İbrahim SOYTÜRK
Tarih: 15 Mart 2018
Konu: Kırcaali’de “Türk Yaşıyor” demek yeterli değildir.
Biz artık kendimizden utanır duruma geldik. Şu Avrupa’nın en fakir, en parasız, işi gücü olmayan, çocukları okula gitmeyen, gitseler anadilde öğretmenleri olmayan, anaokullarında çocuğumuz “çiş”, “su”, “acım” dediğinde öğretmenin bön bön baktığı bir ülke olduk. Bu sabah gazetelere baktım, Avrupa’da ölüm oranı en fazla olan ülke de bizmişiz. Ölelim de biz de kurtulalım, onlarda kurtulsun deyenlerimiz her geçen günle artıyor. Yaşamaktan nefret eder duruma geldik.
“İki tarafı da boklu bir değnek” dediğimiz hayatı değiştirmek için1989 Mayısında ayaklandık. Hapislerin kapısını kopardık. Tankların üzerine çıktık. Bulgar devletinin bize hiçbir şey vermek niyetinde olmadığını, verecek bir şeyi de olmadığını sezince bohçalarımızı sıktık ve göç ettik. Ama arkamızda kalanlar var. Bulgar devletiyle birlikte onlar da batıyor bugün. Akşam Bulgar TV açınca ve makyajlı sözcüleri, kravatlı gençleri gördüğümde, hele de göbeklerini taşımakta zorlanan siyasetçileri gördüğümde kendimden utanıyorum. Kafama dank deyen hep, “ya bunları besleyen biziz”, “kuyumuzu kazanları besliyoruz” fikri oluyor ve çıldıracağım. Yalan söylediklerini bile bile dinliyorum onları ve öfkemi kendimden, karımdan, çocuklarımdan çıkarıyorum. “Bu ne bahtsız bir kader” deyim kendi ellerimle kendi yakama yapışıyorum.
Hayat bize faklı diller konuşan, farklı dinleri olan, farklı yaşam tarzı olan, farklı aile düzeni ve farklı hayat anlayışı olan insanların ancak kamu ortamında, genel geçerli kurallar çerçevesi içinde sokakta, meydanda, kamu etkinliklerinde uyum sağlayabildiklerini ve bunun ancak yasaların üstünlüğünde ve geçerliği olduğu yerde olanaklı olduğunu her gün gösteriyor.
Evet, artık Bulgar devletinin bize ilgi göstermek istemediğini, bizim için yatırım yapmak istemediğini, Türkçe derslerinin normal okul saatleri içinde bile olmasına tahammül edemez duruma geldiğini, bizden rahatsızlandığını görüyoruz, buna inandık. Fakat son yıllarda büyük bir sahtekârlık da başlamış bulunuyor. Bulgaristan’da yaşayan nüfusun en dinamik kesimi olan Romen ve Müslüman Çingene nüfus devletin tüm kurumlarını tamamen reddediyor. Davalarını kendi aralarında, meşerelerde (Çingene mahkemelerinde) çözüyor, evlilikler Kiliselerde veya Müftülüklerde yapılıyor, evden çıkıp okula gitmeyen çocuklar günü mahalle arasında sokaklarda geçiriyor. Hemen hemen yarısı Bulgar okulunu tamamen kabul etmiyor. Okula gitmiyorlar, gitseler bile Bulgar çocukları onlarla aynı sırada oturmak, aynı dersi görmek istemiyorlar. Bulgar devletinin eğitim sistemiyle dayattığı değerler sistemi galk ve özellikle de genç kuşak tarafından kabul edilmiyor. Çingene dili yalnız mahallelerde ve kapalı yaşam sürmeye zorlanan gettolarda değil,, sokakta, otobüste, troley ve tramvayda, kamu yaşamının kesiştiği yerde tamamen hakim durumdadır. İşsiz, malsız mülksüz ve aç Çingene kitlesi yasaların üstünlüğünü, özel mülkiyetin dokunulmazlığını ve başka kanun ve kuralları tanımıyor. Buna karşı koymak isteyen ve Bulgar köylerini koruma yolları arayan Bulgar devleti ise, Bulgar köylerinin, Bulgar kır mülkünün ve evlerinin korunması işlerinin özel koruma şirketlerine devretmeyi ve bunu yasayla düzenlemeyi tartışıyor. Halen Bulgaristan’da tescilli 100 bin koruma şirketi var. Bunların her birinde kayıtlı 5 kişi olsa, silahlı, meşru koruyucuların sayısı 500 000 (beş yüz) bin kişidir. Bu memlekette hiçbir kimse işine bakmadığı gibi onlarda işine bakmıyor ve bataklık yayılmaya devam ediyor. Bu durumun bir başka anlamı da var. Eli sopalı, beli silahlı, çenesi küfürlü Bulgar “bekçi sürüsü” yeni kanunlarda kırsal alandaki duruma hakim olur ve zulmü arttırırsa, açlar ve sefiller, sürünmek ve yetersizlikten ölmek istemeyenler ayaklandığında karşılarında kimi bulacak? Bu işleri yasal olarak üstlenen hırsı köpürmüş sopacıları mı, yoksa onları arkalayan devleti mi? Üzerinde düşünülmesi gereken sorun budur. Bulgar devletinde en ilkel, en kaçınılmaz ve ertelenmez insan hakları için, isimleri ve ibadet hakları uğruna şehit düşenlerin hiç birisi bulunmadı ve tutuklanıp, yargılanmadı. Gözü ve ruhu kanlı yeni “bekçi” güçler devlet korumasında kaldıkça, bu memlekette adalet sağlanamaz, adalet ve demokrasiden, insan haklarından, sivil toplumda insanların eşitliğinden vb söz edilemez.
Türklerin en ilkel hakları da verilmiyor.
Bu hak bizin anadilimizi okullarımızda öğrenme hakkımızdır. 1878’de Bulgar devleti kurulduğu gün bizim 2 700 (iki bin yedi yüz) okulumuz vardı. 60 yıldan beri hiçbir köyde ve kasabada anadilimizde ders veren, kadro yetiştiren, kültür yaratan bir tek eğitim ocağımız yok. Bu durum hemen çözülmelidir.
***
Sayın Recep Tayyib Erdoğan’ın Sakarya’da kalabalık göçmen kitlesi önünde “Bizim Balkanlarda gönül bağlarımız var, kardeşlerimiz orada yaşıyor” mesajından sonra, Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, son 28 yılda ilk defa olmak üzere, “Kırcaali’de Türkler yaşıyor.” Demesi Bulgaristan’da deprem etkisi yarattı. Bu defa “onlar İslamlaştırılmış Bulgarlar” demeye cesaret bulamasalar da, aşırı milliyetçi kesim içten içe köpürdü.
Eğitim ve Bilim Bakanı Krasimir Vılçev soluğu Kırcaali Belediyesinde aldı. Görüşmeye Kırcaali Belediye Başkanı mühendis Hasan Aziz, Eğiri Dere (Ardino) Belediye Başkanı Resmi Murad, Mastanlı (Momçigrad) Belediye Başkanı Sunay Hasan, Karagözler (Çernooçene) Belediye Başkanı Aydın Osman, Koşukavak (Krumovgrad) Belediye Başkanı Sebihan Mehmet, Kirkovo Belediye Başkanı Şinasi Süleyman, Cebel Belediye Başkan Yardımcısı Hüseyin Mustafa ile Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) milletvekillerinden Erol Mehmet ve eski Eğitim Bakanı Yardımcısı ve DPS milletvekili Mukaddes Nalbant katıldılar.
Görüşülen ana konu ve belediye başkanlarının son derece ciddi bir şekilde ortaya koydukları mesele, anadilimiz olan Türk dilinin Bulgaristan okullarında zorunlu bir dil olarak okul programlarına alınması ve iyi sonuç verecek bir şekilde okutulması ve buna gerekli olan tüm koşulların oluşturulmasıydı. Belediye başkanları, devlet ve Eğitim ve Bilim Bakanlığı tarafından bu konunun küçümsenmesi ve gerekli önemin verilmemesi, sağlanması kaçınılmaz koşul ve ortamının yaratılmadığından dolayı son 25 yılda Bulgaristan’da Türk dili eğitiminin çok kötü sonuçlar verdiğine vurgu yaptılar. Türkçe öğrenimini engelleyen nedenlerin başında yasal sınırlama ve engellemelerin bulunduğu vurgulandı. 1992 – 1993 ders yılında Bulgaristan’da 114 000 (yüz on dört bin) Türk öğrenci anadilini okuyordu. Bugün Bulgaristan okullarında anadil eğitimi alan Türk çocuklarının sayısı 20 defa azalmış ve 6 000 (altı bine) düşmüştür. Belediye Başkanı Hasan Aziz, Türkçemizi öğrenmemizi engelleyen problemlere yalnız Kırcaali ilinde değil, Türklerin yaşadığı bütün köy ve kasabalarımızda rastlıyoruz ve onlar her yıl biraz daha şiddetleniyor, dedi.
Belediye Başkanları, Bakana hitaben konuşmalarında “Türk dilinin seçmeli ders olmaktan çıkarılmasını” ve okul programlarına zorunlu ders olarak alınmasını istediler. Gerekli niteliklere sahip Türk dili öğretmenleri atanmasında ısrar ettiler. Okul kitapları ve ek ve yardımcı kitaplar basılmasını ve öğrencilere dağıtılmasını önerdiler. Türk dili kitaplarının son basımı 1992’de yapılmıştır. Bulgar meclisinde 18 yıl Eğitim ve Öğretim Komisyonu başkanı ve üyesi olan DOST partisi lideri L. Mestan bu sürede 1 tek Türkçe kitap basılmasına yardımcı olmamıştır. Aynı gerçek HÖH fahri lideri Ahmet Doğan ve Kasim Dal için de söylenebilir.
Eğitim ve Bilim Bakanı ile Türk Belediye Bakanları arasındaki Kırcaali görüşmesinde, Belediyelerde Türk Dili eğitimi denetçisi görevine atamalar yapılması talep edilmiştir. Türklerin yaşadığı 28 belediyenin hiç birinde Türk dili müfettişi olmadığına dikkat çekilmiştir.
Görüşmede, yerli sosyal ve ekonomik yaşamın ihtiyaçları dikkate alınarak okul programlarının yenilenmesi de ele alınmıştır.
Sanki tüm sorunlarımız aileden, anaokullarımızın kapalı olmasından, biz Türklere başka bir kimlik dayatılmak istenmesinden, anadilimizin kökünün belleğimizden kazınmasına çalışılmasından kaynaklanıyor. 28 yıl sonra Kırcaali ili Belediye Başkanlarının tek ağızdan sorunları gündeme getirmesi yeni bir başlangıca vesile olacağına inanıyoruz. Hayırlı olsun.