Tarih: 06 Ağustos 2018

Yazan: Neriman Eralp Kalyoncuoğlu

 

Konu: Vatan sevgimiz hep umut kaynağımızdır                 

Bulgaristan’da Türklük barajının suyu çekilirken, deremizin dibi kurur mu diye,  sorduğum oluyordu kendi kendime. Çünkü bu barajdan önce şu karşıki iki dağın arasına sıkışan denizin yerinde Kuduz Dere akardı. Adını bahar aylarındaki halinden almıştı. Hayat hakkını hak etmemiş ne varsa önüne takar alıp götürürdü. Yuvarladığı taşlar değirmen taşlından iri, yarma, tomruk, koyun kuzu ne varsa önüne takıp götürürdü.

Kuduz Dere son defa 1989 baharında boşandı. Aldı gitti, aldı gitti! Geride kalanları öksüz bıraktı. Dereler insanlardan çok farklıdır. Ödevleri durup yatmak değil, aktıkça akmaktır…

Irmaklarla denizlere döküldüklerinde suları tuzluya karışmaz. Tatlı su kaderine boyun eğip deniz dibindeki bitkilerin, midye ve yosunların, adını bilmediğimiz o yeşilliklerin taze suya susamışlığını gidermek için derinlere girer. Zaman içinde tatlıdan tuzluya dönüşmesi de denizin dibindeki hayatın sürekli kaynamasından aldığı tuzla oluyor. Gün gelir tuzunu denize bırakır ve rahmet olur.

Bizim yolumuz son hesapta denizin dibi mi dersiniz! Denizin mıknatıs gücü var ve bütün suları kendine çekip topluyor, aynı zamanda da deniz yeni hayata uyanmak isteyenleri bulutlara yükleyip geri gönderiyor. Rahmet olarak bize geri dönen, bizimle birlikte doğanın da yüzünü güldüren damlacıkların bizden sellerle gidenler midir acaba? Bunu düşünmüş ve umut etmişimdir.

Birçok kez şu geri dönüşün süresi ilgilendirmiştir beni. Bir nesil dendiğinde 25 yıl anlaşılıyor. Bir asırda 4 nesil beraber yaşarken değişiyor. Hepimiz aynı doğanın evlatları olmuş olsak da, onu bir başka seviyoruz, her mevsim bir başka umutla donanıyoruz. Ne yazık ki doğanın ve toplumun mevsimleri çakışmıyor… Biri açarken öteki soluyor.

Vatan sevgimizin demirbaş şairlerinden Mehmet İsmail Keçicinin dili henüz toprağa ve topluma düşmemiş yağmur damlasından temiz.

Kaldır başını, bak şu Deliorman’a
Onun güzel kokulu ovalarına…

Doğayı, hatta kırların rengini ve kokusunu resmedip beyaz kâğıt üzerinde dizmek büyük bir yetenek! Özgün algılama biçiminin özü.

Tabii ki insanların hayvanları sevmesi için çoban olması gerekmiyor. İçindeki gelinciklerle birlikte ovaca dalgalanan buğday denizini sevmek için başak kılçıklarıyla okşanan teninin kıpkırmızı ürpermesi de gerekmiyor.

Bazen etkileyen güzellik, bin tonlu yeşil, pembenin tonlarından birini kendine beğenirken zorlanan gül burcu, sıçrayan böceklerin şarkısı, hem kadife gibi yumuşak hem de başak dalgası gibi kılçıklı bir dünya… Şair Mehmet Keçici onu şöyle tarıyor:

Emek sever insanlarının türküleri
Heyecanla coşturuyor yürekleri…

İnsan doğayı gözleriyle sever, okşar, ondan ilham toplar ve kanatlanır. Seller, yeller, kuzgun kışlar geçse de bizim oralardan toprağımızın bağrında gizlenen bereket ve sonsuz güzellik ilk fırsatta, Güneşin ilk işaretiyle uyanır ve dirilir. Deliorman, Dobrucamız ve Rodop Dağlarımız, Trakyamız için geçerlidir bu. O kutsal işareti alan Kara Denizimizin kokusu bile birden değişir. Şairimizin kalemine bu değişim ve dönüşüm en özlü bir şekilde şöyle yansımıştır:

Sensin beni ana eliyle okşayan
Candan seviyorum seni Deliorman.
12 Nisan 2005. Çukurca (Yasenkovo)

Bu romantik ve gönül okşarken düşündüren çağrışımın içinde, hüzün veren bir gerçek daha var. Bu gerçek, doğada selden yelden sonra zaman içinde rahmet şeklinde geri dönenin, toplumda gidenin geri gelmemesinde gizlidir. Biz 1989 seliyle çok yaralandık. Yarımız gitti. Yarım kaldık. Gidenler toprak ve toplumdan söküldü. Kalanlar çukur ve hendek içinde kaldı.

Bu durum, her satırında Vatan sevgisinden gözyaşı akıtan Deliormanlı şairimiz Mehmet Keçici, demirbaş olarak kaldığı köyünde ve toplumsal ortamda duygularını şöyle dile getiriyor:

SAHİPSİZ EV

Bir ev var köyün yamacına oturmuş
Kapısına kilit ve zincir vurulmuş
Ne gireni var nede çıkanı bu evin
Bahçesini ot ve diken bürümüş

Bir ev var köyün yamacına oturmuş
Sıvası bile dökülmeye başlamış
Pençerelerine kara perdeler çekilmiş
Kim bilir nerelerde bu evin sahibi

Bir ev var köyün yamacına oturmuş
Bahçesinde açan güller bile sararmış
Ne bacası tütüyor ne gece bir ışık
Sanki her şey sahibinin bahtı gibi kararmış

Bir ev var köyün yamacına oturmuş
Yaşam ve tatlı anılarla dolu bir ev
Sanki matem havasına bürünmüş
Sanki sahibinin kaderine küsüyor.
1990  Çukurca (Yasenkovo)

Son 30 yılda kuşak değişti. Büyük selle gidenler geri dönmedi. Baraj yeniden dolmadı. Şairler yazdı, yazarlar anlattı, dostlar paylaştı ve yaşanan büyük acıyı özümsetmeye söz bulamayan yaşlılar bastona dayanıp hep yere baktı, iç çekti. Yaşamın dönüş yapmasını bekledik hepimiz.

Şu asla unutulmamalıdır! 2 kuşak önce 1970’li yıllarda bugün hüzünlü, eşek dikenlerine mekân olan Vatan toprağımızdan biz Yunanistan ve Yugoslavya’dan fazla sebze meyve ve hububat üretiyorduk, meleşen kuzu ve oğlaklarımız, oynaşan buza ve malaklarımız onlarınkilerden kat kat  fazlaydı. Doğa sahiplerini beklerken gizlice ağlıyor.

İnsan toplumdan önce doğanın evladıdır. Doğanın yaşam barajını yeniden dolduralım.

En iyi günler sizin olsun!

Paylaşmayı da unutmayınız

Reklamlar