilen kısa adı “KPP” olan polisin yol kesme ve yoklama tesislerini hatırlattı. Şimdi bunlar yeniden il merkezlerinden hepsinin giriş çıkışlarına dikmişler ve 1 gecede 1 567 ceza kesmişler. Kesilen cezaların gerekçelerine ilişkin bir kanun yok. Parlamento zaten kapalı. Polis müdürlükleri kendi baş kendi tıraş, her gün yeni bir emir çıkıyor ve uyguluyorlar. Vaktiyle 3 kişi bir araya gelse “Türkçe konuştunuz”, “kaset dinlediniz” cezası kestikleri gibi, “maskesiz gördüm”, “çarşıya girerken eline dezenfektan sürmedi”, “çarşıya çıkıştan girdi” vb değişik cezalar kesiliyor. Oluşan gece gerginliğinden sonra şikayetleri gören, Sofya Trafik Polisi şefi Tenef istifasını sundu.
Son haberlere göre, Türkiye sınırı giriş çıkışı, transitler dışında herkes için tamamen kapanmış. Türkiye’den gelenlere 14 gün karantina uygulanıyor.
Bu gelişmeler – Bulgar milletinin devlet yönetiminde henüz olgunlaşmamış bir erginlik çağı yaşadığına inanıyorum- görüşü birçok Bulgar düşünürünün kaleme sarılmasına neden oldu. “Tuna Köprüsü”, Makedonya, Yunanistan ve Sırbistan sınır kapıları neden kapanmıyor acaba?
Sofya Üniversitesi’nin Felsefe Fakültesinden Prof. Lüdmil Georgiev “Pogled info. bg” yayınında Bulgar toplumunun hasta olduğuna işaretle, Todor Panov, D-r Nikola Krıstnikov, yazar Anton Straşimirov, Boyan Penev ve felsefe Prof. Nikolay Gençev’in ve daha birçok bilim insanının Bulgar sosyal yapısındaki hastalığı şöyle tanımladıklarını yazdı:
“Topluluk duygusunun gelişmemiş olması ve başa gelen herhangi bir olayın nasıl üstesinden gelineceğine ilişkin bireysel karar mekanizması olmaması, engellerin başındadır.”
Bununla birlikte, Bulgar halk psikolojisi ve bilgeliği konusunda derin incelemeleri ve eserleri olan İvan Haciyski ise şöyle demiştir:
“Bulgarlar her işi kötü örgütler ve bundan dolayı her iş kötü sonuçlanır!”
Ne ki tespitler bütün Bulgar tarihine uzandığı gibi, günümüzde uygulanmaya devam ediyor. Bu, henüz tedavi edilememiş olan bir sosyal salgın durumudur.
Georgiev, “Bulgar toplumunun milli bağımsızlık ve egemenliğini kendisi kazanamamış olması, Bulgar psikolojisini derinden etkilediği gibi, ağır yaralar da bırakmıştır. Bu gözle görülen bir olaydır. Kendini avunduran Bulgar halkı bu duruma cevap olarak şu savın ardına saklanıyor:
“Halkımız iyidir, fakat hiçbir zaman uygun bir yönetici kısmet olmadı.”
Politik ve entelektüel çevrenin bu konudaki tezi şudur:
“Neyin nasıl olması gerektiğini biz de bilmiyoruz ama başımıza gelen hep yeni bir beladır.”
Aslında İsa Peygamber’in “dirildiği” gecede de yaşandığı üzere, Bulgar halkı toplumdan ve devletten yabancılaşmaktadır. Öyle ki, kişisel yaşamda insanların bireysel olarak ya da ailelerin başına gelen tüm olumsuzluklardan sorumlu olarak her defasında devlet gösterilir ve insanlar buna kesin inanırlar.
Olaya bu açıdan bakıldığında, her şeyden sorumlu tutulan Bulgar devleti ise, kendi beceriksizliğinin sebeplerini her devasında dış faktörlere aktarmayı gelenek haline getirmiştir. Halkın ruh haline yerleşmiş olan bu durum devlet ve parti yöneticilerinin fikirlerinde şöyle biçimlenmiştir.
1940-1943 yılları arasında başbakan olan Bogdan Filiv bu konuda şöyle demiştir:
“Bulgaristan’ın geleceği yalnız ve sadece Almanya’ya bağlı olacaktır!”
1946-1949 yılları arasında Bulgaristan Başbakanı olan Georgi Dimitrov ise şöyle diyordu:
“Bir canlı varlığa güneş ve hava ne kadar gerekli ise, Sovyetler Birliği ile dostluk bize o kadar gereklidir!”
2000 yılından beri Bulgaristan’ı yönetenleri ağızında geveledikleri ise şudur:
“Bulgaristan’ın NATO ve Avrupa Birliği üyeliği varlığına teminatıdır.”
Bu konunun yorumu ise ancak şöyle olabilir: “Bulgar halkının bağrından çıkan ve onun değer yargılarına ve tüm birikimleri ruhunda yetişen bu elit kadrolar ya da liderler bu sözlerle devlete, topluma ve millete karşı fikirlerini ortaya koymuş oluyor. Onların hepsi devleti şahsi mülk olarak görüyor ve bağlı oldukları dış güçlere teklif ediyorlar. Bulgar bağımsızlık, özgürlük ve egemenliği kendisine ciro edilen dış faktörlerden her biri de bizi himayesi altına almaya hazır olduğunu gizlemiyor.
142 yıllık tarihimizde Rusya ve Sovyet köleliği, Alman uşaklığı ve NATO ve ABD hizmetkârlığı devirleri yaşadık ve yaşıyoruz. Hiç kendi başımıza olamadık. Bu nedenle kölelik koşullarında Bulgar ırkı da millet olarak gelişip olgunlaşamadı, hep sivilceli ve çıbanlı, huzursuz erginlik devrinde kaldı ve kaşınmaya devam ediyor.
Osmanlı devrinden ayrıldıktan sonraki hayatı anlatan eserler üzerine bir araştırma yapıldığında “Oku oğlum, çalışmazsın!” atasözünün en çok öğüt edildiğini görürüz. Bulgar köylü katmanı çapadan, sabandan, tırpandan kurtulma yolunu sanayicilikte, esnaf olmakta, ticarette atılmakta değil, bir sandalye kapıp oturmakta görmüş ve ona uzanmıştır. Memur olmak kurtuluş kapısı olarak görülmüştür.
Son 1.5 asırda Bulgaristan’da 1000’den fazla siyasi parti kurulmuş, dönem gelmiş toplum parçalanmış ve partiler arası kıyasıya savaş yürütülmüş, tek partili dönemlerde diktatörlükler yaşanmıştır. Fakat bu politik partiler arasındaki savaşımdan idesel birikim, kültürel birikim, politik hukuk ve felsefe birikimi gerçekleşmemiştir. Olay şöyle ki, partilere katılanlar, kürsüye çıkıp ideleri açıklarken hep yumruk sıkan hatipler, aslında son hedefte seçim kazanıp bir devlet görevi kapmak için can atmışlardır. Bu sebepten olacak, toplumsal politik birikim açısından Bulgar toplumu kısırdır. Kavga kemik kavgasıdır.
Hatta uğruna yıllarca mücadele verdiğimiz, kan döktüğümüz, hapis yattığımız, kurbanlar verdiğimiz Hak ve Özgürlük Hareketi listesinden şemsiyesi altında meclise giren Türkler milletvekilleri bile hemen fikirlerinden vazgeçmişler, susmayı veya hainliği seçmişlerdir. Türk milletvekillerinden herhangi birinin gazetede şu ya bu konuda bir yazısını okudunuz mu? Ben okumadım…
Bu cümleyi şöyle de biçimlendirebiliriz: Köy muhtarlığı, Belediye Başkanlığı, Belediye meclis üyeliği, danışmanlık, Vali, Savcı, polis görevlisi, milletvekili, bakan, bakan yardımcısı, meclis başkanı yada başbakan veya cumhurbaşkanı olmak üzere bu basamakta alınan görev ne kadar yüksekse kişisel ve ailesel refah da o kadar garantili ve yağlı ballıdır. İşte bu ortamda Bulgar toplumsal ahlak, edep ve bilinç ve bilgelik gibi birikimi de o kadar eksik ve sakat kalıyor. Geçen yıl çok yazılan “daire”, “tarım bakanlığından karşılıksız paralar”, banka soygunları, rüşvet ve dolandırıcılık olaylarını unutmayalım. Son yerel seçimde 600 bin oyun geçersiz kalınması, banka soygunları ve korona virüs konusunda acilde yatan doktorların sayısının 95 olması, Paskalya bayramından sonra (bu hafta) vaka patlaması yaşanması kendisini anlatan olaylardan bazılarıdır.
Yanlış anlaşılmasın, anlatmaya çalıştığım bu karakter çizgisi yalnız Bulgar elit kesimini belirleyen değildir, Bulgar halk kültürünün özünde yer almaktadır. Bu tarihsel zaman kesimine bakılmaksızın bir varoluş mücadelesidir. Biz yazılarımızda Türkler, Pomaklar, Romenler, Makedonlar, Ulahlar, Gagavuz ve Tatarlar devletten uzaklaştırılıyor, itiliyor, ötekileştiriliyor diye yazarken, bu gerçeğin Bulgar özünden güç aldığını her zaman vurguladık. Burada demek istediğim şudur. Bu devleti Rusçular da yönetti, Almancılar da, şimdi de NATO, AB ve ABD sevdalıları yönetiyor, ama azınlıklara karşı tutum değişmiyor. Neden? Çünkü Bulgar devlet ve hükümet adamları gökten düşmüyor. Her biri aynı halk kazanının içinden çıkıyor. Bu kazanda su ve yağ kıvamı budur. Bize karşı “iyi” değil, “olumsuz”, “seven” değil, “hor gören”, “dostluklarla yüklü” belirlenen değil, “düşmanlıkla” karakterize dilen v.s. yani olumsuz bir kıvam ve ruh hali var. Olay budur. Bu milletin olgunlaşamamış olması, sivilceli vs durumu ise, huzur kaçırıcı özelliklerin üzerindeki püsküldür.
Daha geçen yüzyılın başlarında İvan Haciyski Bulgar karakterinin ana çizgilerini açarken şöyle demiştir:
“Biz özel sosyal disiplinle övünemeyiz… Bizde politikacılardan kaçı siyasetçidir, çünkü onlar kendi şahsi işlerini yoluna koyamadıklarına göre, bütün Bulgaristan’ın sorularını nasıl çözsünler? Kamu işlerinde görev alan memurlarımızdan acaba kaçı işine daha kuru ya da yağlı bir ciğer parçası olarak bakmıyor, söyleye bilir misiniz?”
Bugün durumda pek fazla bir değişiklik görmüyoruz. Türklerin ve diğer azınlıkların başına sarılan Ahmet Doğan ile Delyan Peevski’nin kasalarına para akıtılıyor ve korona virüs yardımı yapıldığını görmeyen mi var. Tablo bu.
Bayan Mariya Kasimova-Muase’nin Fransa’nın Puaye şehrinden yaptığı tespitler haklı ve biz kendisini kutluyoruz.
Kardeşlerim ben bir doktorum. Maske, sosyal mesafe, el yıkama ve dezenfeksiyonla beraber sokağa çıkma yasağına da uyunuz!
Hoş Geldin Ey Şehr-i Ramazan…
Ramazanın bereketi bir yağmur gibi yağsın üzerimize,
Ramazan ayı ülkemize ve tüm okuyucularıma güzellikler, mutluluk ve bolca huzur getirsin, kötülüklerden, fenalıklardan arınalım inşallah.
Bu Mübarek Ayda Huzur Dolu, Mutlu, Sıcak ve Sakin Bir Şekilde Geçirmeniz Dileği ile Ramazan Ayınız Hayırlı Olsun.
Paylaşınız.